Kan Çiçekleri: Sağlıcakla gel Pirinç Karabey

Kan Çiçekleri: Sağlıcakla gel Pirinç Karabey
’Hayat nedir?" sorusuna böyle cevap vermişler:
Sokrates  "Istırap"
Nietzsche  "Güç"
Picasso  "Sanat"
Gandhi  "Savaş"
Dostoyevski  "Cehennem”
Peki, Baran'a göre "Hayat nedir?"

Annesini gözlerinin önünde kaybetmesi ve babasının yıllarca yatağa bağlı kalmasıyla en büyük ıstırabı kendine yol arkadaşı yapmış, Baran. Küçük yasta koskoca aşiretin sorumluluğunu üstlenerek güç sahibi olmuş... Tüm bu yüklerden kurtulmak istercesine, belki de herkesten sakındığı duygularını sanata dökmek isteyerek tasarımı sokmuş hayatına; yalnızlığıyla, öfkesiyle, kaybettiği tüm duygularıyla belki de bu şekilde başa çıkmış... İçinde büyüdüğü davanın son bulmasını sağlamak için tercih ettiği yolda aşkı bularak kalbiyle büyük bir savaşa girdi, Baran. İntikamı, nefreti, buz tutmuş kalbi yenik düştü Dilan'ın saf ve merhamet dolu kalbine karşı ve yenildi Baran. Aşkı buldu tüm güzel yanıyla. Sardı, sarmaladı; zaman zaman kendi sarmalandı sevdasıyla. Yeniden yeşerdi kalbinin kurumuş dalları... Defalarca Dilan'ı kaybetme korkusuyla karşı karsıya kalarak cehennemi yaşadı, Baran. Kaç kere cehennemin kıyısından çekip aldı, kaç kere yetişememe korkusuyla sınandı, kim bilir. Bu kez sadece sevdiğini kaybetme korkusu değildi karşı karsıya kaldığı; kendinden bir parça daha vardı orada, hem de en savunmasız haliyle. Peki, herkes hayatı tek bir kelime ile ifade ederken Baran’ın ıstırabı, gücü, sanatı, savaşı ve cehennemi en dibine kadar hayatına misafir etmesi fazla değil mi? Sahi kendini lanetli birisiymiş gibi hissettiği olmuş mudur acaba Baran'ın? Sanki kimi sevse, kime sarılsa, kime sığınsa kaybedecekmiş gibi...


 
“Oğlum kendi çocukluğunu yaşamadan bu evin babası oldu.” demişti Kudret Karabey, Ahmet amcayla konuşurken. Yarım yamalak kalmış çocukluğunu Cihan’ı büyütmeye adarken Baran, ruhunun bir tarafını annesinin öldüğü yaşta bırakmıştı hiç şüphesiz ki. Tek bir sorumluluğu yoktu; hem anne, hem baba, hem de abi olmak zorundaydı, Cihan karşısında.  Ve fakat şimdi mevzu bambaşkaydı. Söz konusu can dediğinden gelen bir başka candı. Onu daha çok hayata bağlayan, daha çok içine yaşama sevinci katan ve daha çok yüzünün gülmesini sağlayan küçük bir can... Dilan atan kalbiyken Baran'ın, bebeği aldığı nefes olmuştu kalp atışlarını ultrasonda dinlediği ilk andan itibaren. Sabahı sabah edemediği mutluluğunun bir diğer sabahına yeni bir kaybetme korkusuyla karşı karsıya gelmişti yeniden Baran... 
 
Telefonun ucunda Dilan'ın çığlıkları karşısında ne yapacağını bilmeyen Baran ile ağaca çarpmış arabanın kapısını açmaya korkan Baran'ın yaşadığı o çaresizlik ölümüne kapışır bende. Ne yapacağını, nerede arayacağını bilemez bir şekilde kalbinin onu yönlendirdiği yöne giderek aradı Baran Dilan'ı, ucu bucağı belli olmayan ormanın içinde. Dilan her düştüğünde yüreğinde hissetti Baran onun canının yandığını ve hissettikçe onu bulamamaktan ziyade geç kalmaktan korktu. Duramadı, nefes alamadı, bekleyemedi ve hatta sığamadı koca ormana Baran, yerde gördüğü kan izlerinden sonra. Herkesin de dediği gibi; Baran hep bulmuştu Dilan’ı ve yeniden buldu, yine geç kalmadan...


 
Dilan'ı bulmasıyla sönmemişti maalesef bu defa cehennem ateşi Baran'ın; bebeğinin verdiği hayat mücadelesiyle birlikte daha çok harlanmıştı ateşi. Ruhunun derinliklerinde kabul edemediği çok büyük bir korku vardı Baran'da; sanki o korkuyu kabul etse, korktuğu başına gelecekmiş gibi. Sığındığı tek limandı Baran'ın Dilan ve limanı alabora olmak üzereydi. Kalbini, korkularını, sevinçlerini ve hüzünlerini demir atacağı yer kendinde değildi. Ne içindeki sokaklara sığabildi Baran, ne de dışarıdaki dünyaya. Vurdu kıyısına, fırtınadan alabora olmuş limanının. Sığındı yine yeniden Dilan'ın avuçlarının içine. Bir yandan varlığını hissettirip güç vermek isterken diğer taraftan güç almak istercesine... 
 
"Kendimi hiç bu kadar aciz hissetmemiştim..." dedi babasına Baran, canını ve canından bir parçasını beklerken hastane koridorunda. Keza kaybolanı bulmaya benzemiyordu içinde bulunduğu durum. Dilan için her şeyi, herkesi karşısına alan Baran, bebeği için hiçbir şey yapamıyordu. Ve fakat unuttuğu bir şey vardı Baran'ın; Hamile bir kadın on kaplan gücünde eder. Dilan'ın yalnızken sınandığı ve savaştığı onca acının yanında bu hiçbir şeydi.  Artık tek değildi. İki kişilik bir canı ve üç kişilik bir hayatı vardı; savaş vermek zorunda kaldığı. Kalbinde sevdası, içinde bir yerlerden küçük bir pirinç tanesi varken o cehennemin ateşini söndürmekle kalmayıp cennet bahçesine çevirirdi, Dilan. 


 
"Babacım biz senin gelmeni dört gözle bekliyoruz dayan olur mu." dedi Baran, Dilan'ın avuçlarının içinde umudunu ararken. Dinledi küçük pirinç tanesi babasının sözünü ve tutundu önce annesinin kalbine sonra babasının nefesine. Yeniden döndü evine, odasına hatta sürpriz gelen beşiğine. Yeniden can verdi annesine ve babasına ve konaktaki herkese. Derin bir oh çektirerek. Sağlıcakla gel, Pirinç Karabey...
 
Bu hafta teşekkür paragrafı açmazsam olmaz. Anne nasıl olunur bilmeyen Dilan'ın bebeği için verdiği savaşı, yorgunluğunu bize o kadar güzel yansıttı ki Yağmur Yüksel, Dilan'ın o çaresizliğini yüreğimde hissettim. Kulübedeki o çığlığı ve hastanede sancı gelince yaşadığı o korkuyu Dilan'ın ruhuna çok içten yansıttı. Yüreğine sağlık. 
 
Dilan'ı bulana kadar canından can giden Baran'a mı değineyim yoksa hastanede hem bebeğinin hem de karısının hayatı için dualar savuran Baran'a mı değineyim, bilemedim. Baran'ın tüm korkularını, tüm çaresizliğini, tüm yalnızlığını gözlerinden tutunda sesinin tonuna kadar, o kadar güzel ilmek ilmek işlemişti ki bu hafta Barış Baktaş, sarıp sarmalamak istedim Baran'ı her defasında. Etrafındakiler güçlü durmak zorundasın dedikçe ben ağla Baran ağlamak insanı güçsüz kılmaz demek istedim. Yüreğine sağlık Barış Baktaş. Bir kez daha iyi ki Baran sana emanet. 
 
GENEL NOTLARIM:
* Sabiha'nın “Kızım Karabeylerin gelini olduğu için çok şanslı.” Dediği yer benim kriz noktam olabilir. Asıl Karabeyler Dilan'a sahip oldukları için çok şanslılar. Sonunda mutluluğu bulsa bile Dilan'ın o konağa hangi şartlarda gittiği lütfen unutulmasın. 
* Dilan'ın hiç sebep olmadığı bir konu yüzünden Cevriye'yi kendi bebeği ile sınanarak anlamasını kabul etmiyorum. Adil değil. Evet, insan evladı için her şeyi yapabilir belki ama safi kötülük kabulüm değil. Kendi evladının iyiliğini düşünürken bir başkasına bile isteye zarar vermek kabul edilebilir bir şey değil. 
* Dilan'ın kaybolması ve bebeğinin canıyla sınanması Gül'ün aklını başına devşirmesine sebep oldu. Yani, normalde yan karakterler ana karakterlere hizmet eder ama olsundu Fırsatçığım mutlu olsun.
* Baran ve Dilan'ın doktordan çıktıktan sonra Ayten Karabey'in mezarına gitme detayını çok sevdim. Kerem’e gidip mutluluğunu paylaşması ayrı bir detaydı. 
* Dilan kabul edilmeyi o kadar çok bekliyordu ki Azade’nin kolyeyi ona vermesi ve artık Karabeylerin Hanım ağası olduğunu söylemesi onun için çok başka bir meseleydi Artık sadece Baran'ın değil herkesin önceliğiydi. 
* Ben hala Azade'nin Dilan'ın başına gelenleri öğrenmesini ve ondan özür dilemesini bekliyorum.
* Baran'ın çalışma odası yolgeçen hanı olmuş sanırım. Cevahir elini kolunu sallaya sallaya odaya giriyor. 
Bol ağlamalı, seyir keyfi yüksek bir hafta geçirdik. Yazan, yöneten, kamera önü ve arkası emeği geçen herkesin yüreğine sağlık. 

Sevgiyle kalın.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER