"Gidişine inandıramayışım mı kendimi, ya da
gelişini hatırlamam mı her defasında?"
William Shakespeare, Romeo ve Juliet
Shakespeare, Romeo ve
Juliet ile günümüzden yüz yıllar önce aşkı bir kurtuluş umudu olarak sunar;
Şahin ve Nare’nin tek kurtuluş umudunun birbirleri olması gibi ancak arada
yüzyıllar olsa da aşk bazen sadece imkansızdır.
Romeo ve Juliet’in aşkı, saflığı ve tutkuyu
simgelerken, bulundukları dünya ve ailelerinin arasındaki anlamsız düşmanlık
onların duygularına yabancı bir kaos içindedir. Bu konu fazlasıyla tanıdık
değil mi? Senelerce hikayelere konu olmuş enemies to
lovers mevzusu bir klişe gibi görülse de bence asıl önemli olan hikâyenin
nasıl anlatıldığı.
Uzak Şehir’in ilk bölümlerinden beri Şahin ve
Nare’yi izlerken hep oraya ait gibi hissediyorsunuz. Sanki sizi Mardin’e
misafir ediyorlarmış gibi. Özellikle birlikte olan sahnelerinde, yalnızca
bakışsalar bile, sizi etkileri altına alıyorlar. Sanki Mardin’e gitsem sokağın
başından döneceklermiş gibi… Şahin ve Nare gerçekten de orada yaşıyorlar gibi,
gitsek bulacağız, tanışsak arkadaş olacağız. Çiftin bu kadar gerçekçi
gelmesinin en önemli sebeplerinden biri de tabi ki Alper Çankaya ve Sahra Şaş.
Mezopotomya’ya inanılmaz bir şekilde uyum
sağlamışlar, karakterleri adeta üzerlerine giymişler. Bu tarz oyunculuklar için
kullanılan karaktere ruh üflemek deyimi var, çok severim. Canlı olmayan birini
diriltmek gibi. Onlar da Şahin ve Nare’ye can olmuşlar aslında. Sanki
senelerdir birbirlerine aşıklar ve kavuşamıyorlar.
Ayrı ayrı Şahin ve Nare olabilmek takdir edilesi bir
oyunculuk ister ancak bir çifti seyirciye geçirebilmek bence çok daha zahmetli.
Aralarındaki uyum ve kimya o kadar iyi tutmuş ki canlandırdıkları çiftin
aşklarına da ruh üflemişler.
Klişe olan bir çıkış noktası gerek oyunculuklar
gerek aralarındaki uyum, çiftin derin hikayesi, senaryo, çekimler, kostüm
tercihleri ve ambiyans ile kendini oldukça izlenebilir kılmış böylelikle.
Her aşk az da olsa imkansızdır ancak Uzak Şehir’in aşklarının imkansızlığı tahminleriniz çok
ötesinde. Cihan ve Alya yeni yeni fark etmeye başladıkları hislerinin büyüklüğü
karşısında ezilirken, Kaya ve Zerrin bir bakıma ablası ve abisinin kaderini
yeniden yaşıyor. Çünkü Albora’da mutlu aşk olamaz. Albora’da güzel şeyler için
mutlaka bedel ödenir.
Çiftlerin her biri kendi içinde özel ve bambaşka
hissiyatlara sahip. Dizinin en büyük başarısının da bu hissiyatı korumak
olduğunu düşünüyorum. Şahin ve Nare imkansızlığın doruklarında olan ve her
bölüm mümkünmüş gibi daha da imkansızlaşan bir çift mesela. Sezonun en
imkansızları diyebiliriz hatta. Bir şey ne kadar imkansızsa daha ilgi çekici
değil midir zaten?
Tüm imkansızlıklarına ve aralarında onca kalp kırıcı
an yaşanmasına rağmen hâlâ Nare her durumda Şahin’i arıyor, Şahin ise hangi
durumda olursa olsun telefonu açıyor. Nare gel diyor, Şahin gidiyor.
Birbirlerini ne pahasına olursa olsun koruyup kolluyorlar. Yeri geliyor silah
çekiyorlar, yeri geliyor birbirlerine siper oluyorlar. Kimsenin bilmediği,
yalnızca onların bildiği ve yıllarca muhafaza ettikleri bir bağ var sanki
aralarında. Somut bir bağ. İkisini birbirine bağlayan incecik bir ip gibi.
Günümüzde böylesine saf ve salt sevgiler maalesef ki
pek rastlanır değil. Bir sevginin uğruna bunca acı ve mücadele çekmek de
alışılagelmiş değil. Bu sebepten ötürü Şahin ve Nare’yi ekranda izliyor olmak
içimde aşkın hâlâ bir yerlerde var olduğu ümidini yeşertiyor. Umarım bir
yerlerde hâlâ Şahin’in Nare’yi, Nare’nin Şahin’i sevdiği gibi aşklar vardır ve
imkânsız değillerdir.
"Gidişine inandıramayışım mı kendimi, ya da
gelişini hatırlamam mı her defasında?" Belki de bu kadar büyük
aşkların sebebi gidişlere inanmak değil de gelişleri hatırlamaktır. Birini ne
kadar seversek bize acı veren yönlerini bir o kadar yok saymaz mıyız zaten?
Belki de bize gidişlerini unutturan biriyle tanıştığımızda kalbimizdeki sevgiyle
baş edemeyecek kadar âşık olmuş oluyoruzdur, Nare ve Şahin gibi.
Eda Akça