"Büyük
insanın iki kalbi vardır: Biri kanar, öbürü tahammül eder."
Halil Cibran
İnsan ruhunun derinliklerinde, iki kalbin sesi yankılanır.
Biri yaşananların acısını, kırılan hayalleri ve kaybolan umutları taşırken,
diğeri bu yüklerin altında dimdik kalmayı, karanlıkta bile bir ışık aramayı
öğrenir. Kanayan kalp, geçmişin izlerini taşır; tahammül eden kalp ise bu
izleri birer öğretiye dönüştürüp cesur bir yolculuğa çıkar.
Alya'nın eşini kaybetmesiyle adım attığı karanlık yol, onu
geçmişiyle yüzleşmeye ve kendi benliğini sorgulamaya iterken, Cihan, abisinin
emanetiyle geleceğini bir kez daha hiçe saymak zorunda kalır. İkisinin yolları,
geçmişin yükleri ve geleceğin belirsizlikleriyle çakışırken, biz izleyiciler
olarak bu karanlık yolların birbirine karışıp bir aydınlığa çıkacağına inansak da
Alya için bu yol, hayallerinden, özgürlüğünden ve benliğinden koparıldığı bir
sınavdır. Cihan içinse, hayatının her köşesine işlemiş fedakarlıkların bir
yenisidir—kendi geleceğine yaptığı bir ihanet…
Alya’nın cezaevi kapısında, Cihan’ın omzuna uzanan elleri
sadece bir destek değil, aynı zamanda suskun bir yoldaşlık sözüydü. Cihan’ın
içine hapsettiği korkular, o an Alya’nın dokunuşunda yankı bulmuştu. Belki Alya
farkında değildi, ama o küçücük hareket, Cihan’ın içindeki çaresizlik denizine
bir ışık gibi düşmüştü.
"Sırtımı sıvazlayan Alya ile yürümeyi çok
istedim."
Bir cümle daha ne kadar anlam taşıyabilirdi, bilmiyorum.
Çaresizliğini, kalabalık içindeki yalnızlığını ve hayatı boyunca omuzlanmak
zorunda kaldığı yükleri fısıldadı kulağıma, tek bir cümleyle Cihan. Aynı
zamanda Cihan’ın Alya’ya olan minnettarlığını, onun hayatına kattığı dengeyi de
anlatıyordu. Alya, Cihan’ın kaos dolu dünyasında bir sükûnet anı olmuş,
geçmişin ağırlığına karşı geleceğe uzanan bir umut kapısı aralamıştı. O sırt
sıvazlayışı, sadece bir teselli değil; aynı zamanda Cihan’ın özlemini duyduğu
bir yol arkadaşlığına duyduğu ihtiyacın sembolüydü. Çünkü bazen en büyük fedakârlık,
yanında biriyle susarak yürümekti.

Ve her birimizin beklediği o kırılma noktası: Alya'nın
Boran'ın vasiyetini öğrenmesi ve Cihan'ın yeniden kendi geleceğini Boran
yüzünden hiçe saymış olduğuna şahit olması... Bir insanın değerleri,
inandıkları ve geleceğe dair tüm umutları tek bir cümleyle paramparça olabilir
mi? Olur... “Alya ile evlen Cihan.” Bu cümle, sadece Cihan’ın geçmişinden
taşıdığı yükü değil, Alya’nın bütün hayatını da sarstı. Alya, Boran'ın
vasiyetini öğrenince, onu yolunu kaybettiği bir yolculuğa çıkaracak. Geçmişin
gölgelerinden kaçarken, Cihan’ın geleceğiyle karışacak hayatı. Kendi acıları,
Cihan’ın hayatına gölge düşürürken, Alya o gölgede kendi kimliğini
sorgulayacak. Çünkü bazen hayat, birine ait olmakla kendi benliğini kaybetmek
arasında ince bir çizgiye dönüşür. Alya, bu çizgide ilerlerken hiç farkına
varmadan Cihan’ın yalnızlığına şahane bir melodi, karanlığına ise aydınlık
olacak.
“Yalnızca kaybolduğumuzda, kim olduğumuzu gerçekten
bulabiliriz.”
Paulo Coelho
Hayat, bazen kaybolmuşlukla dolu bir yolculuktur. İnsan,
kimliğini ve değerlerini kaybettiğinde, o kaybolmuşluk içinde yeni bir
farkındalık uyanabilir. Her kayıp, bir yeniden doğuşun ya da gerçek benliğin
keşfinin habercisi olabilir. Ancak, neyi aradığını bilmeyen biri için her şey
daha karmaşık ve hüzünlüdür.
Nare, kaybın sadece fiziksel değil, ruhsal bir boşluğa
dönüştüğünü derinden hisseden bir kadın. “Ben sadece bebeğimi değil, yolumu da
kaybettim…” cümlesi, bir annenin kaybıyla birlikte kimliğini ve geleceğe dair
umutlarını da yitirdiğini anlatan güçlü bir itiraftır. Bu kayıp, onun iç
dünyasında yalnızca bir boşluk yaratmakla kalmaz, aynı zamanda kendini yeniden
bulma arayışını da başlatır. Şahin ile yaşadığı imkânsız aşk da Nare'nin
kayıplarını daha da derinleştirir. Bu aşk, ona hayata tutunma arzusunu
verirken, her seferinde daha da kaybolan bir umut olur. Şahin, Nare’nin içinde
derin bir sevda ve tamamlanmamış bir hikâye bırakmıştı. Bu aşk, ona hem bir
umut ışığı hem de ağır bir yük gibi gelmişti. Şahin’in varlığı, Nare’ye hala
bir şeyleri kurtarma arzusunu verirken, aynı zamanda sevdanın imkansızlığıyla
kaybolmuş bir geleceği işaret etmişti. Nare ve Şahin’in aşkı, her ne kadar
birbirlerine duydukları derin sevdayla şekillense de, imkansızlıkları arasında sıkışıp kalmıştı. Her yakınlaşma,
yalnızca birbirlerinden daha fazla uzaklaşmalarına neden oluyordu.
Her kayıp bir yeniden doğuşun kapısını aralar, ama bazen
kaybolduğunda insan neyi aradığını bilemez. Alya ve Cihan’ın yolu, kayıpların
ve fedakarlıkların içinden şekillenirken, Nare’nin kayıpları ona kimliğini
bulma yolculuğunda yeni bir anlam katmaktadır. Hayatın her karanlık anı,
yeniden var olmanın, kaybolan parçaların birleşmesinin başlangıcıdır. Bir adım
karanlık, bir adım ışık... belki de kayıplar, birer içsel yolculuğun
harfleridir; bu harflerle yazılacak en anlamlı hikâye, kaybolan duyguların yeniden
bulunmasıdır.
GENEL NOTLARIM:
Öncelikle
Kaya ve Sedat olayının üzerinden bir geçmek isterim. Ortada kadına taciz var ve
bu taciz sırasında yaralanan bir kadın, kadını kurtarmak için arbedeye giren
bir adam var. Kaya ve Sedat arbedesinde Kaya'nın tanığı olması ve Zerrin'in
Sedat'ın silahından çıkan kurşunla yaralanmasına rağmen tutuklananın Kaya
olması benim mantık sorgulaması yapmana sebep oldu. Her hafta reyting rekoru
kıran bir dizinin hukuk danışmanı ve lütfen mantık hatası olmasın. İzleyiciye
saygısızlık olur. Naçizane fikrim.
Sadakat'in
ısrarla Cihan'dan çocuk istemesi ve Cihan'ı tarafından bu hafta Deniz Cihan'a
rağmen soyun devam etmesi konusunun dile getirilmesi, daha önce aklımda olan
Boran'ın Ecmel'in oğlu olduğu gerçeğini bende doğrulamaya yetti. Keza Sadakat
kendi kocasının soyunun devamı için Cihan'dan bir erkek evlat istiyor ancak
Deniz Cihan Ecmel'in soyunun devamı. Boran'ın kendi oğlu olduğunu Ecmel'in
bildiğini düşünmüyorum açıkçası çünkü yine bence Boran'ın ölümünün arkasında
Ecmel yatıyor. Ve arttırıyorum abisinin ölümünün ardından da Ecmel'in yattığını
düşünüyorum.
Çokça
abartarak Kaya'nın cezaevi sahnelerine, Ecmel ile olan kavgasına ve Ecmel'in
bıçaklanma sahnesine değinmek istiyorum. Ters köşe, çekim acıları ve Atakan'ın
şahane performansını ayakta alkışlıyorum. Ekran başında çığlık atmama vesile
oldu sahne. Birinci bölümde yolun henüz başında olan Atakan için Uzak Şehir'in
onun için sağlam bir oyunculuk okulu olacağını söylemiştim. Hala aynı
kanındayım. Kaya Albora Atakan için bir müthiş bir öğretmen olacak.
Uzak Şehir tüm hüznünü ve imkansızlıklarına rağmen bütün
karakterleriyle rengarenk bir hikâye benim için. Her bir karakteri özel ve
oyuncusuna başkası olmazdı diyecek kadar yapışmış karakterler. Bu yüzden her
birine teşekkürü ayrı ayrı borç bilirim.
Yazan, yöneten, kamera önü ve arkası emeği geçen herkesin
yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın...