"Gün gelir de beni
Unutursun, unutursun", demiştin
"Kalbimdeki bu derdi
Uyutursun, uyutursun", demiştin
Ne ben (ne ben) seni unutabildim
Ne bu gönlümü avutabildim
Ne bu derdimi uyutabildim...
Eşref Rüya belli bir süredir beklenen, Ethem Özışık'ın yazdığı (ki benim en sevdiğim, işlerini izlemeyi beklediğim ve bu meslekte örnek aldığım isimlerden birisidir kendisi) Uluç Bayraktar'ın yönettiği, Çağatay Ulusoy ile Demet Özdemir'in başrollerini paylaştığı ve de önemli birçok oyuncunun yer aldığı dizi. Şimdi ben böyle sayınca kağıt üzerinde birkaç sıfır önde başlıyor zaten iş. Bunu aklımızda bir tutalım. İkinci olarak aklımızda tutmamız gerek ise Ethem Özışık'ın şu sözü: "Senaryo hikâyeyi anlatmak için değil saklamak için yazılır." Bunları aklımızda tuttuğumuza göre ilk bölüme başlayalım.
Dizinin açılışı 4 küsur sene sonradan başlıyor. Adeta Tony Montana gibi malikanesinde tek başına çarpışıp polisler gelmek üzereyken son bir kuvvet arabasına binen ama orada ölen Eşref'i görüyoruz. Bir de Eşref'i anlatan kişi var. Merak unsuru baştan içeri alıyor seyirciyi. Ne kadar sürede biz Eşref'in öldü dendiği zamana geleceğiz ve olayı anlatan kim? (Bölüm içinde tabii bunu öğrendik.)
Not: Jeneriği çok beğendim!
Hani Eşref'in arkadaşları, çok yakınları ya ama ben koğuş gibi (gibisi fazla) küçücük bir odada 4 kişi kaldıklarını görünce önce galiba eskiyi anlatacaklar, dedim bir kere, çünkü hiç beklemiyordum. Bu yapılan bir buluş ki aşağıda da yazdım bu konuyu. Ama bunu bir düzleme oturtmak lazım. "Neden?" sorusu çıkıyor karşımıza...
(Aklınızda bulunsun belki 2. bölümde açıklanmıştır ama ben izlemedim onun için bunu bilerek okursanız, yanlış bir anlaşılma olmasın.)
Hikâye anlatımında anlatılanın gerçeğe birebir uyması doğru bir şey değildir. Ama olanların anlatılan dünyanın gerçeğine uyması lazımdır. Onun için bu 4 kişi kalma olayı kendi dünyasında nasıl anlatılacak, merak ettiğim unsurlardan biri.
Bu dizinin bir aşk hikâyesi olduğunu kabul edelim, ben şahsen iyi aşk hikâyelerini sevsem de mafya hikâyesinin yerini hiç bir şey alamaz. Önce mafya tarafına baktığımızda hikayedeki örgütün Yetimler adında Türkiye'nin en büyük ya da en büyüklerden olan bir suç örgütü olduğunu görüyoruz...
Başrol diye bir mafyanın ve hikâyesinin güzellenmemesi lazım. Bu diziden bağımsız konuşuyorum. Eşref Rüya'da bu durum hakkında yetimlere sahip çıktıkları ve bir aile altında birleşmeleri bakımından pozitif yaklaşımlar beslense de işin bir diğer merkez tarafını Çiğdem, yeni amir ve Nisan, yani polis tarafı oluşturuyor. Kısacası iyilerin de önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz...
Kişisel bazda bakmadığımızda bir iyi-kötü savaşı da görüyoruz. Kişisel bazda baktığımızda önümüze prensipleri olan bir Eşref ile Eşref'e takan komiser Çiğdem'i görüyoruz. Demem o ki kötü olumlu prensipleri de olsa kötüdür. İyi ise yanlışlara rağmen iyidir, bence.
Örgütün çalışma sistemini, kimin kim olduğunu temiz bir sahneyle de izlemiş olduk Yetimler gününde. Ama ilk bölümden Eşref'in düşmanlarının da büyüklüğünü görmeliydik. Yani ben böyle sadece adı bile geçse büyük bir düşman aradım. Eşref'in şu an en büyük düşmanı polis ama senelerdir yakalayamıyor.
Kadir var, o gücü veremedi. Aşiret lideri de daha ilk bölüm Eşref'in düşmanı oldu... Umarım derdimi anlatabilmişimdir.
Aşk mevzusu da en güzel kısmı bence dizinin. Ama size kızgınım Eşref Rüya sakinleri. Kaç gündür "Unutamam Seni" dinliyorum. Olmayan için bir şey diyemem ama benim var bir unutamadığım.. unuttuğumu sandığım ama unut(a)madığımın farkına vardığım... Eşref de bana unutulmaması gerektiğini hatırlattı. Güzel sevmek zaten bir lütufken neden unutmak istersin ki... Vazgeç ama unutma. Unutma ki nefes almanın bir değeri daha olsun...
Eşref de sanki nefes alamıyor...suya muhtaç balık, kafesteki aslan adeta. Rüya'yı bir bulsa sanki derin bir nefes alacak... Seyirciye de bunu çok iyi yansıttılar.
Bir de unutmamak lazım, başlıkta da yazdığı gibi bir Rüya aradığı, dizide ne olursa olsun her şey buraya geliyor...
Çiğdem'in konusu ise apayrı bir dizi konusu aslında. Düşünsenize bir kadın polis mafyanın içine girer, mafya liderine âşık olur ve deşifre olmasına rağmen kafasına onu takar. Ben Çiğdem'i de Eşref'i yakalamak için girdiği mücadeleyi de sevdim. Bir de Çiğdem Afra'nın yaraladığı kişiye ne yaptı sorusu karakterin griliğini, iyi biri olup olmama konusunu yansıtmak için iyi bir seçim olmuş.
Ve Çiğdem'in tek derdi adaleti sağlamak değil. O, Eşref'in Rüya'ya olan aşkını kıskanıyor. Ve bununla bir mücadelenin içinde. Ki ben de bunu çok sevdim. Yani Eşref'in aşkını. Ve Rüya kim mevzusunu...
Nisan ise çok gerçek, çok bizden biri. Derdi ile duruşu ile tavrı ile. Belki bu sadelikten çok geniş bir yelpazeye sıçrama yapacak bir karakteri çıkacak...
Yakın zamanda ülkece feci bir deprem yaşadık ve burada da geçmişteki bir depremin hasarını alan bir abla kardeş görüyoruz. Bu abla kardeşin bağını oluşturmak için bize ağır bir drama yaşamış olmaları lazımdı ve bulunan konu günümüz psikolojisinde daha çabuk anlaşılacak bir konu olmuş...
Ama şuna da değinmeden geçmek istemiyorum. İlk başta Afra için karakter tarzı bakımından sırıtan bir karakter gibi bir düşünceye kapılsam da, artan sosyal medya ile artan iletişim gücü ile çok daha fazlasını yapan karakter tipleri gördüğümüz için o düşüncemden sıyrıldım. Ama bu kadar "salak" olmaması lazım. Eve götürüyor seni, hapse girmiş çıkmış ne olduğu ortada biri, amacı başka ne olabilir? Ki gördüğümüz Afra üniversite öğrencisi yani. Aklı başında da. Bundan dolayı Nisan'ı zor durumda bırakmak için yapılan bu hamle daha kuvvetli olabilirmiş. Tamam sonu kuvvetli de kaldığı ikilem olsun, korku olsun; ama işleniş bence sıkıntılı idi.
Senaryoda sahne buluşu dediğimiz şeyler vardır. Örneğin Nisan, kardeşi "Abla yetiş" dediğinde yola fırladı ve hemen taksi geldi. Dedim "Buna gene mi düşülmüş" diye ama baktım taksici "Bir yere yetişmem lazım" dedi ve böyle sahnelere de bir selam çakıldı. Bir diğeri de Kadir'in koşu bandında adamları koşturarak sorgulaması ama bir fark var: koşamayan ölür. Böyle sayabileceğim örnekler var, onun için tebrik ederim.
Yetimler sofrasının başı olan Yakup'un hasta olduğunu öğrenmemiz konusunda ikileme düştüm, bu olay birkaç bölüm da sündürülebilir, yani uzatılabilir ve hani bir gizem olarak ortada kalabilirdi. Tamam hikâye için Kadir'in öğrenmesi lazım, zaten iç düşmanımız Kadir. Bir kardeşlik bağı da var. Aynı adama baba gibi saygı da duyuyorlar ama kötü kardeş, daha iyi kardeşin ölmesini istedi. İşte bu çekişme arasında hastalık mevzusu gizem yaratsa çıkacak bu taht kavgasını da güçlendirirdi...
Uluç Bayraktar efsane işlerin yönetmenidir. 1. bölümde en dikkat çekici kısım rejiydi açık ara. Örneğin Eşreflerin ihaneti gömmeye giderken ki manzaralar, açılar... Emeklere sağlık.
Gelelim kıssadan hisseye: size ilk başta iki şeyi aklınızda tutmanızı istemiştim. İlki için şunu derim, ben bu kadar büyük bir kadrodan daha iyi bir iş bekliyordum. İkincisi içinse dizinin biraz daha kafa karıştırıcı şeylere ihtiyacı var...
Bu 1. bölüm yazısı olsun. 2. bölümü izlemeden yazdım çünkü. Bir de bayramdan dolayı ara verdi dizi. Bundan sonra diziye devam edeceksem her bölüm için de gelir yazı. Ha devam etmezsem de güzel bir hatıra olarak kalır bana.
Okuduğunuz için teşekkürler,
Naim.