Yargı: Göğsümüze bastırırken kırdıklarımız

Yargı: Göğsümüze bastırırken kırdıklarımız
“Ve insan kırar. Göğsüne bastırırken sevdiği şeyi…”
Louis Aragon
 
Sevgi iyileştirir derler. Belki de bazen canımızı yakan, bizi kıran şey de sevginin ta kendisidir.

Geçtiğimiz pazar gecesi yayınlanan Yargı’nın yeni bölümünde sarılması gereken yaralar sarılmayıp, doğru ilaç sürülüp yaraya merhem olmazsa; üzeri örtülüp ufak bir yara bandı kondurulursa yaranın ileride tekrardan kanamaya başlayacağını izledik. Hatta zamanında yapılmayan tedaviler yaranızın çoktan iyileşmesi gerekirken daha da kötüleşmesine sebep olabilirmiş. Ilgaz ve Ceylin çifti her sahnesinde bize bu mesajı verdi.

Sezonu çok derin bir yarayla açmıştı Yargı dizisi. İlerleyen bölümlerde Ilgaz ve Ceylin bu yaranın acısıyla bambaşka şekillerde baş etmeye çalıştığını izledik. Ardından Mercan’ın gelmesiyle yara bir anda kayboldu. Daha doğrusu Ilgaz ve Ceylin kaybolduğunu sandılar. Ancak oradaydı. Evli, mutlu, çocuklu bir aile izliyor gibiydik. Mercan ile birlikte Ilgaz ve Ceylin’in hayatında güneş sanki yeniden doğmuştu. Hani çok güzel bir rüya görürken etraf güneşli, bembeyaz ve masmavidir ya onlar da bu rüyadan uyanmak istemediler aslında. Çünkü uyanırlarsa yaralarının acısı onları yoklayabilirdi. Ancak ne kadar bu uyanıştan kaçsalar da kalp kırıklığa fazla dayanabilen bir organımız değil maalesef. Bu yüzden bir noktada acıya dayanamadı kırıldı ve kırdı.

Bence Ilgaz ve Ceylin’in yüzleşmeleri çok gecikmiş sahnelerdi. Evlenmeden önce konuşmaları gereken olaylardı. Evlenmeden öncesini geçtim sonrasında da konuşmamaya devam ettiler. Sanki Ceylin’in kalbi hiç kırılmamış, Ilgaz kendini hiç suçlamıyormuş gibi yaşamaya devam ettiler korkunç bir şekilde. Hatta bu süreçte birlikte güldüler, çocuklarıyla oyunlar oynadılar, seviştiler… İnsanın kendini kandırması çok korkunç gerçekten. Kendimizi kandırıp yaramızı sakladığımızda sonuç çok daha vahim oluyor çünkü. Hatırlayın; küçükken, sokakta oynarken düşüp bir yerimizi incittiğimizde annemize söylemez, saklardık. Bize kızar, sözleriyle canımızı acıtır diye. Ama annemiz er ya da geç anlardı ve aslında hiçbir şey korktuğumuz gibi olmazdı. Tamam, evet belki biraz azar yerdik ama bir daha düşmeyelim diye. Annemiz yaramızı sarardı ve iyileşirdik. Ilgaz ve Ceylin de yaralarını birbirlerinden sakladılar. Hiç yaralanmamışlar gibi. Üstelik bu yara fiziksel de değildi, duygusaldı ve duyguları biriktirmek asla sağlıklı değildir.

Dünya zaten yeterince kırıcı bir yerken, geçmişte çoğu kez kırılmışken ve karşımızdaki kişi incindiğimiz yerlerimizi en iyi bilen kişiyken bizi daha da incitmesi ne kadar da acı verici değil mi? Louis Aragon Mutlu Aşk Yoktur Ki Dünyada adli şiirinde “Acılara batmamış bir aşk söyle bana, yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle…” der. Siz söyleyebilir misiniz? Ben söyleyemem.

Ilgaz Mercan’ın şapkası, bir ölünün eşyasıymış gibi ellerine verildiği andan itibaren Mercan’ın öldüğünü sandı ve kabullendi. Kalbi acıyordu ve böyle bir yöntem bulmuştu. Yola devam etme yöntemi. Ceylin ise tam tersine o deniz kıyısında kaldı ve Mercan’ın dönmesini bekledi. Yani daha ilk bölümdeki tüm acısına rağmen acısını kabullenip yaşamak, ağlamak yerine kız kardeşinin katilini bulmaya çalışan Ceylin gibi, acısının üzerine gitme yöntemini seçti. Hangisi doğru, hangisi yanlış veya hangisi daha sağlıklı bunu bilmiyorum ancak bence mutlak bir doğru yok. Duygular mutlak olamaz çünkü. Acı da mutlak değildir, acıyla baş etme yöntemlerimiz de. İkisi de kendine daha iyi geleceğini düşündüğü yöntemi seçti ve bambaşka köşelere savruldular.

Ceylin’in acıyla baş etme yöntemi kendisinden farklı diye Ilgaz’ı suçlaması ve kaybolan yıllardan Ilgaz’ı sorumlu tutması ne kadar kırıcıysa Ilgaz’ın Ceylin’i içindeki beyazlığa inandırıp aynı yerden güvenini yıkması aynı derece kırıcı.

Ilgaz Mercan’ın gidişiyle birlikte ona “baba” diye seslenmesinin ihtimalini kafasından tamamen silmişti. Bu yüzden dosya kapanınca kızını kaybettiğini sandı, kabullenmeye çalıştı ve iyileşmenin yollarını aradı. Daha çok iyileştirmenin. Ceylin’i iyileştirmenin. Yanınızda çok sevdiğiniz ve acı çektiğini gördüğünüz biri varsa aynı yerden yaralanmanıza rağmen kendinizi değil de onu iyileştirmeye çalışırsınız. Ilgaz kendince Ceylin’i iyileştirmeye çalışırken Ceylin ise Mercan’ın ona bir gün yeniden “anne” diyeceği günü bekliyordu.
 
“Mercan’ın yaşadığını öğrendiğimiz günden beri ben her gün kesiyorum kendimi. Vazgeçtiğim, seni yalnız bıraktığım için de kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim. Bıçak da bende yara da bende.”
 
Ceylin’in kalp kırıcı sözlerinin ardından Ilgaz ben de altta kalmamalıyım demiş olacak ki son sahne yazılmış ve çekilmiş. Şaka bir yana gerçekten tüm bölüm boyunca Ilgaz ve Ceylin hangimiz daha kırıcı olacağız yarışında gibiydiler. Size kötü bir haberim var sevgili Ilgaz ve Ceylin berabere kaldınız. Hatta berabere mağlup oldunuz. Bence bu mağlubiyeti kabullenip birbirinizde yeni yaralar açmak yerine mevcut olan yaralarınızı iyileştirmeye çalışmalısınız.
 
“O zaman da öncesinde de, şimdi olduğu gibi ben hep seni seviyordum.”
 
Ilgaz’ın son sahnedeki patlamasının sebebi tüm bölüm boyunca topladığı gerilimdi. Diziye yeni dahil olan Fırat karakteri de son noktası oldu ve olabilecek en saçma cümlelerle içindeki kırgınlığı dışarıya vurup Ceylin’i incitti. Ilgaz’ı henüz yeni babasını kaybetmiş bir çocuk olarak düşünürsek çok sevdiği karısı tarafından henüz kendini bile affedemediği bir geçmişle sorgulanmasını üzerine bir de kıskançlık krizine girmesini her ne kadar haklı bulmasam da anlayabiliyorum. Tıpkı Ceylin’i anlayabildiğim gibi. İkisinin gözünden de ayrı ayrı baktığımdaikisine de hak veriyorum.

Fırat karakteri hakkında da birkaç bir şey söylemek istiyorum. Nil karakterine karşı ne hissettiysem Fırat’a karşı da aynı hisleri hissettim. Yargı gibi bir dizide üçgen denilen ilişkiler sarmalına yer olmadığını düşünüyorum. Kıskanılmak güzel bir şey, kıskanmak da öyle. Sevdiğiniz kişiyi gözünüzden bile sakınırsınız yeri geldiğinde ancak dozunda. Ilgaz’ın ismini de Ceylin’in ismini de bir başkasının isminin yanına yazamıyorum. Çünkü bazı insanlar sadece birbiri için yaratılmıştır.

Ceylin’in “Bir bardak kırıldığında sorumlusu bendim.” cümlesi çok tanıdık ve hayattandı. Bazı insanların eline doğarız, bazılarını ise kendimiz hayatımıza alırız ve genelde bu insanlar bizi bunca zaman olduğumuz kişi için suçlarlar. Pişmemiş yemeğin sorumlusu biz olduğumuz gibi onların yolunda gitmeyen hayatlarının da sorumlusu biz oluruz. Öylesine inandırırlar ki bizi buna; biz artık kendimiz için bile kötü, yalancı, beceriksiz, kalpsiz oluruz. Tüm kötü sıfatları adımızın önünde taşırız gururla. Ancak insanlar bizi buna inandırmış olsalar bile biz aslında kötü, yalancı, beceriksiz veya kalpsiz değilizdir. Sadece insanızdır. Hata yapabiliriz, yapmışızdır, yapacağızdır. Çünkü insanız. Bazı konularda becerikli olmayabiliriz, kaba davranmış olabiliriz, yalan söylemek zorunda kalmış olabiliriz, çok fazla hata yapmış da olabilir ancak tüm bunlar sevilmeye layık olmadığımız veya dünyadaki tüm kötülüklerden sorumlu tutulmamız gerektiği anlamına gelmez. Bizi biz olduğumuz için seven o kişiyi bulduğumuzda ise tıpkı Ceylin’in yaptığı gibi köklerimizi ona bağlarız. O bizi biz olduğumuz için sever ve kabullenir çünkü. Ilgaz’ın Ceylin’in içinin beyazını görmesi, Ceylin’i Ceylin olduğu için sevmesi ve kabullenmesi gibi.
 
“İstediğin zaman ışığı söndür. Senin karanlığını da tanır ve severim.”
Rabindranath Tagore
 
Ilgaz ve Ceylin her ne kadar iki alakasız parça olsalar da aslında bir noktada birbirlerinin zıtlıklarını kabullendiler ve kusursuz bir uyuma sahip oldular. Bir aile oldular. Bir kızları var. Onca acıya rağmen hala bir şekilde birlikteliklerini devam ettiriyorlar.

Onların arasındaki bağ kolaylıkla kurulabilen bağlardan değil. Dünyada milyarlarca insan var ve bazı duyguları sadece bir kişiye karşı hissederiz. Sizi böylesine çok seven birini bulduğunuzda, o kişi her ne kadar sizden alakasız bir parça gibi gözükse de onu bırakmamalısınız, incitip kırmamalısınız. Üstelik yanlış kişiye âşık olan, yalnız kalan, acı çeken, gözyaşı döken insanlarla dolu dünyamızda, birbiri için yaratılmış iki insanın karşılaşması bu kadar zorken…

Bazen yarayı açanla yaraya merhem olan kişi aynıdır. Elbet kalbimizdeki yaralar da iyileşir; tıpkı kırılan bir kemiğin kaynaması gibi.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER