‘‘Anılar Defteri’nde kurutulmuş bir gül olmak mı niyetin?’’
Her geçen bölüm insanı derinliklerine çekip alan bir Yedi Güzel Adam seyrediyoruz. Ülkenin bir dönem hangi çetrefilli yollardan geçip kanlı günlere terk edildiğine, kardeşin kardeşe nasıl düşman edildiğine tanıklık ediyoruz. Okumasını bilene bir reçete gibi. Üç tarafı deniz, dört tarafı kavgayla çevrili bu güzel ülkenin üzerinden kirli ellerini asla çekmek istemeyenler dün oynanan oyunları bugün yeniden sahnelemek istiyor. Reçeteyi bilen, gören bunun tekerrür eden bir tuzak olduğunun idrakinde. Fakat bilmeyen çağın en büyük yangınına odun taşıyor.
''Sen Yunus Emre ile Karacaoğlan arasında kalmış, maceraperest bir dağlı gibisin Cahit!''

Bu hafta da bolca birlik mesajlı, aşk dolu şahane bir bölüm seyrettik. Yedi  Güzel Adam’ın Cahit Zarifoğlu’nun içinde bulunduğu durumdan yola çıkarak yaptığı aşk muhabbeti seyirciyi adeta mest etti. Zehra Hoca’ya bir türlü açılmayan, geçmişteki hesabı kapatmaya yanaşmayan Cahit Hoca’nın bu tavrı, Erdem Bayazıt’ı bile çileden çıkarttı. Arkadaşına onca konuşup, akıl verip, yol gösteren Erdem Hoca, karşısında inatla susan Cahit Hoca’ya hayret etti, hepimiz gibi. İnsan bu kadar dolu dolu susar mı? Onca şiir bu sessizliğin armağanı mıdır biz okurlara? Cahit Hoca ağzının içindeki dili değil de gönül dilini konuşturarak mı yaşamıştır Zehra’ya olan aşkını? Belli ki öyle. Cahit Zarifoğlu aşkın sükunet haline bürünmeyi tercih ediyor. Erdem Bayazıt’ın dediği gibi belki de sahiden ‘anılar defterinde kurutulmuş bir gül’ olmak istiyor. Aşka hep bir bahanesi var Cahit Zarifoğlu’nun. Bilmiyoruz sıkı sıkı kapattığı gönlünün gizli bölmelerinde neyin muhakemesini yapıyor. Bazıları için anılar defteri arasında kurutulmuş bir gül olmak da bir tercih meselesi nihayetinde. Tarihin tozlu arşivine gömülmek istemek hem bir kaçış ve hem kendine kalış şekli. Çünkü bu insanlar kimseyle paylaşmak istemeyecek kadar büyük bir aşkın sahipliğini yapıyorlar kanımca. Aşkı, muhatabından bile esirgemenin sebebi ancak bu olabilir diye düşünüyorum.
Bütün hafta sonunu aruz vezniyle yazılmış 'Geçmiş Yaz' şiirini mırıldanarak geçirdim. Hem de el şıklatarak.

Erdem Bayazıt, okulla ilişiğinin kesilmesinin ardından dışarıdan ders vermeye devam ediyor. Fakat bunun için okuldaki sınıfı kullanmak yerine kütüphaneyi tercih etmiş. Çok da iyi etmiş. Kütüphane’de kitap kokusunu içine çekerek edebiyat dersi işlemek kadar mantıklı ne olabilir? Konu aruz vezni! Şiirlerinde sıkça aruz vezni kullanan şair arkadaşı Akif İnan derse eşlik ediyor. Yahya Kemal’in Geçmiş Yaz şiiri üzerinden örneklendiriyorlar konuyu. İçim gidiyor. Bize de böyle öğretilseydi, diyorum aruz vezni… Belki pek çok şey daha farklı olurdu.

''Aşureye katılan her malzeme önce ayrı ayrı pişirilir. Niye? Kendi öz varlıklarını korusunlar diye.''

Yemenici Usta her bölüm ders gibi sözleriyle diziyi defter kalemle seyretmemize neden oluyor. Anlattığı hikayeler, yaptığı benzetmeler, verdiği altın öğütler hem Yemenici Usta’yı ve hem de Mahzun Dede’yi unutulmaz kılıyor zihinlerimizde. Bu bölüm de aşure tarifi üzerinden muhteşem  bir kardeşlik tanımlaması dinledik Yemenici’den. Şaşırdık. Hiç o gözle bakmadık ki aşureye bugüne dek. Hasılı öğrendik ki bakmayı ve ibret almayı bilene bir avuç nohut ve buğday da pek çok şey anlatabilirmiş.
Yazının kapak fotoğrafından anlaşılacağı üzere haftaya nurtopu gibi ‘Naciye’nin kıskançlık krizi’ konulu bir sorunumuz var. Sorun dediysek yanlış anlaşılmasın, aman. Naciye Erdem Hoca’nın notları arasında Zehr’aşk’ı buldu. Hamilelik hormonlarının da ona verdiği yetkiye dayanarak yerle yeksan oldu bir güzel. Değil ağlamak, kriz geçirdi adeta. O şiirin yeni yazıldığını düşündüğü için mi, eski olduğunu bilse bile Erdem’in kendisinden böyle bir olayı saklamasından mı bu kadar tepki verdi bilinmez. Erdem Hoca odaya girip Naciye’nin dağılmış halini görünce yüreği ağzına geldi. Naciye’nin elindeki kağıdı ona fırlatmasıyla da dünyası başına yıkıldı, ikinci kez. İlki hatırlarsanız Kara Lise’de arkadaşlarının kendisinden habersiz bu şiiri alıp dergiye göndermesiyle yaşanmıştı. Okulun bahçesinde herkesin gözü önünde dönemin okul müdürü tarafından yüzüne çarpılmıştı ilk kez. İkincisini de Naciye yaşattı Erdem Bayazıt’a. Ortada ne Zehra’ya aşık bir Erdem, ne Erdem’e aşık bir Zehra var fakat dönüp dolaşıp ayağa takılıyor bu şiir. Fakat Erdem Bayazıt yine de kıymıyor dizelerine belli ki, atamıyor bir kenara. İnsan en çok sözüne kıyamaz. O sözün muhatabı tarih olup silinse bile yeryüzünden, yine de yazılanlar silinmez. İnsan ağzından çıkanı bile geri alabilir pişman olup, fakat kaleminden dökülenlerin pişmanlığını yaşayan pek azdır. Erdem Bayazıt Naciye’ye kendini nasıl affettirecek, durumun izahını nasıl yapacak bekleyip göreceğiz.  Her ‘‘Naciye’m’’ dediğinde aşkı dilinden yüzüne, gözüne vuran bu naif şairi Naciye çok üzmez dileriz.
Haftaya görüşmek dileğiyle.
Emek verenlerin eline sağlık.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER