Soruyor musun bunu? Cidden!!! Şimdi açıyorum bu kelimelerin
içindeki gerçekleri.
-Kızım senin kafan mı güzel? Neyin kafası bu? Bana da ver ne
içiyorsan beraber aynı kafada devam edelim.
-Yuh artık bu kadar mı safsın, halimi görmüyor musun?
-Sen bildiğin körsün ya!
-Ben sana daha ne diyeyim, ne yapayım anlaman için?
-Bu kız beni alt yazısız anlayamıyor sanırım... (Dublajda İtalyanca
falan konuşturuyor sanırım bu ekip beni, yoksa anlamaması mümkün değil!)
-Yok, yok! Bu kadar da kulağının üstüne yatılmaz artık!
Ortadan başladık ama bence en eğlenceli yerdi burası. Şimdi başa
dönelim.
Aynen geçen yazımda dediğim gibi Ömer "GİTME" dedi,
Defne yine bombaları sıralayıp kaçtı;
"Siz partiden İz Hanım'la çıkmamış mıydınız ?"
Evet,
çıktı ama eve onunla gelmedi, yani geceyi beraber geçirmeyecek. Üstüne üstlük, sen
bastın adamın damarına, ''Umurumda değil!'' diyerek, şimdi bir de hesap soruyorsun.
"Her şeyi daha karmaşık hale getirmeyelim!"
Daha
ne kadar karışacaksa. Ortalık pazar yeri gibi zaten adamın kafa allak bullak,
kısa devre yaptı yapacak Ömer'in beyni.
"Söyleyecek hiç bir şeyim yok!"
Eh baktı bizim
kız, Ömer'in kafa o kadar kıyak değil, on numara kaçış cevabını verdi yine. Bu kadar şeye rağmen nasıl bir şey yok diye
düşünürken, Ömer'e kal geldi haliyle ve Defne'de usta bir manevrayla tüydü
adam kendine gelemeden.
Öperek uyandırmak isteyen kızlar eqlesin :D
Beyni yanacak yakında Ömer'in benden söylemesi, adamın bütün
yaşam enerjisini çekiyor artık Defne'nin bu halleri. Yataktan iki dirhem bir çekirdek (!) uyumasından
belli, yeleğinin düğmelerini bile çözememiş baksanıza. Bildiğin sızmış garibim.
Bir bakış yeter mi gerçekten çökmüş bir adam için küllerinden
yeniden doğmaya? Bu sefer yete yazdı diyelim mi? Yoksa yetti mi? Göreceğiz bir
hafta sonra. Ömer'in yaşadığı en büyük yıkımlardan birini aşabilmek için
elindeki tek şey; sevdiği kadının bakışları. Yanında ona inanarak dimdik
durması.
Bu kadar kolay mı, gerçekten bir erkeği etkilemesi bir kadının? İşte dayanılmaz
gerçeği açıklıyorum; "Bu kadar kolay!" Kapalı kapılarının ardında o
desteği, içinde o huzuru hisseden her erkek bir şekilde kalkar ayağa, düştüğü
yerden. Hele iştigal alanı yaratıcılıkla ilgili ise. İlhamdır çünkü her çizginin
başladığı yer. Kafasının içindeki kördüğümlerin ucunu bulduğu anda, kalemine
mürekkep olur yaşadığı her an. Ömer'in kördüğümü de Defne olduğuna göre, o
yanındaysa kördüğümler çözülüyor demektir. Hele bir de uyuyakalan Defne, en büyük
ilham olsa gerek ( konuşmuyor, haliyle de çuval çuval inciri berbat edemiyor).
"Her şey olması gerektiği gibi!" Ömer yine
patlattı bombayı. Bu üstü kapalı, ''Ben seninle evleneceğim!'' sözleri zaman zaman
çıkıyor karşımıza Ömer bu sevdaya düştüğünden beri. Bizim kız da durumun
farkında ama, duymazdan geliyor her seferinde. "Defne'ye de yazık oyun kurbanı"
diyenlerin sesi şimdiden kulaklarımı çınlatıyor. Ama hep söylediğim gibi oyunu
bilmediğimizi varsayıyoruz. Yani Ömer'in gözünden bakıyoruz hikâyeye. E, hal
böyle olunca da Defne'nin duymazdan geldiği sonucu çıkıyor.
Bu tarz benim!
Gelelim İz-Defne-Ömer üçlüsüne. İz ve Ömer'in arasına yazdım
Defne'yi çünkü aslanlar gibi orada duruyor. Ama Defne orada dimdik durabildiği
için değil, Ömer onu tam da oraya koyduğu için. Ömer istemedikten ve Defne'den
vazgeçmedikten sonra bu değişmeyecek. Her ne kadar Defne kendini bu durumda
görmese de gerçek bu.
İz her şeyin farkında, çözmüş bizim kör düğümü. Ömer'e
sorupta alamadığı "Ne yaşadınız?" sorusunun cevabını Defne'den alıyor,
öteki dövmesi duruyor mu sorusuyla. Aklınca Defne'yi yokluyor, gördüyse birlikte
oldular demektir, diye düşünerek. Ama hesaba katmadığı bir şey var. Eğer bizim
kız biraz kıvrak zekâlıysa orada İz'in başka bir açık verdiğini anlar. Ne mi o
açık? İz de dövmeyi görmedi hala, orada durup durmadığını bilmiyor. Şükrü'nün
geçen hafta devirdiği çamlar sonucunda Defne'nin kendi kafasında kurduğu gibi,
Ömer'le geçirdiği özel bir gece de yok demek oluyor bu. (Son gelişi için geçerli
bir tespit tabii bu.)
Sonuçta o da bir insan ve bu gidişle ölümü Defne'nin elinden
olacak. Sebebini arıyor Ömer hala süren bu kaçmaların. Bulması da mümkün değil, onun penceresinden
bakıldığında. Erkek mantığıyla problem şöyle çünkü. "Ali ve Ayşe’nin birer
kalbi var, Ali kalbini Ayşe’ye verdi, Ayşe kalbini Ali’ye verdi, şimdi kimin
kaç kalbi var?" Basit yani dört işlem bile değil. Sen beni seviyorsun, ben
seni seviyorum neden birlikte değiliz? Sormaktan yorulmadı Ömer, niye böyleyiz
diye. Yorulmayacak da, yorulmasın da aslına bakarsanız. O sorguladıkça belki birgün
bizim kız da bir açıklama bulmak zorunda kalacak çünkü neden böyle oluğunu
anlatmak için. Ya da pes edip her şey olacağına varır diyecek. Ama unutulmaması
gereken küçük bir nüans var, o da "Fazla naz âşık usandırır!" Bizim kız
bu cevaba hazır olana kadar ortada bu sorunun cevabını hala sorgulayan bir Ömer
bulamayabilir.
"Baklavalarım var, ama fıstık ezmesi de yerim", %80'i baklava
yerine Türk kasına sahip bir topluma verilebilecek en yıkıcı mesaj da bu olsa
gerek. Yapmayın hocam böyle şeyler, kimse düşünmez sabahın beşinde spor yapmayı,
ama gömer bir kavanoz fıstık ezmesini, sanki baklavalar fıstık ezmesinden
kaynaklıymış gibi.
Şimdi bekleyelim bakalım dönülmez akşamın ufkundan tekrar aydınlıklara
çıkabilecek mi Passionis. İlk fragmana bakılacak olursa bir çözüm bulunmuş
gibi. Passionis kurtulur kurtulmasına da, bizimkilerin hali ne olur, o daha
beter bir bulmaca, denklem gitgide karmaşıklaşıyor malum, şimdi bir de Serdar
eklendi, tadından yenmez artık.