Diğer aile
üyelerinin hikayesine girilmesi güzel, onlar da süs mankeni olmaktan çıktı ama
abilerin gönül ilişkilerini çok uzun izlemedik mi? Ben çok sıkıldım. Gerçi
Devran’dan kat be kat iyiler bu konuda. Biraz örnek alsa keşke de. Nerde... Şu
kebapçıyı açtınız orda oturup hep beraber bir yemek falan yiyin de ordan bari
birbirinize sararsınız da izleyecek eğlenceli bir toplu sahne çıkar. Şu güvenli
eve kapandıkları bölüm komikti. Kebapçıdaki polis olayı da yordu beni. Bari
orayı biraz daha farklı dinamiklerle eğlence için kullanın.
İmre ve Devran
sahneleri. Bu konuda ağzımı açmam. Çok iyi yazılıyor. Baştan beri hikâye
akışlarına bakarsanız ince ince, ilmek ilmek döşedi senarist onları. İki
bölümdür de bence çok geç kaldığı bu ikiliyi sonunda yazıyor. Bu ikilinin
yazımında yaptığınız şovu keşke dizinin genelinde yapabilseniz. İzlerken keyif
alıyorum. O derinliği hissetmek büyük keyif. Oyuncuların kimyaları, yazılan
replikler, aralarındaki git gel ilişki…
Devran’ın
İmre’yi kırmızı elbiseyle gördüğü o an. Gözlerini alamayıp ne söyleyeceğini
unuttuğu an, bana onu yüz yüze görüp de adını hatırlayamadığı o ilk anı
hatırlattı. Aynı bakış. “İçinden ne geliyorsa o an yapması lazım. Senin kendin
için istediğin hiç mi bir şey yok? Ne isterdin? Cevabı seni bile şaşırtabilir
dahi çocuk.” Başkaları için yaşamaya o kadar alışmış ki Devran 6 ay ömrünün
kaldığını öğrendiğinde bile ilk düşündüğü şey ailesi oldu. Kendisi için şu an
ne isterdi? Devran Karan için değil Devran için. Cevabı İmre biliyor. Ben
biliyorum. Sen biliyorsun. Devran da biliyor aslında da itiraf edip
kabullenecek cesareti hala yok. Kuduz beyciğim şöyle tak tak tak kafasını biraz
daha mı vursanız da belki artık savaşmayı bırakır. Hala savaşıyor. Kendisiyle.
Oysa İmre ona söylemişti. Savaşın kendinle olacak diye. Hayatının sınavı o. Tanıdıkça
onu daha da şaşırtan, karşı koymayı daha da güçleştiren, İmre’nin yoldan geçen
herhangi birisine bile söylediği “tatlım” kelimesini bu kadar kişiselleştirip
kıskançlık krizine girmesine sebep olan, bakışlarını kaçırmaya çalışsa da günün
sonunda kendini ona daha da kaptırmış bulduğu sınavı Devran’ın. Patlayacağını
tahmin ediyordum ama İmre’nin herkese söylediği tatlım kelimesine de bu kadar
kurulmazsın. Küçük bir oğlan çocuğunun kıskançlığı gibi onun kıskançlığı.
Kuduz'la konuşurken gözleri sürekli onun üzerinde. “Sen zaten it kopuk
seviyorsun.” Kız Rahibe Teresa gibi geziyor. Hangi it kopuğu, ne zaman sevmiş?
Kıskançlıktan delirdi iyice. Şükredelim ki ikiniz de korkak değilsiniz aranızda
birisi cesur. “Ben kral gibi adamlardan hoşlanıyorum.” Yani bu kız sana senden
hoşlandığını daha nasıl anlatsın? Yüz farklı şekilde bunu sana ima etti,
ediyor. Bu çocuğun dahi olduğunu tam olarak nasıl karar verilmişti birisi bana
hatırlatabilir mi? “Ben senin kralına benziyorum.” Biraz beyni çalışmaya
başladı sanki. İmre, Devran’ı her haliyle seviyor. Devran’ın olduğu kişiyi de
seviyor, olmaktan korktuğu kişiyi de, günün sonunda olacağı kişiyi de. Yoksa
kralı kaçırılmışken yine de onu kurtarmayacağını söylediğin halde senin yanında
durmazdı. Bu da yüz birinci aşk itirafı. Anlayana. E ama ben artık yorulmaya
başladım kız tarafının adım atmasını, çabalamasını izlemekten.
İkisinin
arasında aslında önemli bir fark var. Devran sürekli arka kapıyı kullanmaya
çalışıyor. Oysa kapı ön tarafta. Ön kapıyı denesen artık, arka taraftan
dolanmadan. İmre Devran’a dokunamıyordu, dokunmuyordu. Ama bu sefer onun o
yalnızlığı, gözlerinden onun yanında olmasına ne kadar muhtaç olduğunu görünce
dayanamadı tuttu elini. Oysa farkında değildi. Farkına varınca yine çekti
elini. Bu ona ilk ve son sahnesinden sonra ilk yenilişi. Onu öptüğünden beri
gözyaşı akarken de dokunamadı ona. Öleceğini öğrendiğinde de. Güzel seviyorsun
İmre sen. Senin aşkın koşulsuz şartsız. Sahi ne zor değil mi öleceğini bildiğin
birine bu denli âşık olmak. Kaybedeceğini bildiğin bir savaş bu.
*Böyle
birbirimize iyice yaklaşalım, öpüşecekmiş gibi yapalım ama öpüşmeyelim seyirci
çıldırsın. *
Ama İmre için
önemi yok. Önemli olan şu an. O yeter. Bunu Devran’a sürekli söylüyor. Senin
için Kuduz’u gerekirse vururdu da. O âşık olduğu adam için her şeyi yapabilecek
kişilerden. Aysel’in kızı o. Annesinin kızı.
O silahla
ilgili İmre’nin bir anısı var, belli. Bir şey var. Ne çıkar bilemiyorum çünkü
maalesef karakterleri tam olarak tanıyamadığımız için bilemiyoruz. Ama bir şey
çıkacak. Devran havalı havalı gitti İskender’i kurtarmaya ama Kuduz’dan
yiyeceği dayağı hesaba katamadı tabii. Kuduz karakterinin başka bir olayı yok
mudur? Kuduz beni her durumda güldürmeyi beceriyor. İmre Hanım. Pek de kibar.
Yine Devran’ı kurtarmak İmre’ye kaldı. Kız haklı, sen onsuz hiçbir şey
yapamazsın. Tatlım.
Devran hala 6
aya takmış durumda. Bir ara vicdana takmıştı, o bitti. Yerini 6 ay aldı. Tamam,
6 ay sonra öleceksin, anladık. Zaten korkaksın, daha da korkak oldun bu 6 ay
yüzünden. İmre’ye Allah sabır versin diyorum ne diyeyim. İmre Devran’a nasıl
dokunamıyorsa Devran tam tersi. Onun çenesinden tutup gözlerini gözlerine
dikebiliyor artık rahatça. “Belki bana yarın bir şey olacak. Belki ben yarın
öleceğim.” Devran duymaya dayanamadı ama gerçek bu. Kim yaşıyor ki sahi sonsuza
kadar? Devran buna bir türlü anlam veremiyor. Ne kadar ömrü kaldığını bilmesine
rağmen İmre’nin bunu umursamamasını. Onu terk etmemesini. Onun yanından
ayrılmamasını. Onunla ne kadar anı kaldıysa onu yaşamanın ona yetmesini. Hep
bir şeyleri hesaplayarak yaşayan Devran’a göre hesap ortadayken İmre’nin bu
hesapsızca yaşayışına bir türlü anlam veremiyor. Her seferinde şaşırıyor buna.
Matematik dehası Devran’ın hayat denkleminin en zor sorusu İmre. Bir türlü
çözemiyor. Çözdüğünü sandığı her seferindeyse yeni bir İmre çıkıyor karşısına. Küçük
bir çocuğu büyütür gibi İmre. Küçük bir çocuğa hayatı öğretir gibi.
“Acıtır.”
İmre’nin Devran’a düştüğü o ilk an. Birisi tarafından sahip çıkıldığını
hissettiği o an. Duygusal sahneler çok iyi gidiyor bu ikiliye. Bölüm boyu
eğlendiler, didiştiler, birbirlerine laf soktular, yakınlaştılar, o oldu, bu
oldu ama günün sonunda yine aynı hüzün… Aynı his. Aynı sızı. Yaşanacaksa
yaşanacak…
Senarist çok
güzel yazıyor bu paralel sahneleri. Her şeyi de eleştirmiyoruz canım, takdir
ediyoruz, lütfen. “Ben senin gibilere düşmem.” Onun gibiler… Ne demekse artık.
Aklıma geldikçe daha da sinir oluyorum. Madem ana hikâye istediğimiz gibi akmıyor,
aynı anda her şeye sahip olamıyoruz, çok da kötü değil ama tam o istediğimiz kıvam
yok, aksiyon yazmamaya tövbe edilmiş, bu lafların hepsini yedirtelim bari sayın
senarist, hepsini ama hepsini. O Devran bu kapıya gelecek.
*Geçen
bölüm altın patlattığım mekâna bu sefer sihirli sarmayla gireyim de seyirci
şaşırsın. *
Bu
yakınlaşmaların sonu bir yerde patlayacak, patlamazsa beni de şuramdan
vursunlar. O sorunun cevabını ben size söyleyeyim. Milyonlarca yürekteki o
sorunun cevabı. Herkes işi gücü bıraktı bunu düşünüyor. :) Devran İmre’yi ne
zaman öpecek? Bir, en fazla iki bölüme. Üç olmaz. Daha fazla dayanamaz bu.
İmre
karakterini Devran’dan ayrı da izlemek istiyorum. Sonunda böyle mafyatik işlere,
o dünyaya bir şekilde yani ne şekilde olursa olsun döndüğünü görmek güzel. Bu
aksiyona yakışıyor o. Buna da mı şükretmeliyiz ya, bilemiyorum. İnsan bir
yandan da korkuyor her an kebapçıda kapatma olacak diye. Kötünün iyisi sanırım
Devranla dolanması. Devran ana karakter farkındayım ama her karakter sanki çok Devran
odaklı gibi. Herkesin yolu ona bağlı olduğu sürece var gibi. Herkes kendi
kendine takılsın sonra ortada birleşirler.
Devran’ın
cinayet şüphelisi olarak gözaltına alınmasıyla bölüm bitti. Kuduz brosu da
yanında. Cesur yine yaptı Cesurluğunu. Cesur zaten sürekli kazanıyor. Bir iki
mağlubiyet alsa fena olmaz sanki. Bu işten nasıl sıyrılırlar bir tahmin
yürütemedim. Bölümün son sahnesini fragmana koyduğunuz ne iyi oldu ama. İzlerken
nasıl şaşırdık, nasıl şaşırdık…
Haftalardır
yazıyoruz işte bir şeyler, okuyan herkese, yorumlayan herkese selam olsun.
Canınızı çok da sıkmayın. Sevdiğimiz anlardan keyif alıp izlemeye devam
edeceğiz yapacak bir şey yok. O yeter.
Haftaya
görüşmek üzere. Haydi kalın sağlıcakla.