“Herkesin acısı da mutluluğu da parmak izi gibi. Kendine
ait.”
Aynı yarayı farklı yöntemlerle iyileştirmeye çalışmak. Aynı
acıyı başka hayatlarda yaşamak. Ilgaz ve Ceylin’in önce inançlarının, sonra battaniyelerinin
ardından yataklarının ve son olarak hayatlarının birbirinden ayrılmasını
izledik Yargı’nın son yayınlanan bölümünde.
Kısa kısa verilen yatak odası sahnelerinde yatakta
birbirlerinden fiziken uzaklaşmaları aynı zamanda fikren de uzaklaşmalarının
temsiliydi. Bir noktada aynı battaniyeye bile sarılmaya katlanamadılar. Tıpkı
birbirlerinin fikirlerine katlanamadıkları gibi. Ilgaz aniden uykusundan
uyandığında sarsılan yatak Ceylin’in umurunda bile olmadı. Çünkü daha kötü ne
olabilirdi ki?
Ceylin acılarını yaşayabilen bir karakter değildi hiçbir
zaman. Her şeyin başlangıcı olan İnci’nin ölümüne baktığımızda yine Ceylin’in adalet
duygusu acısına ağır basıyordu. Kardeşine bu acıyı yaşatanı bulma, onu
kardeşinden ayıran kişiden hesap sorma arzusu dökeceği göz yaşlardan daha
anlamlı geliyordu ona. Babasının ölümünde de aynı şey olmuştu. Hatta sadece
yaşadığı ölümlerde değil hayatında karşısına çıkan her acıya avukatlık
cübbesini giyerek karşılık verdi Ceylin. Bir tek Ilgaz’ı kaybettiğini
sandığında hayattan tamamen kopmuştu. Acısını yaşayıp Ilgaz’ın ceketini üzerine
giyip yine adalet arayışına girişmişti gerçi. Ceylin işte. Hep böyleydi.
İzleyici onu böyle olduğu için sevdi zaten. Ilgaz da öyle. Ama daha önce hiç
aynı acıyla sınanmamışlardı. Ceylin her düştüğünde Ilgaz kaldırdı, Ilgaz her
düştüğünde Ceylin. Ama bu sefer ikisi de yerle bir oldu ve maalesef onları kaldıracak
kimse yoktu.
Ceylin’in ailesinin hiçbir zaman gerçekten ailesi olamadığını
her bölüm bir kez daha kanıtlıyor Erguvanlar. Elif’in doğum günü sahnesi tam
bir rezillikti. İçleri nasıl aldı da üflediler o pastayı hala bunu düşünüyorum.
Aylin ve Gül’ün saçma sapan biz lanetliyiz, hepimiz aynı acıyı yaşıyoruz deyip
durması da bambaşka bir saçmalık. Aynı acı değil, olamaz da zaten. Aynı acı
olsa bile herkesin acısı da mutluluğu da kendinedir. Benim acım daha büyüktü,
senin acın küçük. Neden ağlıyorsun ki? dedi resmen Gül, henüz 6 ay önce 24
aylık minicik bebeği ortadan kaybolan kızına. İnanılmaz bir empati yoksunluğu. Doğum
günü sahnesi bana Yargı’da en sevdiğim, belki biraz da kendimi bulduğum bazı
replikleri hatırlattı;
“Yıllarca kendimi bir yere ait hissetmek için çok çaba
sarf ettim. Bir eve, bir aileye, bir arkadaşa, bir sevgiliye, bir mesleğe… Artık
aklına ne gelirse. Yani etrafımdakiler tarafından önemsenmek, unutulmamak,
kıymet görmek için… Varlığımın bir karşılık bulmasını istedim. Diğer tarafta
bir anlamı olmasını, aranılır olmayı, belki de ihtiyaç duyulmayı… bilmiyorum.”
Ceylin’in görünürde bir ailesi vardı evet ama ona Ceylin
olduğu için kıymet veren, Ceylin olsa da kabul eden, önemseyen, gerçekten
anlayan kimse yoktu Ilgaz’dan önce. Ilgaz’ın hayatına girmesiyle diğer tarafta
bir anlam ifade edebildiğini anladı. Yıllarca aradığı tüm duygular Ilgaz’da bir
karşılık buldu çünkü. Aranılır olmaya başladı. Ilgaz ona iki dakika
ulaşamayınca aklı çıkıyordu mesela. Üşümesin diye Ceylin’e kızgın olmasına
rağmen ısıtıcıyı kapısına bırakmıştı. Aç kalmasın diye ona yemekler yapıyordu. Yatağında
uyumasına bile izin vermişti. Ki Ilgaz gibi sınırları olan bir adam yapmıştı
tüm bunları, sırf Ceylin için. Ona ihtiyaç duyuyordu çünkü. Ceylin’siz
yaşayamazdı artık. “Uzun zamandır tanıdığım biri gibisin, yüzün öyle
tanıdık.” demişti çünkü Ceylin sanki hep oradaydı, hayatında.
“Sonra sen gece evden gittin ya ben odama girdim, yatağıma
oturdum ve her şey birden o kadar yabancı geldi ki. Yani benim odam, benim
yatağım ama sanki hiç oraya ait değilmişim gibi hissettim. Sonra burada
geçirdiğim o zamanı hatırladım. İçimdeki o güven duygusunu, o aidiyet hissini… Bütün
arayışlarımın şu kanepede bittiğini hatırladım. Sanki doğduğumdan beri olan o
boşluğun burada sona erdiğini hissettim. Şimdi de geldim buradayım. İzin verirsen
seninle uyuyabilir miyim?”
Ceylin’in ailesi Ilgaz’dı. Ilgaz ve Mercan. Hayatta onu
koşulsuz şartsız seven sadece iki kişi vardı çünkü. Mercan’ın doğumuyla
Ceylin’in o zamanlardaki arayışları ve kalbinde hissettiği tüm boşluklar
kapandı. Ilgaz ve Ceylin’in hayatı Mercan ile yeniden anlamlandı. Gerçekten bir
aile olmuşlardı artık. Tüm yaralarına rağmen, güzeller güzeli bir kız çocuğu
dünyaya getirmişlerdi. Onunla gerçek bir ailenin nasıl kurulacağını
öğrenmişlerdi. Mercan’ın Ilgaz ve Ceylin ile birlikte ne kadar harika iki sene
geçirdiğini düşündüm bölümün bazı sahnelerini izlerken. Kim bilir nasıl
mutlulardı, huzurlulardı… Sonsuza kadar hep birlikte olacaklarını
düşünüyorlardı ancak maalesef ki öyle olamadı.
Aile sandığımız insanların aslında birer yabancı olmasından bahsettikten
sonra Yekta’ya parantez açmak istiyorum. Giriş cümlesi olarak kullandığım söz
onun repliğiydi. Belki de dizideki en doğru replikti bu bölüm. Acılı bir anne
babaya söylenmesi gereken tek cümleydi. Yekta iyi ki Ilgaz ve Ceylin’in
yanında. İlk bölüm Yekta’sı 66. Bölüm Yekta’sının Mercan’ı bulmak için tüm
imkanlarını seferber ettiğini görse belki benimle aynı fikirde olmazdı ama
olsun. Çok güzel bir dede olmuş Yekta’dan. Bazılarının yapamadığı anneanneliği,
teyzeliği yapmış Mercan’a. Onun deyimiyle Zilli’ye.
Beni bölüm boyunca en çok üzen şeylerden biri de Ilgaz ve
Ceylin’in bir daha asla 24 aylık Mercanlar’ına kavuşamayacak olmasıydı. Bir
daha hiçbir zaman onunla birlikte pizza yiyemeyecekler, Ceylin o Mercan’ı
gıdıklayamayacak, Ilgaz öpemeyecek, Pascal oyun oynayamayacak… Onlarsız geçen
koskoca 2,5 sene. “Şimdi nerede? Ne yapıyor? Nasıl? Aç mı? Üşüyor mu?
Korkuyor mu? Yanında kim var? Nasıl davranıyorlar?” insan tüm bu soruları
her gün kendine sora sora delirir.
“Oradan gittiğim için kendimi asla affetmeyeceğim.”
“O kadar iyi anlıyorum ki bu duygunu. Ben de kendimi asla
affetmeyeceğim.”
Bu repliklerin geçtiği Mercan’ın yatak odası sahnesini de
çok beğendim. Ilgaz ve Ceylin’in anne baba olduğu gerçeğinin farkına yeni yeni
varıyorum ve bu sahne biz ne yaşarsak yaşayalım, birbirimize ne kadar kızarsak
kızalım hala anne babayız dedikleri ilk sahneydi bence. Eski Ilgaz ve Ceylin
olsa Ceylin kapıyı çarpıp çıkardı muhtemelen Ilgaz da gidene dur demem ben
deyip sesini çıkarmazdı ama hiçbirini yapmadılar. Birbirlerine kızdılar,
bağırdılar, birbirlerini suçladılar ama sonra dönüp tekrar birbirlerine
sarıldılar. Anne baba olmak, aile olmak biraz da bu galiba.
Parmak uçlarından öptüğün kızının bir kayalıkta cansız
bedenini bulma ihtimali, uçsuz bucaksız denizde yok olma ihtimali, bir
başkasının elinde nasıl davranıldığını bilmeden nefes alıp verme ihtimali… Hepsi
birbirinden korkunç. Ceylin kızı hakkında 2 yaşında bile diyemiyor. 24 aylık
bir bebek diyor, o kadar üzücü ki. Mercan bu dünyada sadece 24 ay boyunca
var olmuş, nefes alıp vermiş. Küçücük bir can daha, ne istemiş olabilirler ki? Nasıl
bir vicdansızlıkla ailesinden ayırmış olabilirler… Şu an kimin yanında, 2,5 sene boyunca kime
anne baba dedi bilmiyorum ama böyle bir şeyin gerçeklik ihtimalini düşündüğümde
kafayı yiyecek gibi oluyorum.
Ilgaz ve Ceylin pek çok konuda maalesef ki çok zıtlar. Bu
bölüm görmüş olduk ki acıyı yaşayış biçimleri de bambaşka. Geçen sezon bir
sahnede Ilgaz ikisini alakasız iki parçanın kusursuz uyumu diyerek
betimlemişti. Belki de onların en iyi tasviri bu cümledir. Ilgaz da Mercan’ın
öldüğüne inanmayı istemiyor bence. Sadece bir şeyleri kabullenmek istiyor. Bir
netlik istiyor. İyileşmek için, Ceylin’i iyileştirmek için. Grilik hayattaki en
zor şeylerden biridir. Bir şeyler ya siyah ya da beyaz olsun isteriz ama bazen
hayatımızda siyah beyaza, beyaz siyaha karışır.
“Böyle her gün eridiğini görmek, parça parça yok olduğunu
görmek çok zor.”
Ilgaz’ın ikisini de iyileştirme arzusu Ceylin’e bencillik
gibi geliyor. Kızlarının nerede olduğunu, kiminle olduğunu, ne halde olduğunu
bilmeden birbirlerini iyileştirmeye çalışmak; Mercan açken, onların karnını
doyurması gibi bir şey Ceylin için. Zaten zaman geçtikçe birbirlerini suçlamaya
başlıyorlar. Hatta bir ara Pascal’ı bile suçluyor Ceylin. Bir suçlu olması
içini az da olsa soğutuyor çünkü. Ilgaz ne yapsa Ceylin’e ulaşamıyor ne yapsa
Ceylin’e batıyor. Belki de evlerinde Ilgaz ile yaşıyor olmak, aynı yatağa
girmek, Ilgaz’ın ona dokunması bile içindeki suçluluk hissini tetikliyor.
Mercan’ın kaybından sonra Ilgaz ve Ceylin’in bakışlarının buluştuğu her sahnede
o suçluluk hissini, hala neden birbirimizin hayatındayız ki hissini en
derinimde hissettim. Birbirlerini görmek de muhtemelen Mercan’ı hatırlatıyordu.
O yüzden de görmemeyi tercih ettiler.
Ceylin’in alyansını attığı sahnede “Mercan da annesinin
evine gelir.” deyip gidişiyle zaten Mercan’sız olan Ilgaz Ceylin’siz de
kalmış oldu. Hayattaki tüm ışık kaynağını kaybetti yani Ilgaz. Tıpkı Ceylin’in
Mercan ve Ilgaz’dan sonra renklerini kaybettiği gibi. Terapi sahnesi olması
benim hoşuma gitti. Hatta bence Yargı’da çok önceden olmalıydı terapi
sahneleri. İzleyiciye de terapi aldırabilirsek çok iyi olur bu arada. Ancak
terapi maalesef bir çözüm getiremedi. Ilgaz ve Ceylin’i iyileştirebilecek tek
şey Mercan’ın geri gelmesiydi çünkü.
“Ben de seni seviyorum ama o kadar derinde bir yerde ki…
Üstü yığınla dolu. Sanki üstüme duvarlar çökmüş gibi hissediyorum. O kadar
büyük bir acı hissediyorum ki… İçimdeki acı o kadar büyük ki… Ne senin gücün ne
de benim gücüm yetmez bunu çekip almaya.”
Ilgaz ve Ceylin’in yollarının tamamen ayrıldığı terapi
çıkışı sahnesi. Birini severken ve onun da seni sevdiğini bilirken ayrılmak o
kadar acı verici ki. Ceylin’in yaralarını sarabilecek tek kişi Ilgaz, Ilgaz’ın
da Ceylin. Bunu bilmelerine rağmen ayrılmayı tercih ettiler çünkü bazı yaralar
iyileşmiyor. Hatta Mercan’sız geçen süre boyunca birbirlerinde daha derin
yaralar açmaya başlamışlardı. İnançlarının farklı olduğunu düşünüyorlardı ama
belki de içlerinde bir yerlerde değildi. Eminim ikisinin de tek isteği bir
mucize olmuş olması, Mercan’ın hala bir yerlerde nefes alıp veriyor olması, bir
gün koşarak gelip onlara sarılmasıydı. Bu yüzden “Bir gün Mercan çıkıp
gelirse…” diye sözleştiler.
Ilgaz’ın bu replikten sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya
başlamasının sebebi Ceylin’i sonsuza kadar kaybetmiş olduğu gerçeğiyle
yüzleşmesiydi. O kadar ümitsizdi ki. Dünya üzerinde en değer verdiği iki kişiyi
de sonsuza dek kaybettiğini düşündü. Bir daha o uyurken kızı ve karısı ona
sürpriz yapıp uyandırmayacaktı, Mercan Ceylin’in kucağındayken ne kadar güzel
gözüktüklerini onlara söyleyemeyecekti, Ilgaz işten geç gelip yatak odalarında
Mercan ve Ceylin’i uyurken bulduğunda yanaklarına öpücük konduramayacaktı.
Çünkü Ilgaz’a göre Mercan gitmişti, gelmeyecekti. Ceylin’i de kendiyle birlikte
götürmüştü. Sonsuza kadar.
Onca dram sahnesinin ardından günümüze dönülen kumsal
sahnesinde eski Ilgaz ve Ceylin’i izlemeyi ne kadar özlediğimi fark ettim. El
ele tutuşmaları, Ilgaz’ın Ceylin’e temasları, Ceylin’in bu temaslara aşina
hali, gülüşmeleri… Ceylin bu sezon ilk defa ve Ilgaz’ın yanında gülümsedi hatta
kıkırdamış bile olabilir. Geçmişte yaşadıkları acıları, birbirlerini ve
kendilerini affedemeyişlerini ama sevmekten de vazgeçemeyişlerini, severek
ayrılışlarını izledikten sonra bu sahne çok daha büyük bir anlam kazandı
zihnimde.
Ilgaz ve Ceylin’in hala bir yerlerde Mercan’ın anne babası olduğunu
hissettim. Belki de sadece o kumsalda.