Buyurun dostlar,
buyurun hakiki Van sofrasına...
Dram hem gerçekler hem
de televizyonda izlediğimiz yapımlar aracılığıyla her zaman hayatımızda yer
etmiş bir olguydu ama eskiden hiç değilse hem ağlayıp hem gülme lüksümüz vardı.
Keyifli komedi işlerini her akşam evimizde ağırlayıp dertlerimizi iki saatliğine
geride bırakma fırsatı hiç de uzak değildi. Fakat biz büyüdük ve kirlendi
dünya derler ya, her lüksümüz gibi bu da elimizden alındı. Televizyondaki işler
gittikçe karaya bulanırken hayatın her alanında unuttuğumuz mutlulukla burada
bile vedalaşmış olduk. Son dönemde dijital platformlarda Gibi, Ayak
İşleri gibi nitelikli işlerle bazı olumlu adımlar görsek de ana akım
medya için umut kalmamış gibiydi. Neyse ki sonunda gözümüzü yollarda bırakan
"güzel günler" umuduna kavuşma yolunda sağlam bir adım atıldığına
şahit olduk.
Bu aşırı dramatik girişin
ardından pozitif bir havayla yazıya devam edeceğimi şimdiden müjdeleyeyim çünkü
Show TV'de Güzel Günler'in ilk bölümünü izlerken hissettiğim
tek şey mutluluk oldu. 2. sezonda devraldığı Yabancı Damat'la
birlikte Canım Ailem ve Aramızda Kalsın gibi
dizilerde de imzası bulunan Selin Tunç'un kaleminden çıkan yapım, kendisinin
ruh verdiği hikayelerden beklenecek olmazsa olmazlara tik atarak başladı: Acı
tatlı aile ilişkileri, geçmişle bağlantılı aşklar, platonik sevdalar, güçlü
kadınlar, naif erkekler, iştah açıcı sofralar, sırlar, rekabetler, yolculuklar,
hatta herkesin birbirine birinci tekil şahıslı ifadelerle hitap etmesi derken
tüm tanıdık duraklara teker teker uğradık. Sıkışmışlık hissinin dört
yanımızı sardığı bir dönemde bir el sonunda imdadımıza yetişmiş, uzun zamandır
kapalı olan pencerelerimizi açmış, gönlümüzü git gide ferahlatmış gibi bir his
var içimde. Nitekim aynı vaziyet genel izleyiciye de sirayet etmiş olmalı ki
henüz ilk bölüm reytingleriyle Yargı ve Teşkilat'ın
domine ettiği pazar gecesinde kendine hatırı sayılır bir yer edinmeyi başardı.
"Güzel günler
mazide kalmış, ben hâlâ rüyada..."
Bilmeyenler için
konuyu kısaca özetleyecek olursak: Van'da kız kardeşiyle birlikte yaşayan Selma
(Leyla Tanlar), hem aile lokantasının kapanması hem de evinden atılması
yüzünden dımdızlak ortada kalınca hayatını yoluna koyma umuduyla kendisine
bırakılan mirası almaya karar verir. Fakat bu mirasa eski nişanlısı Mihran'la
(Burak Dakak) ortak olduğu için İstanbul'a gidip onu bulmaktan başka çaresi
yoktur. Aynı gün doğan ve birbirlerini çok sevecekleri kehanet edilen bu iki
genç yıllar önce gerçekten de birbirine âşık olmuştur ama herkesin ölümden
döndüğü bir yangın faciasının ardından yolları ayrılır, araya binlerce
kilometre girer. Selma'nın İstanbul'a gelip yıllar sonra Mihran'ın karşısına
çıkmasıysa sadece onların değil çevrelerindeki herkesin hayatına bomba gibi
düşecek gelişmelerin habercisi olur.
Güzel Günler'i izlemek
dünyanın en orijinal yemeğini yemek gibi değil ama çok iyi bildiğimiz, her
seferinde de iştahla mideye indirmekten kendimizi alamadığımız lezzetlerle dolu
bir sofraya oturmuş hissi veriyor. Selin Tunç'un önceki dizilerini
çağrıştıracak birçok detayın (örneğin Aramızda Kalsın'da da
Yadigar'ın kendisine bırakılan emanet için İstanbul'a gelmesi veya karakter
bazlı benzerlikler gibi) burada da kendine yer bulduğunu görsek de ortada
abartılacak bir durum olduğunu düşünmüyorum. Evet, bazı açılardan dizi adına
dezavantaj olarak değerlendirenler olabilir ama kendi adıma hoşuma gittiğini
itiraf etmeliyim. Aynı külliyatın diğer mihenk taşlarıyla dirsek temasında
bulunması bana her an emin ellerde olduğumun ve diziden beklediklerimi teker
teker alacağımın güvencesini verdi. Kaldı ki hikâyenin ilerleyişi de kısa
sürede farklı bir rotaya sapacağının sinyallerini şimdiden verdiği için içler
rahat olsun derim.
İlk bölümün yeterince
iyi olup olmamasının başlıca kıstaslarından biri elbette derdini kısa sürede
ortaya koyabilme becerisi. Zira artık sabırsızlığımızın artmasıyla orantılı
olarak toleransımız azalıyor ve en ufak bir ilgi kaybında kumandanın bir
tuşuyla geçip tekrar dönmeyecek kadar acımasız olabiliyoruz. Neyse ki Güzel
Günler de ilk bölümüyle senaryoyu yavaşlatabilecek olası tuzaklardan
güzel manevralarla sıyrılmış. Daha ilk 15 dakikasında hikayesinin kilit
detaylarını bir bir ortaya koyarken hikâye ilerledikçe de tempoyu düşürmeyip
odağını dağıtmadan finale gitmeyi başarmış. Senaryonun kılçıksız seyrine Osman
Taşçı'nın temiz rejisi de başarıyla eşlik edince uzun süre dezavantajı
olabildiğince aza indirilmiş. Fakat maalesef yine de #YerliDiziYersizUzun :(
Türkiye'deki anne-kız
ilişkileri (temsili)
Gelelim işin en güzel
tarafına. Dizi öyle bir devler ligi kadrosuyla yola çıkmış durumda ki bu sayede
yarışa 1-0 önde başlıyor. İki yıllık Kırmızı Oda macerasıyla
yeni bir meydan okumayı tamamladıktan sonra Binnur Kaya'nın mekânın sahibi
misali komediye dönüşü bugünlerde ülkece bize ilaç gibi gelecek nadir şeylerden
biri bence. Uğur Yücel'in ardından kendisi de Selin Tunç külliyatının
sembollerinden biri haline geldiği için 200 bölümü aşan ortaklıklarının yine
meyvesini verdiğini görmek güzel. İnanıyorum ki Kıymet de çok yakında
ikonik sahneleriyle bol bol gündemimizde olacak. Üstelik kendisinin alt sürümü
diyebileceğimiz kadar benzer Ecem Erkek'le anne-kız oynaması da cabası. Olgun
Toker'in çok amaçlı İsviçre çakısı gibi bulunduğu her projeye cuk oturması,
Zeynep Çamcı'yla uzun süre sonra doya doya hasret giderme fırsatı, Yıldıray
Şahinler ve Seray Gözler gibi tecrübeli isimlerin kattığı tat derken beklenen
oyunculardan beklenen verimin alınması elbette şaşırtmıyor.
Gençler cephesinde
de Paramparça ile çıkış yapan Leyla Tanlar'ı ne kadar
beğendiğimi uzun uzun anlatabilirim. Selma ona, o da Selma'yla öyle yakışmış ki
yerine başkasını bile düşünmedim. Çaresizliğine rağmen hayata tutunmak için
gösterdiği azmi, dünyanın en masum kızı olabilecek kırılganlığı ama tüm
dünyasını arkasında bırakacak kadar da gözü kara oluşuyla yolculuğunu takip
etmekten zevk duyacağımız bir karaktere "merhaba" dedik. Kendi
neslinin en yetenekli isimlerinden biri olan Burak Dakak da ilk ciddi başrol
denemesinden alnının akıyla çıkmış. Boyu boyuna huyu huyuna misali, ekranda güzel
resim veren ama resim vermekten çok daha ötesini hissettirecek derinliğe de
sahip bir #MihSel göreceğimize şimdiden eminim. Öte yandan Adanalı çırağımız
Feyyaz'ı canlandıran Orkuncan İzan'dan da bahsetmezsem haksızlık
ederim. Misket oyunundan (izlemediyseniz tavsiyedir) sonra
burada da daha ilk göründüğü andan itibaren enerjisi ve sempatisiyle öyle
parlıyor ki sadece Füsun'un değil tüm izleyicilerin kalbini çalacağı kesin.
Zengin kızımız Alya karakteriyle Oya İloğulları da adeta bir içim su değil mi
yahu? Hikayesine girdikçe sadece güzelliğiyle değil oyunculuğuyla da bolca
takdir toplayacağını şimdiden kesin. Yeri gelmişken kadronun geri kalanına da
selamımızı verelim: tatlı tekvandocu Leylim'imiz Duygu Köse, ergen aşıklarımız
Dora Dalgıç ve Doğan Can Sarıkaya, gelin tarafının ebeveynleri Edip Saner ve
Enginay Gültekin...
AlKan gümbür gümbür ^^
(size hızlandırılmış flört dersleri lazım gençler)
En iyisi yazıyı artık
toparlayayım da dizilerin uzunluğuna isyan ederken ben de aynı tongaya
düşmeyeyim (aslında bahsedilecek çok şey var ama sürpriz bozmamak için detay
vermiyorum). Sonuç olarak, "büyük" hikayelerden o kadar sıkılmıştık
ki Güzel Günler sayesinde küçük şeylerden büyük
hikayeleri görmenin tadına tekrar varmak için şimdiden sabırsızlanıyorum.
Kıymet'in altın defterinde, Füsun'un nişan elbisesinde, Atakan'ın bozuk kahve
makinesinde, Altan'ın boks salonunda, Selma'nın köhne arabasında, Mihran'ın
bocalamasında, Hakim'in menemenlerinde, Feyyaz'ın tebessümünde, Saliha'nın
yürütecinde ve daha nicesinde saklı olan detayları keşfetmeyi iple çekiyorum.
Belki karşımızda yeni dünyalara yelken açtıracak bir iş yok ama başarılı
oyunculuklarla, samimi ve gerçekçi atmosferle bezeli hikayesiyle her pazar
akşamı kaygılanmadan geçireceğimiz iki saat sunabilmesi bu dram furyasının
arasında nefes alabilmek için gayet yeterli. Karnesinde de payına
"pekiyi" düşeceği şimdiden aşikâr gibi görünüyor. Güzel
Günler'e bol reytingler ve uzun ömürler, tüm izleyicilere de iyi seyirler
dilerim.
Kısa notlar:
* Merve Aksak'ın evini
(hatta Arzu ve Burcu'nun unutulmaz kavga sahnesinin geçtiği banyoyu ve hatta
kavga nedeni olan karakterin oyuncusunu) görmek Ufak
Tefek Cinayetler'i, Çolpan Cevher Hukuk Bürosu'nu görmek Evlilik
Hakkında Her Şey'i, Olgun Toker-Ecem Erkek kardeşliği Hayat
Sırları'nı, Olgun Toker-Burak Dakak birlikteliği de Benim
Adım Gültepe'yi, yani bugüne kadar sevdiğim pek çok diziyi bol bol yad
etmeme sebep olunca "tam bana göre dizi yapmışlar" diye aklımdan
geçirmedim değil. ^^
* Resmi olarak korona
virüsü görmezden gelmeyi bıraktığımız dönemlere girmiş bulunuyoruz. Berkun
Oya'nın Cici'sinden sonra burada da pandemili günlerden izler
bulmak mümkün.
* O deniz manzaralı
teras nadir yahu, ben de istiyorum. <3
* Umarım o koç
gerçekten "gezeceği" bir çiftliğe gitmiştir. ^^
* Hata bulmak gibi
olmasın ama Seray Gözler ve Burak Dakak arasında anne-oğul olmak için fazla mı
yaş farkı var? Aynı şekilde Binnur Kaya'nın da (inandırıcılık konusunda hiçbir
sorun olmamasına rağmen) Olgun Toker'in annesini oynamak için biraz genç
kaldığı kanaatim pek değişmedi. Atakan'ı Saliha'nın oğlu yapıp iki kardeş
arasındaki çocuk durumu dengelense sorun çözülebilirdi gibi düşünüyorum.