“Nasıl bir his biliyor musun? Oda çok geniş ama
sığamıyorsun, bak kapı orada ama çıkamıyorsun, pencere açık ama nefes
alamıyorsun.”
Şahsiyet
"Gerçekler ortaya çıktığında, Zeynep ya benim
düşmanım olarak kalacak ya da en büyük vicdan azabım olacak." Dedi
Eren'e Halil, içine düştüğü şüphe kuyusunda her şeye rağmen Zeynep'e dair
masumiyet ışığını ararken. Defalarca ama defalarca kalbi ile aklı arasında
sıkışıp kalan Halil'i izledik biz, yüz bölüm boyunca. Ve fakat hiç biri
Zeynep'in masum olma ihtimalinin bıraktığı o çaresizlik kadar büyük etki
yaratmamıştır muhtemelen onda. Bocalamıştı Halil; kalbinin bir tarafı feraha
uğrarken diğer tarafı Zeynep'i maruz bıraktığı tüm kötülükler yüzünden
vicdanıyla boğuşur haldeydi. Bir gerçek bir insana aynı anda hem hayat verip
hem de nefesini kesebilir miydi? Belirsizlik ve ihtimaller yüzünden
karmakarışık duyguların rüzgârında savrulup duruyordu, Halil. Zeynep'e
âşık olduğunu anladığında bile bu denli karışmamıştı. Anne ve babasının
mezarından aldığı bir kavanoz toprak yetmişti, kendine ve hissettiklerine karşı
gardını almaya. Halil için hangisi daha zordu? Vicdan azabına katlanmak mı
yoksa kalbiyle savaşmak mı, bilmiyordu. Cevabını bilmediği soruların karanlığında
boğuşurken vicdanının altında ezilmeye de razıydı Halil; ucunda Zeynep'in masum
olma ihtimali varsa şayet. Keza Zeynep masumsa özgürdü artık tüm duyguları…
Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi bir zoraki kuralı
vardı. Eren'in getirdiği hastane kayıtlarıyla birlikte Halil içinde
savaştırdığı soruların cevabıyla, acı bir şekilde yüzleşmiş oldu. Dünya mı
başına yıkılmıştı yoksa gerçekler mi çok fazla ağırdı, tartışılır. Halil'in
gözlerinden dışarıya yansıyan vicdan azabı ve gözyaşlarındaki o masumiyet
sevinci birbirine karışmıştı adeta. Zeynep’in masum olduğu gerçeği kursağında
kalmıştı. Yıkılmakla yok olmak arasında kalakaldı, Halil. Yer yarılsa ve
yerin on kat dibine girse razıydı. Sanki aldığı nefes dar, baktığı her yer
derli toplu ve fakat kendi paramparçaydı. Bağıra bağıra, son nefesini son kez
vermek ister gibi derli toplu her yeri kalbine benzetmek istercesine dağıttı,
Halil. Keza kendi bu kadar dağılmışken her yerin bu kadar derli toplu olmasının
bir anlamı yoktu…
Sanki bir göç vardı Halil'in içinde. Nereye gideceğini
bilemediği, nerede soluklanması gerektiğini kestiremediği ve nereye gitse
varamadığı bir göç. Sığamadı Halil odaya. Sığamadı çiftliğe... Uçsuz bucaksız
maviliklere saldı kendini. Belki de Zeynep'in dalamadığı o masmavi gözlerine
dalmak ister gibi. Geçmişle yüzleşti kendi içinde, Halil. Geçmişe gitti
defalarca. Kötü bir filmin akılda kalmış kesitleri gibi gökyüzünde izledi
Zeynep’e yaşattığı onca ağır travmaları. İyi insanların herkesle hesaplaşması bitse
de kendiyle, kendi içinde, kendi vicdanıyla asla bitmezdi. Halil'de kendi
içinde kendi mahkemesinde kendi kendini sorguladı durdu, gerçeklerle yüzleştiği
ilk andan itibaren… Bir adam vardı şimdi Halil'in elinde; bir sevda, bir
rahatlama ve bir de pişmanlık...
"Onca kötülüğü nasıl yapıştırdım senin o naif,
merhametli kalbine." Ben Halil'in konuşurken ki içi içine
sığamayan pişmanlığında ve Zeynep'in gözlerindeki hayal kırıklığında kaybolmaya
kendimi hazırlamışken hayali bir itirafın pençesine takılı kaldım. İşte tam
burada kocaman bir aşk olsun diyorum yazan kalemlere. Ben bölümün gecesinde bu
itirafa methiyeler yazmışken bana da yapılmazdı bu yani! Ama olsundu, vakti
geldiğinde yine yazarım. Keza ben gerçeğin Halil’in itiraf etmesinden ziyade
Zeynep’in kendisinin öğrenmesinden yanayım. Bu şekilde hikâye gideceği yolda
daha verimli olur diye düşünüyorum.
Mutluluk ve pişmanlık ne kadar zıt bir eylemdi değil mi?
Halil, Zeynep'in masumiyetine kalbiyle sevinç naraları atarken gözleriyle
pişmanlığını haykırıyordu adeta. Zeynep’ten gelen tek bir cümle yetti Halil’e:
‘’İşlemediğim hangi günahın bedelini ödettin bana?’’ Hayal ederken bile
yüzüne bakamadı Zeynep'in, Halil. Yüzüne bakmayı bırak kalbini bile dönemedi
Zeynep'e karşı... Olmazlara meyillidir ya insanlar, Halil de bir olmazın
imkânsızlığını bile bile âşık oldu Zeynep'e... Sonunun nereye gideceğini
kestiremeden kendi yandı, yandıkça Zeynep’i de yaktı kalbindeki nefret ve aşkın
verdiği çaresizlik duygusuyla. Halil öğrendiği gerçekle birlikte kalbi ve
aklıyla savaş verirken hayalini kurduğu itiraf sahnesi aslında Zeynep’in
gerçekleri öğrendiğinde göstereceği tepkinin bir ön fragmanıydı. Takılıp düşmek
ayrı, sırtını birine yaslamışken düşmek ayrı bir şeydi. Zeynep Halil ile
karşılaştığında tökezleyip düşmüş gibiydi. Ne kadar canını yakarsa yaksın bir
yabancıdan ibaretti ona Halil. Canını yakabilirdi ama onu üzemezdi. Ve fakat
şimdiki Halil bambaşkaydı. Güvenmişti, inanmıştı; kalbindeki o merhameti
görmüştü ve dahası kendi kalbinde ona bir oda vermişti, Zeynep. Duyduğu,
duyacağı tüm gerçekler Zeynep’i üzmekle kalmayıp alt üst edebilirdi. Şimdi
Zeynep'in içine düşeceği o büyük hayal kırıklığını ve öğreneceği gerçekle
kaybolacak olan kalbini yorumlayacağım günü beklemekteyim...
Bir itiraf hayalinden uyanmışken Zeynep’in bilincini
kaybedip gözlerini kapadığı esnada Halil’in kalbinde biriktirdiği her şeyi
Zeynep’e itiraf edişinde kaldık.
Zeynep Halil için masmavi bir okyanustu; onu güzelliği ve
dinginliği ile cezbeden ve fakat derinliği ile ürküten…
‘’Ben senden kaçtım. Ben sende kayboldum. Ben sana
direndim. Ben sana öfkelendim. Ama sonunda sana yenildim... Şu kalbin seni
seveceğini bilemedim ben Zeynep!’’
Zeynep Halil’in asi tarafını ehlîleştirmişti.
‘’Ben seni tanımadan önce kalbi nefret dolu adamdım,
yalnızdım, çaresizdim. Sen gelince hayatıma hayat buldum ben Zeynep. Bir bilsen
bendeki yerini…’’
Zeynep ile Halil bir yapbozun kaybolan iki parçasıydı; biri
eksilse diğeri tamamlanamazdı.
‘’Bana bir türkü söyler misin?’’
‘’Söylerim ama birlikte söyleyeceğiz. Ben artık sensiz
hiçbir şey yapmak istemiyorum.’’
Ve Zeynep ile Halil birbirlerinin fark edemedikleri
mucizesiydi.
‘’Bizim hep bir mucizemiz oldu...’’
Yüzüncü bölüm benim için yorumlanması en zor bölüm oldu
diyebilirim. Keza olay örgüsü tek sahne olan ve fakat muazzam kurgu ve replikle
dolup taşan bir sahneydi. Halil’in Zeynep’in canıyla yeniden sınanması ve bu
kez onu düşmanı değil de tamamen kalbi olarak görmesi izleyen herkesi büyüledi.
Şimdi izninizle teşekkür bölümüme sırayla özel paragraflar
açmak istiyorum:
Halil’in Zeynep’in masum olduğunu öğrendiğindeki o huzurla
birlikte içini saran vicdan azabını Gökberk Yıldırım öyle mükemmel giyinmişti
ki; gözleri sevinç çığlıkları atarken gözyaşları pişmanlığını bağırıyordu
adeta. Ben Halil’in çaresizliğine ve pişmanlığına kalben inandım.
Hayali itiraf sahnesindeki o utanç ve ne diyeceğini bilmez hallerini; harabe
evde Zeynep’e bir şey olacak korkusunu, bilhassa sesine o kadar kusursuz
yüklemişti ki, Gökberk tamamen Halil olmuştu. Harabe evde sesi titreye tireye
her Zeynep deyişi içime işledi adeta. Dili değil de kalbi Zeynep diyordu sanki.
Daha önce de birçok kez Halil’e aşkın çok yakışacağını ve sevgili Gökberk’in bu
aşkı Halil’e çok güzel yükleyeceğini dile getirmiştim. Yanılmadım. Aşk Halil’e
inanılmaz çok yakıştı. Ayrıca havalar yeteri kadar ısınmamışken buz gibi
deniz suyuna maruz kalmak da büyük fedakârlık. En başta seslendirdiğin şarkı
için sesine, emeğine, yüreğine, iş aşkına sağlık Gökberk Yıldırım…
Söz konusu Zeynep olduğunda hep paragrafa ‘’Zeynep! Zeynep! Zeynep!!!’’ diye girmek istiyorum. Benim güçlü,
naif ama bir o kadar hayat mücadelesine inatçı kızım. Ve tabii ki Cemre… Sadece
sesiyle bile bir karakteri ortaya koymayı başarabilen; benim yeni tabirimle
"Sesinde ışık olan Cemre." Kulaklarımda hala ‘’İşlemediğim hangi
günahın bedelini ödüyorum?’’ dediği andaki sesinin tınısına yüklediği o hayal
kırıklığı ile gözlerinde duymaktan korktuklarına karşı bıraktığı gözyaşları
var… Harabe evdeki sahneye hangi cümleyi kursam eksik kalmaz diye düşünüyorum
kaç gündür. Gökberk ve Cemre karşılıklı oynamamış karakterlerini şaha
kaldırmışlar adeta. İlmek ilmek işlenmiş Cemre her cümleyi ve her cümle için
karakterine yüklediği o duyguyu. Korkusu, paniklemesi, pes etme duygusu ve
Halil'in anlattıklarına karşı yüzünde oluşan acıyla karışık tebessümü... Benim
Cemre Arda'nın Zeynep'e yüklediği acıya ve hüzne karşı kelimelerim kifayetsiz...
Emeğine, yüreğine, iş aşkına sağlık Cemre Arda...
Benim için kolay kaleme alınmış bir bölüm olmadığını bir üst
paragrafta da dile getirmiştim. Duygular karmaşasının içinde benimde duygularım
karma karışık oldu. Elif hoca ve ekibi tüm repliklere kadar ince ince yazmış,
oyuncular da altını ilmek ilmek doldurmuştu. Deniz sahnesi çekiminin
muazzamlığını dile getirmezsem bir şeyler eksik kalır sanki. Özellikle dron
çekimi... Harabe evdeki düşüş sahnesi; olduğu gibi emek kokuyor... Burada da
Halil hoca ve ekibinin önünde saygıyla eğiliyorum. Her sahnenin emeği çoktur
ama eminim ki harabe ev sahnesi en zahmetlisidir. Emeklere sağlık. Ek olarak
söylemezsem dilim şişer; bana sorsanız 99. Bölüm mü yoksa 100. Bölüm mü diye,
benim dalyam 99. Bölüm derim. Emek her iki bölümde de çok çok fazla var, eminim
ancak benim uzun zamandır beklediğim bölümdü Halil'in Zeynep ile ilgili gerçeği
öğrenmesi.
Benden bu kadar. Sürç-ü lisan ettiysem af ola. Yazan,
yöneten, oynayan, kamera arkası ve önü emek veren herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.