Ne demişti Ahmet amca bir önceki bölümde Gül’e: ‘’Çünkü kalp yanılmaz ama akıl yanılır. İnsan beşerdir, bazen şaşar…’’
Dilan’da duyduklarından ziyade, gördüklerine kapılıp gitti bir anda.
Kalbine karşı baskın çıktı aklı ve ihtimal vermiş oldu Baran’ın, Gülşah’ın
hayatından geçip gittiğine. Ben, merakına ve aklındaki soru işaretlerine
yenilen Dilan’a asla kızmadım. Gerçekçi olmak gerekirse kimin başına böyle bir
şey gelse ihtimal verirdi maalesef. Ben Dilan’ın durup düşünmek yerine bu olayı
Baran’a bu kadar incitecek bir şekilde sormasına KIRILDIM. Baran’ın da dediği
gibi; onlar bu kadar değildi. Onlar çok büyük bir savaşın içinden, çokça yara
almalarına rağmen birbirlerine olan güvenleri sayesinde sağ çıkmışlardı. Hem de
kalplerinde kocaman bir sevdayla.
Bir dip not geçmek istiyorum sevgili okurlarıma: Metin Hoca olayı ile Gülşah
olayını aynı kefeye koyamazsınız. Metin Hoca olayı Baran ve Dilan’ın
birbirlerine kalplerini açmadan önce yaşanmış bir olaydı ve tamamen kıskançlığa
dayalı bir eylemdi. Gülşah meselesinde Baran ve Dilan level atlamış,
birbirlerine sevgilerini ve güvenlerini ispatlamıştı. Gülşah meselesi bir
kıskançlık eylemi değildi! Güven ve onur meselesiydi. Haklı olarak Baran’da
kendisini karısına açıklamayacaktı. Anlamak istiyorsa o anlayacaktı. Zaten
anladı da. Hem de en olması gereken yerde.
Dilan, sakinleştikçe aklını kenara koyup Baran’a inanmayı seçti, yani
kalbine güvenmeyi. En başından beri Kader ablasının da dediği gibi kalbi ona
yalan söylemezdi. Baran’ın kırgınlığı Dilan’a bir Karabey olduğunu hatırlattı. Baran'ın
kırgınlığı da Dilan'ın bir Karabey olduğunu hatırlamasına kadardı. Hayatım
boyunca en çok tutunduğum cümledir ‘’Her
şer de bir hayır vardır.’’ Cümlesi. Sevgili okurlarım, Baran ve Dilan’ın
yaşadığı tüm kötü olaylar onları birbirlerine daha da çok bağlayacaktır. Bundan
emin olabilirsiniz. Aksi olsaydı bir kan davasından koca bir aşk doğmazdı.
Baran’ın Kerem’le konuştuklarına değinmek istiyorum biraz da.
‘’Ama anladığında, her şey için geç
olacak!’’ dedi Dilan için Kerem’e, Baran.
Sabiha’yı bile yaşadıklarından dolayı anlayabilen Baran Ağam! Haklısın,
hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, çünkü sen o zaman Dilan'ın başına gelenleri
öğrenmiş olacaksın.
Karanlık bir odada 3 ay boyunca zincirlenmiş olduğunu öğrenmiş olacaksın!
Seni korumak için nasıl bir psikolojik şiddete maruz kaldığını öğrenmiş
olacaksın!
Sırf sen yaşa diye uçuruma kendi canını nasıl bıraktığını öğrenmiş
olacaksın!
Ve her şeyden önemlisi tüm bunları senin yüzünden yaşadığını öğrenmiş
olacaksın! Her ne kadar masum olmuş olsan da. Keza bütün bunları Dilan'a yapan
kişinin asıl derdi sendin.
İşte o zaman, gözünün önünde yaşadığı o cendereyi göremediğin için
kendinden nefret edeceksin ve Dilan'dan sen özür dileyeceksin. Ve fakat Dilan
seni zaten çoktan affetmiş olacak. Çünkü zaten tüm bunlara sen iyi ol diye
katlandı.
Gelelim dün ki yazımda kaos haline gelen "Bu hikâyenin masumu kim?" Mevzusuna:
Sevgili okurlarım, fikirler, düşünceler, eleştiriler vs. kişilere özgüdür.
Hiç kimseyi saygı çizgisini bozmadan yaptığı eleştiri ya da fikir beyanı
yüzünden suçlayamazsınız. Var mı karşıt görüşünüz? Aynı saygı çizgisinde
buyurun sizde yazın. Kime göre masum? Neye göre masum? Ya da senaristler
ne ye göre kime göre eşit yazmıyor karakterleri, buyurun yazın! Fakat bana
değil. Bende sizler gibi izleyiciyim ve aynı zamanda gönlümce yorumlayanım. Ve
emin olun birinci bölüm yorumunu yazacak olsaydım Baran’ı gömer, üstüne toprak
atar, Fatiha’sını da okurdum. Hiç şüpheniz olmasın.
Bu hikâye bir
töre hikâyesi ve töre hikâyelerinde kan davasına karşılık bedel verilir. Dilan, abisinin hayatına karşı bedel olarak o konağa
gitmek zorunda kaldı. Bu tercih Baran'ın suçu değildi asla! Baran’ın, annesinin
katilinin kızını konağa getirip sarıp sarmalamasını beklemesin kimse. Kaldı ki
bunu Dilan’a nefret sözcükleri ile belirtse de Dilan’ın özel sınırlarının içine
girmemek de Baran’ın tercihiydi. İstese o sınırların içine de girebilirdi.
Hemen kılıçlarınızı kuşanmayın çünkü bu asla onayladığım bir şey değil.
Ben burada Dilan ve Baran'ın hayatını yarıştırmadım. Yarıştıramam da zaten
keza Dilan'ın büyüdüğü hayatın - tüm
zorluklarıyla- sorumlusu kendi ailesi ya da ailesi sandığı kişilerdi ki
annesi dışında abisi, babası, kardeşi Dilan'a çok değer veriyordu. Ve fakat
Baran'ın annesizliği, babasının senelerce yatağa bağlı kalması, küçücük yaşta
hem anne, hem baba, hem abi olması ve koca aşiretin yükünü tek yalnız sırtlanması,
Dilan'ın ailesinin suçuydu. Dip not geçiyorum: Gerçeği sadece biz
biliyorum, Baran değil. Zaten Baran öğrendiğinde iş boyut
değiştirecektir.
Baran, annesinin katilinin kızıyla evlenmek zorunda kaldı!
Baran, annesinin katilinin ailesini korumak zorunda kaldı!
Baran, annesinin katilinin oğluna kendi vicdani ile kan vermek zorunda kaldı!
Ve daha dehşeti ne biliyor musunuz?
Baran, annesinin katilinden sırf sevdiği kadın mutlu olsun diye kız
istemeye gitti. Ben bu olayın ona ne kadar büyük bir yara açtığını Dilan'a ‘’Senin için babamı, karısını
öldüren adamın ayağına götürdüm.’’ Dediğinde o boğazındaki düğümden,
konuşmaya çalışırken ki ses tonunun incinmesinden hissettim mesela. Ama her
şeye rağmen babası hasta yatağında yatarken bile onun için Dilan tüm bunlara
değerdi. ‘’Dilan’da bunun karşılığını kendi canı pahasına Baran’ı korumaya
çalışarak verdi.’’ Demeyin, keza Baran’da Dilan için kendi canını hiçe sayardı.
İşte tam da bu yüzden KAN DAVASI
BAŞLANGIÇ hikâyesinin en masumu Baran benim nazarımda. Devam eden sürecinse
hem masumu, hem en çok yara alanı, hem en çok ezileni, hem en çok savaş vereni
hiç şüphesiz ki Dilan. Koskoca bir kan davasına sevgisi, sabrı, merhameti ile
nokta koyan, Dilan’dı. Baran’ın bir kalbi olduğunu hissettiren, yine Dilan.
Şimdi
müsaadenizle geleneğim olan ‘’KISA
NOTLARIM’’ kısmına geçmek istiyorum:
*175. Bölümde Dilan'ın içinde kopan
fırtınayı dindirmek için bir bebek gibi karsıyla ilgilenen, şefkat gösteren
Baran, 176. Bölümde Dilan’a kırgınlığı ile iki olayı öyle güzel tamamladı ki
sahneler içimden geçti diyebilirim. Baran’a kattıkları için Barış Baktaş’a
binlerce kez teşekkür ederim. Ondan başkası Baran olamazmış hissi tüm kalbimde.
*Dilan’ın, Baran’a inanmakla inanmamak arasındaki o
cendereyi Yağmur Yüksel o kadar güzel işledi ki ben, Dilan’ın o çaresizliğine
sonsuz inandım. Dilan’a kattıkları için, onun kalbimizde hissettirdikleri için
binlerce kez teşekkür ederim.
*Gelelim Gülşah’a: Ortalığı karıştıran, çiftimizin
ponçik kalbini allak bullak eden hayali sevgiliye. Anladığımız kadarıyla Gülşah
uçurumdan aşağıya arabayı sürmüş. Ortada bir ceset yoksa ölü de yok demektir.
Gülşah gibi şizofreni bir karakterin kendini ölü göstermiş olabileceğine
şaşırmam ki olay böyleyse Sabiha Dilan’ın kızı olduğunu öğrendikten sonraki
düşmanları da Gülşah olacaktır.
*Azade hanımı cici babaanne moduna tahmini ne zaman
getirirsiniz. Karnımız doymadan yemeği önümüzden aldınız.
*En az Baran ve Dilan’ın kavuşması kadar Fırat ve
Gül’ün kavuşmasını bekleyen bir kitle vardır eminim. E hadi! Mutlu olsun şu çocuklar da artık. Bu
arada değinmeden geçemeyeceğim Gökhan Gürdeyiş Fırat için biçilmiş kaftandır.
Emeklerine sağlık.
*Son olarak Kudret babamız sen hep iyi ki var oldun ve
hep iyi ki var olmaya devam edeceksin. Sen bu dizide bizim sesimizsin.
Sürçü
lisan ettiysem af ola…
Emeği
geçen herkese sonsuz teşekkürler.