Koşu bandında 100 km sürat yapan adam
Kar yağacak demişlerdi…
Karlı bir İstanbul sabahından merhaba... Malum, yılın son günlerini yaşıyoruz; kısa bir zaman sonra tarih çizgisinin son hanesindeki rakam atacak ve biz bir yeni yılı daha müthiş bir oburlukla kutlayacağız. Tıpkı, taze yağmış karı bozmak için sabırsızlıkla attığımız ilk adım ya da mis kokulu bir ajandanın ilk sayfasına eğri büğrü harflerle yazdığımız planlarımız gibi… İnsanoğlu dünyadaki kısa varlığını kıymetlendirebilmek ve anlamlandırabilmek için zaman zaman taze başlangıçlara, yenilenmeye ve döngüyü kırmaya ihtiyaç duyuyor. Hiç bir işe yaramayacağını bile bile…

Hızır Reis de kendi döngüsünü kırmak için Sibiryalı’nın 1 milyar dolarını çalıp altın janta çevirmişti, ne fantazi ama! Maalesef insanoğlunun yaptığı çoğu plan gibi, Hızır’ın planı da ölü doğdu. Amacı neydi Hızır’ın bir hatırlayalım… Sibiryalı’nın korumasında bulunan devlete ait parayı alarak devlete karşı pazarlığında koz elde etmeye çalışıyordu. Zira devlet, Nevzat suretinde masaya ve özellikle de Hızır Reis’e fena çullanıyordu. Meryem cezaevindeydi. Hızır’ın aldığı riski, sisteme çomak sokuşunu mantıklı karşılamış idik. Ama ne oldu? Hızır’ın planı ne işe yaradı? Devlet geri adım mı attı? Meryem’in dışarı çıkmasını mı sağladı? Valla ben öyle bir şey göremedim pek. Meryem, Nurten’in verdiği ifadeyle çıktı cezaevinden. Hızır parayı geri vermek için devletle anlaşmaya varmaya çalışırken, Sibiryalı’nın öfkesini çekti üzerine. Bu da yetmezmiş gibi, parayı Ünal’ın dolduruşuna gelen masaya kaptırdı. Bu sefer de parayı masadan almak için uğraştı. Bu arada Hızır’ın can damarlarından Şahin Ağa, sokak ortasında, kimliği belirlenemeyen Mahmut tarafından vuruldu. Olay var mı? Bol… Hızır adeta saatte 100 km hızla koşuyor ama koşu bandında… Zira sürekli yerinde sayıyor, aldığı hiç bir aksiyon hikayesini ileri taşımıyor. Nazlı’nın sürekli büyüyen karnı ve yaralanan ya da ortadan kaldırılan insanlar olmasa sürekli aynı günün değişik versiyonlarını izliyoruz diyeceğim ama belli ki zaman akıyor.

Şu sıralar hikayedeki en işlevsel, en izlenesi karakter kanımca Mahmut. Mahmut Şahin Ağa’yı yaralayarak, jantları çalarak hikayede adeta bir ateşleyici olarak görev alıyor. Jantların Şahin Ağa’da olabileceği mantığını da sadece kendisi kurabildiği için ayrıca alkışlıyorum onu. Kötü karakter dediğin böyle olur valla. Tamam hırslarına yeniliyor, neden kötü olduğunu anlayamadık dedik önceki yazılarda; ama bu bölüm özellikle abisinin kendisinin yerine İlyas’ı geçirdiğini öğrendiğinde, e haklı kendine göre dedik sanki hafiften. Adam aktif… Tahmin edilebilir işler yapıyor ama en azından bir şeyler yapıyor azizim. Konuşmakla kalmıyor, insiyatif alıyor ve uyguluyor.

Akıllı olan ben değilim, herkes çok aptal…

Bu bölüm Hızır’a ayrı  bir üzüldüm. Bremen Mızıkacıları gibi her biri ayrı telden çalan adamlarını mı idare etsin, evdeki olmayan otoritesini mi korumaya çalışsın, masadaki çatlak sesleri mi sustursun, Şahin Ağa’ya mı üzülsün, Ünal ve Nevzat’la mı uğraşsın? Adam resmen şaşırdı ne yapacağını… İşte bana hikayeyi bu denli tutkuyla izleten de, başta Hızır olmak üzere karakterlerin bu çok boyutluluğu. Karton bir kahraman tiplemesi değil Hızır Çakırbeyli. Hatalar yapan, zaafları olan, kimi zaman “hormonları” tarafından idare edilen, ne yapacağını bilemediğinde anasının yanına sokulup yatan, yaşayan bir karakter. Bu bölüm, sadece o Hızır’ın anasının yanına sokulup yattığı sahne için bile izlenirdi. Bu güzel sahneyi yazanı da, oynayanı da kutlarım. Oktay Kaynarca en ince ayrıntısına kadar üzerine giyiyor karakteri. İnsana ait tüm duyguları ustalıkla hissettiriyor bize. 

Bayramda el öpmeye de beklerim...

Bazen hikayede fazla karakter olduğu için, odak sorunu yaşandığını düşünüyorum. Mesela canım Tipi’min sahneleri ablasından neredeyse daha azdı bu bölüm. Sevgili senaristler, Hızır’ın adamları masayı fena basıyor. Ben Tipi’yi, Selim’i, Özer beyi daha çok izlemek istiyorum şahsen. Adamcağızlar anca yuvarlak masadan kalkıp, fidanlıktaki dikdörtgen masaya oturuyolar, ondan sonra hoop mangal, hepsinin eline birer kalem pirzola tutuşturuyorsunuz, bitiyor. Masaya yeni gelenler bile daha hızlı çıktılar valla. Özellikle Tipi’de malzeme var. Geçmiş bölümlerde arabasından inip, sadaka verecek adam aramasını hala açıp açıp izliyorum. Şu adama lütfen böyle sahneler yazın. Hikaye onların üzerinden yürümese bile, oyuncuların kalitesi ve karakterlerin boyutluluğu renk katacaktır işleyişe.

Kadınlar cephesi bu bölüm durgundu. Ayrıca üzerine bu denli vurgu yapılan 50 bin dolar meselesini de anlayan beri gelsin. Meryem Servet’e 1 milyon dolar vermedi mi? Nasıl bir yatırım sadece 20 ayda kendisini amorti eder? Servet belli ki fena çatlayacak. Kaldı ki, Meryem Nurten’e her ay mı 50 bin dolar verecek?! Nurten çok yakında dolar milyoneri olur, parasını bastırıp yuvarlak masaya oturur, benden söylemesi. Bu bölüm Nazlı ve bebeği hakkında merak ettiğimiz soruları Mübeccel sordu sağ olsun. Bebek n’olacak? Nerede yaşayacak? Nazlı’ya ne olacak? Bu arada Mübeccel-Servet ikilisini seviyorum. Bazen abartılı bulsam da, çevremde başkasının hayatlarını yaşamaya hevesli, başkalarının mutsuzluklarından beslenen pek çok insan olduğundan mıdır nedir, özellikle Mübeccel baya tanıdık geliyor bana.

Bu bölüm Ünal bey, Hızır için “o cahilllll, o köylüüüü…” derken çok tatlı değil miydi? Tarık Ünlüoğlu döktürüyor resmen. Ünal ve Hızır ilk defa bu bölüm açık açık restleştiler. İkisinden de heyecanla beklediğim hareketler bunlar. Hızır Reis masanın kukla başkanı olmayacağını ayan beyan açıkladı. Tam bir strateji adamı olan ve ilk defa bu bölüm sinirlenen Ünal bey bakalım öfkeyle kalkıp zararla mı oturacak?

Yine kim yaralandı ulan?

Yazarlardan ufak bir maruzatım olacak, lütfen şu İlyas-Esra aşkına biraz yüklenin. İlyas tek başına 10 kişilik sevme potansiyeli olan bir adam ve Esra, İlyas onu sevdikçe güzelleşiyor. Lütfen İlyas Esra’yı biraz kıskansın falan da Esra’nın varlığına katlanabilelim. Üzgünüm ama Esra hakkındaki hissiyatım bu. 

Hiç bişi beceremiyorum, ölebileceğimden bile kuşkuluyum…

Mahmut’un son olarak abisi Selim’i de yaralamasıyla, hastanedeki yaralı sayısı 2’ye yükseldi. Bakalım Selim de Şahin Ağa kadar şanslı olup kefeni yırtabilecek mi? Yoksa terk-i diyar eyleyerek masadaki yerini İlyas’a mı bırakacak? Bu soruların cevabını almak için önümüzdeki seneye kadar beklememiz gerekse de, EDHO için değer be! 

İyi yıllar :)
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER