Seveni için diziden öte bir hayat dersi haline gelen Diğer Yarım, bu hafta deyim yerindeyse ‘9 kalibre’ bir bölümle ekranlardaydı. Geçen haftanın ağırlığından kurtulduk diye mi, yoksa sıkıntılar bir bir çözüldüğü için mi bilinmez, bu bölümü içim kıpır kıpır izledim. Tabi Zeynep ve Poyraz’ın katkısını da görmezden gelemeyiz ama durun, ona en son geleceğim.


Şu sıfata hayır denir mi ya? Şu tipe kız verilmez mi?

Haftanın ilk güzelliği Afet ve Devran’dı. Baskılar bizimkileri yıldıramadı, artık canlarına tak etti ve bir çılgınlık yapıp nikah günü aldılar. Afet’ten gelecek su çiçeğine bile eyvallahı olduğunu söyleyen Devran, “hastalıkta sağlıkta” mottosunun ilk adımını attı. Afet’ten yana sıkıntı yok, o zaten hiçbir zaman sevgisini saklayabilen biri olmadı. Ama Devran gibi odungiller familyasından gelen bir adamın bu seferki jestleri tadını damakta bıraktı. Afet’in eksiği olmasın diye önce diz çöküp evlenme teklif etmeye çalıştı, sonra da kutudan hop diye bir gelinlik çıkardı. Afet’in gelinlikle dansı hafiften içimizi burktu tabi, ister istemez hüzünlü bir andı ama güzel hüzündü yani, tatlı hüzündü. Fakat söz konusu gelinlik bölümün başında Esin’in üstündeydi, onu da fark etmedim sanmayın :)


Güzel günler göreceğiz Meryem bacım!

Bir sonraki güzelliğimiz ise Ecevit ve Meryem’di. Sedat’ın iftirası ve Meryem’e olan saplantısı ortaya çıkınca çarşı karıştı. Günün sonunda hastaneyi boylayan yine Ecevit oldu. Sedat’ın bıçak darbesi, Meryem’in şefkatiyle çabucak geçti gitti. Türk doktorlarının da katkısını unutmayalım tabi. Ama her şey tıp değil! :)

Zamanında Sedat’ın her planı ters tepecekse ben varım demiştim. Adamın Ecevit’i bıçaklaması bile hayırlara vesile oldu yahu. Bu kadar çaresiz kötü adam mı olur? İyidir planları tutmayan kötü adamlar, çok iyidir! İlk zamanlar kavgalarıyla sabrımı sınayan Meryem&Ecevit ikilisi de bu vesileyle oldu mu size çifte kumru? Aşk hep vardı, güvensizlik de ortadan kalkınca bize böyle güzel bakmalar, göz süzmeler ve Ecevit’in ilgi bekleyen çocuk tavırları kaldı. Gerçi Sedat iki arada bir derede Meryem’i kaçırdı ama belli ki çabuk çözecekler o meseleyi. Sonra ver elini mutlu aile tablosu… Allah bozmasın diyor, Meryem’e Zeynep Hanım’la gelin-kaynana ilişkisinde sabır diliyor ve geçiyorum üçüncü güzelliğe.


Bir tek Sabri olsun, Poyraz’a bir şey olmaz. Valla bak.

Üçüncü güzelliğimiz tabi ki Sabri ve Poyraz, ne sandınız? Poyraz’ın ebatı babasını neredeyse ikiye katlıyor ama bazı anlarda ufacık bir çocuk oluveriyor ya, o anlara bayılıyorum. Dün Esin’den kaçıp eve gelince “Kaçtım oradan.” deyişinde de o ufaklık gizliydi, çok sevdim onu. Sabri zaten dünyanın en güzel babası. Poyraz’ın tek babası benim diye dünüre ne güzel çıkıştı öyle? Atarların imamı, el bombası Sabri amcam benim! Bir de Poyraz’a “Allah senin yanında, ben konuştum.” diye güven vermeye çalışması var ki, tam pamuk şeker tadında. İşte bu yüzden bu ikisi bir araya geldi mi yazının bir köşesine iliştirmeden edemiyorum. İdare edin artık.


Sanki bir yerlerde Sezen Aksu çalıyor gibi, değil mi?

Sabri ve Devlet, bu bölüm de tatlılıklarına tatlılık kattılar. Sabri’nin dul kalma konusunda pot kırıp, sonra güvercinlere yem alarak Devlet’ten özür dilemesi çok güzel hareketti. Devlet’in dünürler gelecek diye tekrar Poyraz’ın annesi rolüne bürünüp evi çiçek gibi yapmasıysa sanıyorum Sabri’nin kalbine ateş etmekle kalmadı, bildiğiniz şarjör boşalttı. Bu ikili için de güzel günler çok yakın sanki. Sabri’nin mutlu olmasını o kadar çok istiyorum ve evi şöyle bir süzdükten sonraki utangaç gülüşü o kadar hoşuma gitti ki, şu an gözümde Zeynep’le Poyraz’a yetişemeseler bile Afet ve Devran kadar giderleri var. Bir de Devlet Poyraz’a künefe yaptı mı, gerçekten eksik bir şey kalmayacak. (Ah, tabi ki bu hafta da unutmadım! :))


“Neden bu filmdeki kötü adam benim babam?”

Tarık’ın kahramanı babasıydı. Ölmeyi hiçbir zaman hak etmeyen, dünyanın en iyi kalpli adamı… Hepimizin babası gibi. Yaşıyor olmasına rağmen hiç yanında olmayan annesinin eksikliğini bile onunki kadar hissetmiyordu. Babasıyla oturup dertleşememek, ona Mona’yı, Esma’yı anlatamamak en büyük yarasıydı. Bu yüzden babasının mezarı, Tarık’ın kürkçü dükkanıydı. Hep “Keşke orada olsaydın.”, “Keşke görebilseydin.” cümleleriyle ayrıldı oradan. Bir ‘keşke’nin gerçek oluşu, bir insanı en fazla bu kadar pişman edebilirdi herhalde.

Bu bölüm sanki Tarık’ın gözlerinde hep bir çocuk vardı. Bana hep bir çocuk kalbiyle isyan etti gibi geldi. Annesine de babasına da rest çekti ama bir yandan da çok savunmasızdı. Hal böyle olunca gözyaşlarını da esirgeyemedi bizden. Gerçekleriyle hesaplaşması, bilhassa Sedat’la mezarlık sahnesi, bölümün en sağlam dakikalarındandı. Bu noktada Yamaç Telli’yi kocaman tebrik etmek istiyorum. Bölümdeki performansı gerçekten çok iyiydi. O bağırdıkça benim içim yandı, yaşlar gözlerinden boncuk boncuk düştükçe benim kalbim acıdı. Yamaç benim için 14. bölümden beri yükselerek ilerledi, sevmesi de izlemesi de ayrı güzel oldu.


Galata Kız Kulesi'ne uzaktan bakmaya mahkum, ama sen değilsin be Tarık... 

Doğduğum hastane Üsküdar’da diye Kız Kulesi’ni, Üsküdar’da olduğunu öğrendiğim gün sahiplenmiştim. Çocuk aklımla kimsenin sevmesine de izin vermiyordum. Ben Kız Kulesi’yle aynı semtte doğmuştum, Kız Kulesi benimdi ve en çok ben sevebilirdim. Sonra bir yerde Galata’nın imkansız aşkını okudum. Üniversiteyi karşıda kazanınca ilk senem, okula giderken vapurun Galata Kulesi’ne bakan tarafına oturup onu hayran hayran izlemekle geçti. Anlayacağınız bu iki kulenin yeri bende hep ayrıydı. O yüzden Zeynep’le Poyraz kadar derinden hissedemesem de Esma’yla Tarık’ın aşkının Kız Kulesi ve Galata’yla betimlenmesi hep çok hoşuma gitti. Yukarıda gördüğünüz kare de dizinin en sevdiğim anlarından oluverdi.

Galata’yla Kız Kulesi’nin rivayetleri çoktur, bilirsiniz. Bu rivayetlerden birine göre Galata’nın heybeti sevdasından gelirmiş. Etrafındaki binalar yükseldikçe Kız Kulesi’ni görmekte zorlandığı için sürekli göğe doğru uzanırmış. Böylece hiçbir bina onun Kız Kulesi’ni görmesine engel olamazmış. İşte Tarık’ta da bunu görüyordum ben. Esma ne kadar uzaklaşırsa Tarık elini o kadar uzatıyordu Esma’ya. Hiç vazgeçmedi, aradaki engelleri aşmayı hep bildi. Ta ki tutunduğu ilk aileden, bir katilin oğlu olduğu için kovulana kadar… Tarık’a asla kızmadım, hatta kaçması için haklı sebepleri vardı, biliyorum. Ama dedim ki son bir kez tutsa Esma’nın elini, o yolun sonu aydınlık… Papaz kafali uşak, bu sefer de yanıltmadı beni.


Hayır ağlamıyorum, gözüme mutlu son kaçtı. 

Ve Esmacık gelir, “Evlen benimle.” der. Gözyaşları ve alkışlar içinde sarılırlar. Tarık ağlar, Esma ağlar, biz ağlarız. İstanbul’un ham maddesi inşaat; Galata Kulesi çevresinde yükselen binalara ne kadar direnebilir bilinmez ama, Tarık Esma’nın elini bir ömür bırakmayacaktır. Gökten üç elma düşer; biri Tarık’a, biri Esma’ya, biri de kuş yürekli, ceylan gözlü yazarımıza…


"Sevdalum 'he' de da, ha buradan kaçalum." diyen türküler de sizin olsun madem.

Sıra geldi son güzelliğe…

Düğün gecesi Esin’i karşısında ipek gecelikle gören Poyraz’ın devreler nihayet yerine geldi. Geç oldu biraz, güç de oldu aynı zamanda. Ama sonra Poyraz bir esti, bütün kızgınlıklarımızı kırgınlıklarımızı süpürdü gitti. Zaten kıyamadığımızdan çok kızmaya fırsatımız olmamıştı (tivitırdan bela okumuşluğum var) ama onun kırıntısı bile kalmadı yani.

Malum, çağımızın vebası ve Zeynep’le Poyraz’ın yegane sıkıntısı iletişimsizlik. Bugüne kadar hep birbirlerini dinlemedikleri için kaybettiler. Üç bölümdür Zeynep’e derdini anlatamayan Poyraz da ne yaptı? Tabi ki kızı kaçırdı! Fakat söz konusu Zeynep ve Poyraz olunca olay ‘kız kaçırma’ hikayesinden ‘bir köprüde karşılaşmış iki inatçı keçi’ tekerlemesine döndü. Biz mi? Biz çok mutluyduk ya. Onlar birbirine bağırdıkça biz ekran karşısında dört köşe olduk. Poyraz’ın sabrı azaldıkça, Zeynep Poyraz’a vurdukça biz kendi kendimize halaya durduk. Neden mi? Çünkü Nayino olmak bunu gerektirir.


"İnsan sıkar adamı delikanlı, yalnızlık değil."

Poyraz’ın Zeynep’i kaçırışı, nefis bir sürprizi beraberinde getirdi: Yüksel Baltacı. Yazdığı şarkılar en çok Resul Dindar’ın sesine yakışan bu abimizi o çok kıymetli Nayino türkümüzden tanıyoruz. Her Karadenizlinin ve Karadeniz müziğini seven herkesin yüreğine bir parça dokunan bu türkünün Poyraz’daki yeri malum. Tekne Nayino, araba Nayino, e Zeynep zaten başlı başına Nayino… Bütün bunların üzerine Poyraz’a uzanan el de Nayino’nun sahibinin olunca ortaya izlemesi çok tatlı bir şey çıktı. (Kaç kere Nayino dedim???) Yüksel Baltacı, sözlerini Eda Tezcan ile beraber yazdığı bir de türkü besteleyip okudu bizim için. Sesine, nefesine, bağlamasının teline, yüreğine sağlık. Bir ara yine gelsin de Poyraz’ın bir çayını içsin isteriz.


Dün geceden beri belli aralıklarla “Bırakamam ceylan gözlüm, bırakamam!” diyor kafamın içinde bir ses. Hayır bir noktadan sonra insan ceylan gözlü olmadığına üzülüyor biliyonuz mu?

Tansiyonlar bölümün başından beri yüksekti. Poyraz’ın pişmanlığı, Zeynep’in kalp ağrısı ve ikisinin katır inadı üst üste binince patlama kaçınılmaz oldu. Birkaç bölümdür herkes Poyraz’a kızgındı. Korkak dediler, adam değilmiş dediler, ciğeri beş para etmezmiş dediler… Peki, bir kişi çıkıp dinledi mi Poyraz’ı? Hayır. Lafını koyan gitti, atarını yapan gitti. Evet, Poyraz haksızdı. Korktu da bak, onu da inkar etmiyorum. Ama kimse de yanında durmadı onun. Hani birinin başı beladaysa mermilere kafa atıyorduk? Hani biri zor durumdaysa hemen planlar planlar yapıyorduk? İş Poyraz’a gelince neden herkes onun bir şeyleri tek başına halletmesi gerektiğini düşündü? Poyraz Zeynep’i kollasın, Poyraz Sabri’yi korusun, Poyraz Esin’e insanlık etsin, Poyraz sevdasından vazgeçmesin, Poyraz bütün bunlar olurken kendi canıyla da cebelleşsin. Poyraz bir kahraman, ama süper kahraman değil a dostlar. Poyraz, sizin benim gibi etten kemikten insan. O da hata yapabiliyor, o da yolunu kaybedebiliyor, o da düşebiliyor. Sevdiğinin hatalarını “Beşer şaşar.” deyip sineye çeken adam düştüğü zaman neden bir tekme de biz vurduk ki? Poyraz Zeynep’e bağırırken benim canım yandı yahu, sol yanımda hissettim onun yalnızlığını. “Ne yapacaksın, bırakacak mısın elimi?” derken ciğerim parçalandı benim. Vallahi ne derseniz deyin, ben Poyraz’ın bu sefer kalkacağına inanıyorum. Bütün mahalleye kendini affettirip o Esin cadısından da kurtulmayı başaracak. Bu hikayede kötüler kazanmayacak! Nasıl gaza geldim belli değil şu an. Seviyorum ben Poyraz’ı.

Şimdi diyorsunuz ki be gavurun kızı, geçen hafta o kadar saydırdın da bu hafta niye ölümüne savunuyorsun. Geçen hafta ben yazıyı yazınca pek sevdiğim kuş yürekli bir kadın bana “Kahramanlar da hata yapar.” dedi. Oralarda bir yerlerde Poyraz’ın benim kahramanım olduğunu bilenler var yani. Bir kızarım iki kızarım, üçüncüde bağrıma basarım. Ben kahramanımı hatalarıyla da severim. Amaan. Zaten hep çok sevmekten olmuyor mu bunlar? :) Ayrıca ne dedim geçen hafta? “Ben Zeynep’le her zorluğu aşmaya hazır duran, sevdası içine sığmayan, Zeynep’i sevmekten öldürecekmiş gibi olan Poyraz’ı geri istiyorum!” Aha da geldi o Poyraz. Atarların Nayino’su Poyraz. Dinamit Poyraz. Herkül Poyraz. Yakışıklı Shrek Poyraz!

Ve unutmadan, Alican Albayrak… Birkaç haftadır bekliyorum bir yerde patlasın da ona da bir paragraf yazayım diye. Poyraz’ı oynarken yarattığı coşkuyu çok seviyorum. O ne zaman kollarını böyle kocaman açıp bir şeylere sevinse, ekran karşısında istemsizce aynen karşılık veriyorum. Poyraz’ı bu kadar seviyorsam onun katkısı devasa büyüktür. Ama dün bambaşkaydı. Zeynep’in yere düşüşüyle sarılmaları arasında geçen o 30 saniye var ya, herhalde 3-5 sene unutmam onu ben. Poyraz’ın sevdasını kalbinden gözlerine taşırdığı için, olur olmadık yerlerde coşup çocuklaştığı için, o 30 saniyede ciğerimi sökebildiği için –evet evet, aynen bunun için- ama en çok da her hafta bir yolunu bulup kalbime ateş edebildiği için minnettarım. İyi ki varsın dev adam.

Şöyle bir baktım da, bu hafta epey konuşmuşum. E kolay değil, kız kaçırdık o kadar. Başınızı şişirdiysem affola. Başta Eda Tezcan ve Gülbike Sonay Üte olmak üzere emeği geçen herkeslerin yüreğine sağlık. Yüksel Baltacı’nın bizim için bestelediği türküyü de şuraya bırakayım, arada açar dinlersiniz. Haftaya düğünde görüşürüz! :)


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER