Yeşil, yemyeşil düzlüklerden uçuyordu Kara Ejderha. Altında uçsuz bucaksız verimli topraklar üzerinde yoğun, pamuk helvamsı bulutlar hızla yer değiştiriyordu. ‘Biraz da güneş olsa’ diye düşündü önce, çocukluğunun gençliğinin geçtiği yerleri hatırladı, Valiriya’nın ovaları ve kayalıkları onun hatıralarında hep turuncuydu, sıcak güneşin vurduğu çoraklıklar yeşili çabuk öldürür sarartırdı. Aşağıdaki kurulu düzene biraz da imrenerek bakmaya ve kuzeye olan belirsiz uçuşuna devam etti Balerion, doğa tüm cömertliğini soğuk ve karlı kuzeyin hemen aşağısında yer alan bu bölgelere bahşetmişti sanki.

Sınırsız koyu karanlık ormanların arasından, fırsat buldukça dışarı doğru taşmakta olan derelerin etrafında kurulmuş irili ufaklı taştan ve ahşaptan binalardan oluşmuş kasabalardan, köylerden geçiyordu çoğu zaman. Arasıra aşağıdaki minicik, karınca büyüklüğündeki insancıkların işlerini güçlerini bırakıp bazen sessizce, bazen merakla ama çoğunlukla korkuyla kafalarını kaldırıp yukarıda kanat çırpmakta olan yaratığı izlediklerini hissediyordu dev ejderha. Yine de bir süre sonra, sanki olağanüstü bir şey olmamışçasına, eski sakinliklerini koruyarak yaptıklarına devam etmeye geri dönüyorlardı. Acı ve özlem dolu bir gülümseme belirdi suratında, ‘buralarda yaşamak varmış’ diye hayıflandı, ‘ne çok eğlenirdim kimbilir, ne huzurla yaşardım.’
 
Denizden oldukça içerilere girmişti, tepe yamaçlarında kurulu pek çok kale görmüştü. Kalelerin etrafında parıltılı zırhlarıyla atları üzerinde ya da sımsıkı şekilde yere basan, ellerinde kılıçlar, kalkanlar, mızraklarla talim yapan pek çok asker farketmişti. Valiriya’nın çorağında kırık dökük silahları ve eski püslü zırhlarıyla gezinen insancıkları düşündü, kalabalık ama etkisiz bir çapulcu sürüsüydü buradakilerle karşılaştırdığında.
 
‘Burada insanlar neden savaşır ki? Her yer cennet sanki, bereketli diyarlar, insan neyi paylaşamaz burada?’
 
Buralara gelene kadar doğudaki zalim ve acımasız toprakları geçmişti, at binicilerinin sürüler halinde gezindiği uçsuz bucaksız bozkır denizini görmüş, dar denizin dalgalı ve kayalıklı adacıklarında hayatta kalmaya çabalayan teknelerin sert rüzgarlarla mücadelesine tanık olmuştu. Burası tam yaşanacak yerdi, burada insan neden savaşmak zorunda kalır ki?
 
‘Hırsları için yaşıyor oradaki insanlar, hep daha fazlasını istiyorlar, hiç yetinmezler. Gücü bir kez edindiler mi kaybetmemek için mücadeleyi asla bırakamazlar. Orası farklı bir dünya, anlaman için içerisinde yaşaman lazım, buradaki gibi bir hayatta kalma savaşı yoktur. Hep daha iyiye ulaşmak, elindeki zenginlikleri korumak kaptırmamak için yapılan savaşlar vardır’ demişti onu buraya göndermeden önce buzul ejderi.
 
‘Kuzeye git, onu bul, bana getir’, demişti ona Sinessidel. ‘Sana olan öfkesinin altında yatan aslında senin gücüne ve vahşiliğine olan hayranlığını gizlemek istemeye çalışması. Bu uğurda kuzeyde tek başına dehşet saçmaya çalışıyor ama zamanla ölümü çeliğin soğuğundan olacak. Lütfen onu bana sağ salim geri getir’ diye yalvarmıştı bitkin ve yorgun buzul ejderi.      
 
İşte şimdi dümdüz yeşillikler gitgide ardında kalıyordu Balerion’un, önünde yüksek tepeler ve uzakta bembeyaz dağlar çoğalmaya başlıyordu. Aşağısında uçsuz bucaksız uzanan seddin üzerinden sorunsuzca süzülürken. Aşağıda savaşan insancıkları izlemeye çalıştı bir süre Kara Ejderha. Siyahlar ve beyazlar giyinmiş iki taraf acımasızca birbirine girişmiş vahşi çığlıklar ve yerde yatan yaralıların iniltileri etrafı sarmıştı. Üzerlerinde uçmakta olan karaltıyı fark edenler kısa süreliğine de olsa mücadelelerine ara vererek şaşkınlıkla karışık bir merakla birbirlerine ve etraflarına bakıyorlardı.

İnsanların mücadelesine karışmak istemiyordu Balerion, istese tek bir nefesiyle hepsini yok edebileceğinin farkındaydı çünkü. Bembeyaz topraklara uçmaya devam etti dev ejderha, eskinin çelimsiz kardeşiyle, bir an önce yüzleşmesi gerekiyordu.

 

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER