Yargı: “Bu şehirde sen varsın, ben varım; biz yokuz.”*

Yargı: “Bu şehirde sen varsın, ben varım; biz yokuz.”*
Acının gidenin mi yoksa kalanın mı hikayesi olduğunu sormuştum bir önceki yazımda. Bunu sorarken gidenin Ilgaz kalanın ise Ceylin olduğunu düşünüyordum ancak yine çok acı bir yerden ters köşe edildim. Meğerse giden Mercan kalan ise hem Ilgaz hem de Ceylin’miş. Aynı acıyla, bambaşka hayatlarda sınanmak. Ilgaz ve Ceylin’in bu sezonki sınavı da bu.

Ilgaz, Ceylin’e “Ben senin içinin beyazını biliyorum.” demişti ilk sezonda, bu sezon Ceylin’inde ne o beyazdan eser kalmış ne de diğer renklerden. Rengarenk ceketleriyle, kural tanımazlığıyla, gülüşüyle bildiğimiz Ceylin gitmiş yerine simsiyah bir Ceylin gelmiş. Bu beni o kadar üzdü ki, bir karakterin siyah göz farı kullanmasının beni bu kadar üzebileceği hiç aklıma gelmezdi. İlk bölümde Ilgaz ve Ceylin avukatlık ve savcılık konusunda tartışırken Ceylin “Biz avukatlar, siz savcılardan farklı bakarız olaya. Suçlu olup olmadığına odaklanmayız. Nasıl savunabiliriz derdimiz bu. Herkesin savunulma hakkı vardır. Okulda ilk bunu öğretmiyorlar mı sayın savcım?” demişti şimdi ise o sahnedeki avukat Ceylin, kızıyla birlikte çok uzaklara gitmiş yerini de savcı Ceylin’e bırakmış sanki. Ceylin muhtemelen kızını bulmak için bir adalet arayışına girerek avukatlığı bırakıp savcı oldu. Tıpkı Ilgaz’ın onu kurtarmak için savcılığı bırakıp avukat olması gibi.

Bir annenin acısını iliklerime kadar hissettim bölüm boyunca. Tüm o yalnızlığını, çaresizliğini hatta bazı sahnelerde ekranın içine girip Ceylin’e sarılmak bile istedim. İnci’nin ölümü, babasının ölümü, en yakın arkadaşı olarak bildiği Engin’in hiç göremediği yüzü, Ilgaz’ı öldü sanması, Ilgaz’ı öldürdüğüne inanılması ve şimdi de çok büyük bir evlat acısı. Bunca acıyla hala ayakta duruyor olabilmesi bile bir mucize.

Ceylin çok yüksek bir acıdan duvarın ardında kalmış. Ilgaz’ın bile gücü onu oradan çıkarmaya yetmemiş. Bu duvarın ardına geçebilen tek bir kişi var, o da Elif. Aylin ve Osman’ın kızı Elif. Son sahnede Elif “anneme gideceğim” dediği an Ceylin izleyiciyle birlikte gerçeğe döndü. Elif annesini hatırlatana kadar Ceylin kendini gerçek olmayan bir çocuğa inandırmış gibiydi. Ayrıca Elif’in hayatını güzelleştirdiği tek kişi Ceylin değil. Ilgaz ve Elif’in her sahnesinde de aynı sıcaklığı hissettim. Hiç izleyemediğimiz kız babası Ilgaz’ın sıcaklığını.

Ilgaz ve Ceylin’i izlerken çok büyük bir kaybolmuşluk hissiyle savaştım. İkisi de kendilerine ait olmayan hayatları yaşıyor gibiydiler. Ceylin’in dış görünüşü, arabası, yeni evi; Ilgaz’ın evinin savaştan çıkmış hali, sürahiyi açış şekli, mış gibi davranarak yaşadığı her an, hiçbiri onlara ait değildi. Geçen sezonlarda Ceylin ne zaman mutfağa girse mutfağı dağıtırdı, Ilgaz da onunla şakalaşır dalga geçerdi. Sanki Ilgaz Ceylin’in yokluğunu o dağınıklıkla bastırmış, sevgilisinin yokluğunda o dağınıklığın içinde kaybolmuştu.

“Doğum günün kutlu olsun sevgilim.”

Üzerinden seneler geçmesine rağmen kalbindeki sevgiden ufacık bir parça bile azalmayan Ilgaz. Ceylin’in ilk doğum gününde birlikte sahilde midye yemişlerdi. O zamanlar en büyük sorunları Çınar’ın başına bir işler açmasıydı. Bir aile olacaklarını tahmin bile edemezlerdi. Ceylin’in bir sonraki doğum gününde yeni evli bir çifttiler. Birçok acının eşiğinden geçmiş ama ne yaşanırsa yaşansın birbirlerinden geçmemiş iki sevgili. Ceylin’in bu seneki doğum gününde ise birbirini çok iyi tanıyan iki yabancıydılar. Ceylin’in yüzerken panik atak geçirdiği sahnenin Ilgaz’ın geçen sene doğum gününde çekilmiş olan fotoğrafta Ceylin’in yüzünü sevip “Doğum günün kutlu olsun sevgilim.” dediği sahneye bağlanması kalbimi paramparça etti. Üstelik Ceylin onun kalbinin artık bir başkası için attığını düşünürken…

“Ben avukatken bana nasıl davranıyorsan ona da öyle davranacaksın. Kayırmayacaksın.”

Sana davrandığı gibi ona da davranamaz Ceylo çünkü o kadın Ilgaz için herhangi biri sen ise her şeyisin. Ilgaz’ın Ceylin’i bir başka kadın yüzünden, ne kadar isteyerek yapmasa da üzmesi beni kahretti. “Kayırmayacaksın.” repliği içime işledi resmen. Ceylin ciddi bir şekilde Ilgaz’ın artık onu sevmediğini hatta belki de hiç sevmediğini düşünüyor. Bir savcı olarak nişanı basıp, Nil’i aldırmasının başlıca sebebi de buydu. Bir nevi güç gösterisiydi. Bir sevgili olarak Ilgaz’ı çekip alabilecek gücü yoktu ancak savcı Ceylin olarak ortalığı dağıtmaya gücü vardı.

“Ben pizza yemem.”

64. bölümün benim için en kabullenmesi zor yanı hikâyeye yeni eklenen Nil karakteriydi. Ilgaz ve Ceylin’in bambaşka hayatlarına bir noktada alışabilirim ancak Ilgaz’ı Ceylin’den başka birinin yanında görmeye alışamam. Evet hayat her zaman bir şekilde devam eder ama Ilgaz için edeceğini pek sanmıyorum. “Ben pizza yemem.” Ne kadar basit bir cümle gibi değil mi? Ama değildi. Pizza yemem demek aslında “Ben Ceylin yokken hiçbir şey yemek istemiyorum, yaşamak istemiyorum. Sadece evime gitmek istiyorum. Kızıma ve Ceylin’e sarılıp uyumak, karnımız acıktığında sokaktaki tavuk pilavcıdan pilav yemek istiyorum.” demekti. Ayrıca Ilgaz’a “pizza yiyelim mi” diye soran kişi Ceylin olsaydı Ilgaz kesinlikle o pizzayı yerdi. Ilgaz’ın Nil ile olan samimiyetinin ardında bir mecburiyet olduğunu düşünüyorum. Hatta kaybolan çocukları ile bile ilgili olabilir. Zaten son sahnede “Belki benim bir amacım var. Belki bilhassa yanımda.” repliğiyle bunun işaretini verdi Ilgaz. Her ne sebepten olursa olsun bu meselenin en yakın zamanda kapanması en büyük dileğim. Ceylin Nil’den Ilgaz’ın kız arkadaşıymış gibi bahsettiğinde Ilgaz’ın o benim hiçbir şeyim demesini bekledim, bekledim… demedi. Nolur önümüzdeki bölümlerde bize biraz acı Ilgaz, nolursun. Ilgaz’ın herhangi bir planla, farkında olmadan hem Ceylin’e hem de kendine yeni bir yara açmasını istemiyorum artık.

Kaan Urgancıoğlu’nun Ilgaz ve Ceylin ilişkisi hakkında verdiği bir röportajda “Ilgaz’ın başka bir kadınla olabileceğini hayal edemiyorum. Başkasıyla düşünemiyorum onu.” dediğine denk gelmiştim. O kadar katılıyorum ki. Ilgaz bir başkasıyla hayallerimde bile var olamıyor.

Ilgaz’a Nil’den sebep fazla kırgınım ama bu bir yandan ona üzülmeme engel değil. Her fırsatta çocuğumuz olsun diyen Ilgaz’ın Ceylin’e ayrı kızına ayrı hasret oyuncakları öperek uyuması beni mahvetti. Bu kadar acıya nasıl dayanabileceğim hakkında en ufak bir fikrim yok.

Gelelim ikinci sezon boyunca tüm izleyiciyi hop oturup hop kaldıran malum plana. Ilgaz’ın kendini ölmüş göstermesini Ceylin’den daha zor atlatmış olabileceğimi düşündüm dün geceki yüzleşme sahnesini izlerken. Daha büyük bir sebep aradım sanırım onca acının mükafatı olarak. Ancak büyük ihtimalle tüm sezon, tüm izleyiciyi kahreden planın Turgut Ali’nin kızının üzerine devrilmesinin sebebi Ilgaz’ın seneler önce kendinden, ailesinden hatta Ceylin’den geçtiği masum bir kız çocuğunun hayatının ona bir babalık borcu olarak geri ödenecek olması. Belki de kızları Mercan’ı ancak geçmişte karşılık beklemeden yapılan bir iyilik kurtaracaktır…

Sanırım Türk dizi tarihinde en derinlerimden bir yerden bağ kurduğum iki karakter Ilgaz ve Ceylin ve şu an belki de hayattaki en büyük acıyla sınanıyorlar. Bölüm boyunca Ilgaz, Ceylin’in yüzünü görmek hatta sesini duymak için bir sürü girişimde bulundu ancak neredeyse hepsi karşılıksız kaldı. Hatta Ceylin’in Eren’in yaptığı bir hatadan dolayı Ilgaz’a bağırdığı bir sahnede Ilgaz’ın şöyle bir repliği var “Bırak kızsın. Böyle soğuyacaksa, iyileşecekse ben razıyım.” Yani Ceylin’i gerekirse ona kızsın bağırsın hatta ondan nefret etsin ama iyileşsin. Tek arzusu bu. Ceylin ise Ilgaz’dan nefret bile etmediğini söylüyor. Çünkü hala âşık olduğun birinden nefret edemezsin Ceylo. İçindeki acıdan dolayı büyük duygular hissedemeyeceğini söylemesinin sebebi de öfkeyle harmanladığı kıskançlığı olabilir. Nil’i Ilgaz ile birlikte gördüğü her an Ceylin’in içinden bir şeyler koptuğunu hissettim. Sevdiğiniz adamı başka birinin yanında mutlu görmek öyle kolay bir şey değildir çünkü. Bir yandan mutlu olmasını, sizin için dünya dönmeyi bırakmış olsa da onun için dönmeye devam etmesini istersiniz. Diğer yandan ise siz onsuz nefes bile alamıyorken onun başkasının yanında aldığı nefesler sizin boğazınıza batar. Ceylin’in ve az önce bahsettiğim “içimde öyle büyük duygulara yer yok” repliğinin bir diğer sebebi ise kendini kızlarının acısına hapsetmiş olması. Ilgaz’ın yüzüne yarım saniyeden uzun bakamamasının, Ilgaz ona birkaç adım yaklaştığında uzaklaşmasının sebebi de Ilgaz’ın ona mutlu ailelerini, birlikte yaşadıkları onca yeni anı, ilk tecrübelerini, Mercan’ı hatırlatması. Ultrason sahnesinde minik bebeğin Ilgaz’a benzediğini söyleyen bir Ceylin vardı. Anlayacağınız bir tarafta hayatının aşkı, diğer tarafta ise hayatının aşkının kopyası olan kayıp güzeller güzeli bir kız çocuğunun acısıyla baş başa Ceylin.

Ceylin’in kızları Mercan’ın ismini taşıyan mercan bir kolye takması… Bilirsiniz mercanlar suda yaşar. Ilgaz nasıl kızlarının oyuncağıyla uyuyabiliyorsa Ceylin de yüzerek kızını yanında hissetmeye çalışıyor anlaşılan. Bir de Ilgaz’ın deniz kenarındaki masaya oturmayı istemediği bir sahne vardı. Denizi görmek istemiyor ki kızı aklına gelmesin. Çok ağır detaylardı bunlar. Görüldüğü üzere Ilgaz ve Ceylin yine çok farklılar. Biri denizin dibinde yaşamak isterken diğeri denizi görmekten bile kaçıyor. Detaylar arasında Ilgaz ve Ceylin’in evinde Mercan’ın odasında Mercan’ın duvara çizdiği resimlerin olması, aralıklarla boyunu ölçmüş olup duvara işaretlemeleri, salonda Mercan bir yerlerini çarpmasın diye dolap ve sehpaların köşelerine kapatmaları da vardı ve her biri harikaydı. Teşekkürler değerli sanat ekibi.

Tabi bu deniz mevzusunun altından başka bir şey de çıkabilir. Biliyorsunuz sürekli ters köşe yemekteyiz. Belki de küçük Mercan denizde kaybolmuştur veya denizden kaçırılmıştır. Sezonlar boyunca Ilgaz’ın odasında asılı olan “Kanagwa Oki Nami Ura” tablosu yerini “Sis Denizi Üzerindeki Gezgin” tablosuna bırakmış. Bunun da sebebi Kanagwa dalgalarının denizi çağrıştırması olabilir. “Sis Denizi Üzerindeki Gezgin Tablosu” asil iyimserlik ve korkunç yalnızlığı yansıtıyormuş. Üçüncü sezon Ilgaz’ı daha iyi özetlenemezdi sanırım. Ilgaz ve Ceylin bu sezon sadece dünyanın değil evrenin de en yalnız insanları gibi çünkü.

Bazen sevdiklerimizi kalbimizin en orta yerine koyup saklamak ve tüm yaralarını sarmak isteriz. Ön izleme olarak yayınlanan ayrılık sahnesini izlerken tam olarak böyle hissettim. Kalbimde bir yerlere dokundu. “Severek ayrılmak.” Kulağa çok saçma geldiğinin farkındayım. İki insan birbirini seviyorsa neden birlikte olamıyorlar madem dediğinizi duyar gibiyim ama bazen olmaz işte. Sevgi, aşk her şeyi halleder diye düşünen biri oldum hep ama bazen halledemiyor demek ki. Bazen zaman gerekiyor, belki biraz yalnız kalmak, biraz tek başına o acıyla baş etmek. Acı insanı büyütür derler, belki de biraz büyümek gerekiyordur. Karşınızdaki kişinin sizi sevdiğini bilerek arkanızı dönüp gitmek çok zor, karşınızdaki kişinin sizi sevdiğini bilerek arkasını dönüp gitmesine izin vermek daha da zor. Ilgaz ve Ceylin’in birbirlerinin hayatında var olmak için gösterdikleri çabayı hissedebiliyorum. Birçok kez denediler. Olmadı. Ancak bence şu an olmuyor olması bir daha olamayacağı anlamına gelmez. Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz sözüne inanmıyorum. Devamı da şöyleydi “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz çünkü nehir aynı değildir ve siz aynı değilsinizdir.” Peki nehir de biz de artık aynı olmamamıza rağmen hala birbirimizi istiyorsak? İnsanlar değişir ama kalpleri hep atmaya devam eder. Ilgaz ve Ceylin’in kalpleri de hala birbirleri için atıyor.

Ilgaz’ın Ceylin’e ondan başkasını sevmediğini, sevemeyeceğini hala ona âşık olduğunu haykırdığı bir sahneye çok ihtiyacım var. Yan yana uzanıp birbirlerini sevdikleri, Ilgaz’ın Ceylin’in saçını okşadığı, Ceylin’in Ilgaz’ı kucağına yatırıp onsuz geçen acı günlerinin yaralarını sardığı, darmadağın mutfağı birlikte topladıkları… Kızlarını tekrardan kucaklarına aldıkları sahnelere ihtiyacım var. Biraz umuda ve sevgiye ihtiyacım var. Muhtemelen Mercan ailesini bir başkası olarak biliyor. Ceylin ve Ilgaz ona kavuştuklarında “anneciğim biz geldik” “babacığım artık hiç ayrılmayacağız” dediklerinde Mercan tepkisiz kalacak ve onları tanımadığını söyleyecek. Gerçekten çok acı verici. Bu kadar acıyı kalbim kaldırmıyor artık.

Ilgaz ve Ceylin kim bilir kaç kayıp ihbarı için arayan numarayı kalpleri ağızlarında açtılar, kaç kez morga gidip bir başka çocuğun cesediyle karşılaştılar. Ceylin’in yolda rastladığı bir kayıp ilanının üzerine düşüp çocuk bulunduktan sonra tüm ilanların toplatılmasını istemesi de bundan sebepti. Canından çok sevdiğin çocuğunun yasını tutabilmek için gidebileceğin bir mezarın bile olmaması çok büyük bir acı. Acı ne kadar büyükse sevinci de o kadar büyük olur derler. Her ne kadar şu an ayrı düşmüş olsalar da kızlarına kavuşup, birbirlerine sarıldıkları o ilk anı gözlerimi kapattığımda hayal edebiliyorum. Böyle büyük acılar keşke sadece senaryolarda kalsa. İzlerken gerçek hayatta da bu acıları yaşayan insanların varlığını hatırlamak nefesimin kesilmesine sebep oluyor.

Karısını aldatan Osman, bin bir türlü belaya karışan Çınar, katil Parla, Konya ovası genişliğindeki Aylin, çocuklarının mutsuzluğu için yaratılmış Metin ve Gül bile mutluyken iki sezon boyunca ailesinin mutluluğu için türlü mücadeleler veren Ilgaz ve Ceylin’in mutlu olmaması üçüncü sezona dair en çok zoruma giden şeylerden biri. Hayat çok adaletsiz her manada. Gerçek hayatta da böyledir zaten iyiler her zaman kaybeder. Ben iyilerin de mutlu olabileceği bir dünyaya inanmak istiyorum.

Sona yaklaşırken çok küçük bir parantezi de Ilgaz ve Ceylin’in beş yıl önceki yaşamları hakkındaki sahneler için açmak istiyorum. 64. bölüme başından sonuna kadar karamsar, boğucu bir hava hâkim olsa da flashback olarak servis edilen bu sahneler tüm bölümü güneş gibi aydınlatmış.  Özellikle Eren, Ilgaz ve Ceylin’in doğuma gittiği sahne çok hoşuma gitti. Ceylin’in Eren’e vurmak için bacaklarını açması Ilgaz’ın sanki çocuk Ceylin’in bacaklarının arasından kayıp gidecekmişçesine “kapat şu bacaklarını” diye bağırması onca dramın içinde tam bir komediydi. Baştan aşağıya pembe giyinmiş Ceylin, kızlarının odasını ne şekilde boyarsa boyasın Ceylin’e bir türlü beğendiremeyen Ilgaz, bebek Mercan’ı ilk kucaklarına alışları… Tüm bu sahneleri izlerken bir daha hiçbir şey aynı olmayacakmış hissi kalbime yerleşti.

Bölümü izleyen çoğu tanıdığımın da kalbine aynı his yerleşmiş olacak ki neredeyse hepsi “bu sezon izledikleri Yargı’nın eski Yargı olmadığını, Ilgaz ve Ceylin’in bambaşka karakterlere dönüştüğünü” söyledi. Bunların kötü bir anlamda söylendiğini düşünmüyorum. Hatta bu değişim izleyen herkesi heyecanlandırmış gibi gözüküyor ancak bence senaryodaki birçok şeyin değişmiş olmasına rağmen Ilgaz ve Ceylin hala benim tanıdığım karakterler. Sadece kalplerindeki aşkın üzerinde çok büyük bir acının ağırlığı var.

Yine bir pazar akşamı yine yüreğimizi dağlamış olsa da Sema Ergenekon’u tebrik etmek istiyorum. Üçüncü sezona gelmiş bir hikâyeyi böylesine heyecan ve tutkuyla ilerletebilmek, her yeni sezonu yeni bir merakla kurabilmek çok büyük bir başarı. Mercan’ın acısıyla birlikte güncellenen Toygar Işıklı’nın elinden çıkmış yeni fon müziklerine de bayıldım, acıklı bir ninni gibiydiler. Kaan Urgancıoğlu ve Pınar Deniz’in adını duyduğumda bile gözlerim doluyor artık o yüzden fazla detaya girmek istemiyorum ama büyük bir aşkla IlCey olan; anne Ceylin’i şimdiden iliklerimize kadar hissettiren Pınar Deniz ve baba Ilgaz’ın acısını kalbimize işleyen Kaan Urgancıoğlu’na ve onların yan yana olmasına vesile olan herkese bin teşekkür.

Nil’e olan nefretimden diğer yeni eklenen karakterler hakkında fazla yorum yapamadım kusuruma bakmayın. Savcı Efe sahneye çok tatlı bir giriş yapmıştı ancak kendisi kleptomani çıktı. Zaten bilirsiniz ki normali bizi bulmaz. Eren’in sevgilisi, aynı zamanda minik Elif’in öğretmeni Dilek’e karşı tavrım Tuğçe gibi, ne eksik ne fazla. Varlığını sakladığı sözde arkadaşının da kaçırılan kızımızın hikayesinde başrollerden birini oynayacağını düşünüyorum. Çünkü yanlış görmediysem Ceylin’in sancısının tuttuğu mahkeme sahnesinde o da oradaydı. Ayrıca Ceylin’in bebeğinin cinsiyetini öğrenmeye geç kaldığı uzlaşma sahnesinin de boşa çekildiğini düşünmüyorum. Ali Bilgin ve Beste Sultan Kasapoğulları’nın durduk yere böyle bir sahne çekmiş olmaları neredeyse imkânsız.

Şu an bu şehirde Ilgaz var, Ceylin var; IlCey yok ancak bu sadece görünen tarafı. Çünkü onların kalpleri hala birlikte ve aynı acı için atıyor. Hala her gece gözlerini kapattıklarında birlikte uyuyorlar. Hala adliyeye el ele giriyorlar. Hala sokaktaki tavuk pilavcıdan pilav yiyorlar, güzel bir kafede pizza değil.

*Cemal Süreyya
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER