Allah benim belamı versin.
Ayşegül ve Poyraz ilişkisi en yaşanmadık olaylarında bile kabak tadı veriyor artık. Daha önce Bahri tarafından basılmışlıkları vardı ama Ayşegül’ün Poyraz’ın yaralarına baktığı sahne onlar için hâlâ var olan bir ilk olmasına rağmen beklenen etkiyi yaratmadı. En azından ben Poyraz’ın artık gereksizleşen “Sen beni çok üzdün” repliklerinden sıkıldım. Tamam, anladık çok üzülmüşsün. Gel gör ki Ayşegül de “Ah iyi ki evlenmişim Çınar’la” demiyor. Kıza “Seni o gelinlikle göreceğime seni kefenle görsem içim bu kadar acımazdı” dedi ya, yuh artık. Nasıl saçma sapan bir şiddet ki bu Ayşegül’ü ölü sevgilisini efsane acılara sürüklediği fikrine yakınlaştırıp Poyraz’ın işkencede aldığı yaraları görmek isteyerek kendini cezalandırmasına sebebiyet veriyor? Bir nevi Çınar’ın kendisine yaptığıyla aynı şey. Acı çektirdim, acı çekmeliyim. Yahu tamam, Poyraz üzülmekte haksız demiyorum da kapatın artık şu konuyu. Poyraz biraz daha kızın üstüne giderse işler ters tepecek çünkü. Eminim ki çok üzüldüğünü haykırıp Poyraz’ı suçlamayı Ayşegül de biliyordur. Ama öyle olmuyor işte o işler.

 

Meltem’in Poyraz’ın kitaplarını saklamış olması çok iyi değil mi sizce de? Daha dün Poyraz’ın caanım kitapları nereye gitmiştir kimbilir diye düşünmüştüm. Resmen aklımı okuyorsunuz Ethem Bey. Fakat şu noktada birisi beni sosyolojik, antropolojik ve kültürel olarak bilgilendirirse sevinirim. Oblomov kapaklı kitabın içinden Harold Robbins’in Dreams Die First’ünün çıkması, onun da arasında Ayşegül’ün fotoğrafının olması ne anlama geliyor? ‘O kadar tembeliz ki hayallerimizi gerçekleştirecek takati bile bulamıyoruz kendimizde, sence de öyle değil mi Ayşegül?’ mü demek istiyor bu ayrıntı bize? Ben mi yanlış anlıyorum her şeyi? Bir yardım lütfen.

 

Bahri Baba Ayşegülleri basmasa ne güzel kahvaltı yapacaklardı ya. Ben de en çok kuruyan sucuklara üzüldüm valla, ne yalan söyleyeyim. Despina meselesi de ayrı bir ilginç doğrusu. Tefecinin yanından gelişi sonrası mutfakta elindeki bardağı düşürmesi çok güzel ayrıntıydı mesela. Ümit Ünal’ın Nar filmini hatırlattı İdil Fırat’ın o sahnedeki oyunculuğu. Mutfak çağrışımından ötürü sanırım. Bahri’nin adamın elini kesip Despina’nın önüne atması burdan bakınca ne kadar rahatsız edici dursa da tam anlamıyla Bahri Umman’lık bir hareketti doğrusu. Karakterlerin kendilerinden bekleneni yapmalarına bayılıyorum. Nitekim mavi bavulu görünce aklıma ilk gelen adamı doğrayıp bavula koyduğu oldu. Düşününce de fena fikir değilmiş aslında. Ama evi terk etmeler filan, gerçekten beklenmedik hareketler bunlar. Ay şu ikisinin bile iniş çıkışlı bir ilişkileri var yaa, ne desem bilemiyorum. Despina Hanım’ın Bahri Bey’in gönlünü alması gerekiyor ki o da koskoca Bahri Umman. Babası olduğu evden ayrıldı, ay asalete gelin. Böyle deyince de kadın aşağılıyormuşum gibi oldu, neyse.

Mission Impossible.

Savcının Ayşegül’ü öldürmek istiyor oluşu bende ters köşe etkisi yaratmadı. Tek suçlusu ikinci fragmandır. Yapmayın böyle şeyler ya, rica ediyorum bakın. Bütün bölümü son sahnenin ne olacağını bilerek izledim resmen. Mis gibi plot twist’i hiç etmişsiniz, kırgınım. Gerçi sahne bunlara rağmen heyecanlıydı şimdi, hakkını vermek gerek. Poyraz’ın Ayşegül’ü o aralıktan çıkaramayacağına inanmamız baya zor olsa da (Ayşegül’den elleriyle zemine tutunmasını istemek çok zor değil çünkü, kollarından kaldırarak pekala yukarı çekebilir Poyraz Ayşegül’ü) asansörün düşmesiyle öldürülmeye çalışılmak Ayşegül’ün daha önce başına gelmemiş bir şey olduğundan orijinalliğiyle beni etkilemiş bulundu. Birkaç yerde sahnenin herhangi bir filme gönderme olduğuyla ilgili yorumlar okudum ama asansör sahnesi deyince aklıma Shining’den başka film gelmiyor doğrusu. Bu konuda aydınlatılmayı isterim, fikriniz varsa eğer.

Bu haftalık da bu kadar Karayelci. Reytingler fena gelmez dilerim.

Önümüzdeki haftaya kadar, hoşça kal.

Unutmadan, Eda sen vallahi muhteşem bir detaysın ya. <3
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER