Christopher Nolan son filmi Oppenheimer’la birlikte 12 filmlik bir filmografiye sahip usta bir sinemacı. Nolan 1998’de vizyona giren ilk filmi Following’ten bu son filmi Oppenheimer’a dek hep erkek karakterleri ve ailelerini merkeze koyan bir filmografi inşa etti. Aile diye yazdım ama aslında çok az filmde ailelere yer verdi Nolan. Daha ziyade erkek kahramanları alıp onları aksiyonun ortasına atıp onların hayatta kalma mücadelelerini izlettiriyor. Memento, Insomnia, Interstellar, Dunkirk, Inception, Batman üçlemesi, The Prestige ve Tenet. Hepsinde erkek karakterler (kahramanlar) çetrefilli olayların ortasında hayatta kalma mücadelesi veriyorlar.
Erkekler aksiyonun merkezinde yer alıp günü kurtaradursunlar yazımızın asıl öznesi, Nolan’ın kadın karakterleri. Nolan sinemasının sorunlu tarafları arasında iyi bir kadın karakter yaratamama öne çıkıyor. Nolan’ın yarattığı kadın karakterlerin çok azı tek boyutu aşabiliyor. Genelde de bu karakterler ya ölüyorlar ya da intihar ediyorlar. Memento’da Leonard eşini amnezi hastalığı sebebiyle ilaç vere vere öldürüp film boyunca katili bulmaya çalışır. Bu filmde Leonard’ın karşısına Natalie çıkar. Natalie filmin de gizemine katkıda bulunan, 50’lerin meşhur femme fatale, diğer deyişle fettan karakterlerinin izinden giden bir karakter. Nolan’ın yarattığı farklı (eş-sevgili-anne dışında bir karakter olarak farklı) kadın karakterlerden. Fakat olaylar tamamen Leonard’ın (üstelik kısa hafızalı birisinin) perspektifinden aktarıldığı için Natalie pek derinleşmez. Onun amneziliğinden yararlanmaya çalışan birisi olarak kalır.
Nolan kariyerinin en iyi filmlerinden Memento’nun ardından bir yeniden çevrimle, Insomnia’yla karşımıza çıkar. Al Pacino’nun Alaska’da uykusuzlukla mücadele etmeye çalışırken bir katili bulmaya çalışan kirli bir dedektifi, Robin Williams’ın ise katili oynadığı bu filmde esas kadın karakteri, dedektif Ellie’yi iki Oscar ödüllü aktris Hilary Swank oynar. Film iki dedektifin el ele verip katili bulmaya çalışmalarını işlerken Ellie tabii ki arka planda kalır. Meşhur dedektif Dormer’a hayran olan çömez bir dedektifin ötesine geçemez rol. Zira odak tamamen Dormer’ın; onun batmak bilmeyen güneşle, bundan doğan uykusuzlukla mücadelesi ve katili bulup adaleti tecelli ettirme, kendisini de temize çıkarma (arınma) çabasındadır. Bu yüzden Ellie pek öne çıkamaz, dedektifimize yardımcı olmaya çalışan, işini en iyi şekilde yapmak için didinen bir kişi olarak kalır.
Nolan’ın en çok kazandıran filmlerinden Batman üçlemesindeyse kadınlar arasında Rachel öne çıkar. Karakteri Batman Begins’de Katie Holmes, The Dark Knight’ta Maggie Gyllenhaal canlandırır. Karakter ikinci filmde biraz daha fazla derinleştirilebilse de neticede standart bir ‘âşık/çocukluk arkadaşı/avukat’ olarak kalır. İkinci filmde Joker tarafından öldürülünce Nolan’ın “ölü sevgililer-eşler” listesine dahil olur. Üçüncü filme (The Dark Knight Rises) geldiğimizde Rachel’ın yerini Selina Kyle alır. Nolan’ın fantastik bir çizgi-romanı olabildiğince realist bir dünyaya uyarlama çabasının sonucu olarak Selina bütün kedi kadınlığından (Catwoman) sıyrılıp (yani realist olayım derken karakteri farklı yapan tüm özellikleri atarak) standart bir destekçi sevgiliye (kahramana yardımcı olan kişiye) dönüşür. Her zamanki gibi tek boyutlu bir portre mevcut burada. Önceki iki filmin aksine bu son filmde esas kadın karakter sayısı ikiye çıkarılır. Filmde Marion Cotillard’ın oynadığı Miranda/Talia Al Ghul da öne çıkar. Miranda filme Bruce’un yanında birisi olarak başlarken filmin sonlarına doğru Bane’in arkasındaki isim olarak gösterilir. Bu değişimin hakkıysa tabii ki verilemez. Zaten olabildiğince baştan savma, taslakvari bir senaryoya sahip olan, Nolan’ın Heath Ledger’ın ölümü sebebiyle çekmeyi pek istemediği, Warner’ın ısrarına yenilip çektiği filmde Miranda’nın esas kötü çıkması da Bruce’la mücadelesi ve intikam çabası da kötü işlenir. Ölümüyse Yeşilçam’daki berbat ölümleri bile geride bırakıp görüp görülecek en kötü ölümler arasına dahil olur çıkar.
Batman serisi arasında çekilen, Nolan’ın en iyi filmleri arasına dahil olan dönem filmi The Prestige’de de iki kadın karakter mevcut. Gene iki erkeğin mücadelesini işleyen, bu kez sihirbazlığa odaklanan filmde Rebecca Hall ve Scarlett Johansson esas kadın karakterleri canlandırırlar. Ama ne yazık ki bu filmdeki kadın karakterler de olabildiğince standart sevgili/eş karakterleridir, tek boyutludurlar, derinleşemezler; duygularına, erkeklerle ilişkilerine yer verilse de karakterleri çok tanıyamayız ama zaten Nolan için önemli olan erkeklerdir, onların rekabetleridir, rekabet için göze aldıklarıdır, bu rekabetle birlikte yoldan çıkmalarıdır. Kadınların bu filmlerde çok önemi yoktur. Nolan kötü karakter yazımını Interstellar’da da sürdürür. Burada Murph’ün 10’lu, 30’lu ve 70’li hallerine yer verirken kahramanımızın yanına Anne Hathaway’in karakteri astronot Brand’i koyar. Murph’ün 10’lu yaşları babasından ayrılmak istemeyen standart duygusal bir çocuk, yetişkinliği baba özlemi çeken standart bir bilim insanı portresi olarak kalır. Dunkirk’e geldiğimizdeyse... Bu filmde kadın karakter yoktur, zaten film 30 sayfalık bir senaryoyla sete çıkıp İngiliz ordusunun Dunkirk’teki hayatta kalma mücadelesini işler. Bu arada Inception’a değinmemişim; ehh orada da durum farklı değildir. Elliott Page’e paslanan rol olabildiğince klişe bir roldür ve bir evreni keşfeden (izleyiciye evreni anlatmanın bir yoludur bu) roldür. Erkek bir karakter de olabilirdi, zaten kadınlığına dönük bir ayrıntı da mevcut değildir. Marion Cotillard’ın hayat verdiği Mal ise Nolan’ın intihar eden, depresif eş portrelerinden birisi olarak tarihe girer.
Fakat Nolan olumsuz eleştirileri okuyan birisi. Bu yüzden son filmlerinden Tenet’te ölü eş yazımına nokta koyar. “Güçsüz, intihar eden/öldürülen eşler, sevgililer” portresini Tenet’te sonlandırmaya karar verir. Çünkü nereye kadar? 30 yıl boyunca her filminde kadınlar ölmektedirler. Üstelik de filmde tek boyutludurlar, merkeze alınmazlar, filmde erkeği gittiği yere dek desteklerler, ardından ölürler ve karakterin mücadelesi (intikamı/rekabeti) için sebep (itici güç) olurlar (Rachel’ın ölümünden sonra Bruce’un Joker’den intikam alma çabası, Cobb’ın intihar eden eşine dair duyduğu özlem yüzünden rüya bağımlısı olması, en sonunda bu bağımlılığa nokta koyma çabası, Memento’da Leonard’ın eşinin intikamını almaya çalışması vs). Yani kadınların Nolan filmlerindeki amacı budur: Erkeği desteklemek ve mücadelesinin sebebi olmak veya mücadele ederken ona yardımcı olmak (The Dark Knight Rises’da Selina’nın kötülerle mücadelede Bruce’a yardımcı olması). Başka da işlevleri yoktur genelde. Kimdir bu kadınlar, neyi severler, neden depresyondadırlar, niye intihar ederler, niye mutsuzdurlar? Yanıtlar ya yoktur ya da varsa da klişedir, standarttır.
Tenet’e dönersek... Elizabeth Debicki’nin canlandırdığı Kat, Rus gangsterin eşidir. Eşinden şiddet gören Kat filmin sonlarına doğru güçlenip eşini öldürür ve bu ölüm kalım savaşında hayatta kalabilen nadir kadınlardan olur Nolan sinemasında. Evet, Nolan gelen eleştirilere hak verir ama yapabildiği tek değişiklik bu olur. Normalde ölecek karakteri hayatta tutar. Normalde protagonistin öldüreceği kötüyü de kadın karakter öldürür. Böylelikle Nolan “güçlü kadın karakter” yazdığını sanmış olur. Karakterse her zamanki gibi olabildiğince tek boyutlu yazılmış, standart bir annedir. Zaten Tenet de yönetmenin en kötü filmlerinden olup çıkar. Karakter tek boyutlu ve standart bir eş olsa da ölmemesi ilerisi adına umut verici.
...diye düşünürken biyografik film Oppenheimer’da da (bu kez “mecburen”) ölen sevgiliye yer verdi Nolan. Florence Pugh’a paslanan yetenekli, umut vaat eden, zeki öğrenci Jean de Nolan’ın mezarlığına girer. Ama gerçekte de karakter gencecik yaşta, FBI baskısı yüzünden öldüğünden pek bir şey diyemiyoruz. Burada diyebileceğimiz tek şey Jean ile Kitty’nin (Oppenheimer’ın eşi) tek boyutlu karakterler olarak filmi noktaladıkları. Zaten Jean’in ekran süresi çok az. Kitty daha önplanda. O da standart bir eş olarak yazılmış.
Velhasıl... Nolan sineması, ‘erkek sineması’dır. Erkeklerin merkezde olduğu, intikam kastıkları, kötülerle, düşmanlarla mücadele ettikleri, günü/dünyayı (=Amerikayı) kurtarmaya çalıştıkları, ulvi görevleri de genelde başarabildikleri, katharsisi sağlayabildikleri bir sinemadır. Bu sinemada kadınların işlevi erkeğin mücadelesini desteklemek veya mücadelenin sebebi olmaktır (veya sebepleri arasında yer almaktır). Ulvi kahramanımızın yanında olmayan kadınlarsa karşısındadırlar ve tabii ki o zaman da ölmeleri gerekmektedir. Nolan’ın sineması erkek sinemasıdır, Nolan’ın sineması kadın karakterler mezarlığıdır. Bu durum Tenet’te sonlanmışsa da derin kadın karakter yazma aşamasına henüz geçilememiştir. Dileriz bir gün standart kadın karakterlerin dışında kadınlara da yer verdiğini görürüz. Kendisi kadın karakterleri yazamadığı için bunun için destek alması gerekir, destek alır mı göreceğiz.
Bu arada Nolan’ın daha ziyade TV’de ünlü olan kardeşi Jonathan Nolan ağabeyinden daha iyi kadın karakterler yaratmakta. Westworld’ün Dolores’inden Charlotte’una, Maeve’ine; Person of Interest’in Root’una, Sameen ve Joss’ına dek yarattığı kadın karakterler, Nolan’ınkilerden daha derin, daha etkileyici ve hipnotize edici roller. Küçük Nolan büyüğünü bu açıdan çoktan geçti. Ama bunun sebebi, Jonathan’ın senaryoları eşi Lisa Joy’la birlikte yazması. Belki de Nolan’ın ihtiyacı olan destek buradadır.
Nolan’ın Filmlerinde Ölen Kadın Karakterleri:
Mal (Marion Cotillard) - Inception
Talia Al Ghul (Marion Cotillard) - The Dark Knight Rises
Rachel (Maggie Gyllenhaal) - The Dark Knight
Jean (Florence Pugh) - Oppenheimer
Leonard’ın Eşi (Jorja Fox) - Memento