Takvimler 2007 yılını gösterdiğinde girdi hayatımıza Dudaktan Kalbe… Öncesi de vardı ama çünkü Reşat Nuri Güntekin’in aynı adlı romanına dayanıyordu. Romandan farklı birçok noktası olsa da temelde bir uyarlamaydı Dudaktan Kalbe…
Başrollerini Aslı Tandoğan, Burak Hakkı ve Yiğit Özşener paylaşırken, senaryo Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu’na aitti. Yönetmen koltuğunda ise Andaç Haznedaroğlu oturuyordu. Toplamda 75 bölüm süren dizinin kendine has bir büyüsü, bu büyünün nedenleri vardı. Her güzel şeyde olduğu gibi kusurları da vardı pek tabii… Bu sebeple de ne varsa eski dizilerde var diyerek bugün sizleri keyifli bir yolculuğa çıkarmak, 2007-2009 yılları arasına götürmek istedim…
Dudaktan Kalbe dram ve romantik türde bir yapım… Hal böyle olunca entrika ve aşk ön planda. Ancak başta belirtmeliyim bu dizinin esas aşığı ne Lamia ne de Hüseyin Kenan Gün’dür… Herkesin tahmin edeceği üzere dizinin en çok seveni, en güzel seveni Cemil Paşazade’dir. Aşkın insanı değiştirdiği en güzel örneklerdendir Cemil Paşazade…
Hikâye şöhretinin zirvesinde olan Hüseyin Kenan Gün’ün adaya dönüşüyle başlar… İlk aşkı Leyla kuzeni Cemil ile evlidir. Ama bu evliliğin gölgesinde de hep Kenan ve Leyla’nın geçmişi vardır. Amcasının evinde yengesinin öfkesiyle günlerini geçiren Lamia ile karşılaşır Kenan… Zengin ve güçlü bir ailenin kızı olan Cavidan’ın olaylara dahil olmasıyla da hikâye dallanır budaklanır… İzleyici Lamia-Kenan aşkını izleyeceğini düşünürken en sonunda anlaşılır ki bu ikiliden âşık olan yoktur aslında ortada… Çünkü Lamia saf ve masumluğuyla Kenan’a duyduğu hayranlığı aşk zannederken, Kenan ise kendinden başka kimseyi sevmeyen biri olduğunun farkında bile değildir. Hikâyenin hırslı ve kötü adamı olarak görülen Cemil ise Leyla’nın ölüm döşeğinde Kenan’a aşkını haykırmasıyla Lamia-Kenan ilişkisine dahil olur… İntikam almak ister Kenan’dan… Bu sebeple Lamia’ya yakınlaşır. Ama aynı zaman dilimlerinde Lamia’yı zorlu bir durumdan kurtardığı için Cemil’in Lamia ile ayrı bir yolculuğu başlar… Lamia onu kurtardığı için Cemil de onun yerine hapse girdiği için birbirine minnet duyar… Ve bu iki ayrı olay birleştiğinde, hikâyede kartlar yeniden dağıtılır. Tahmin edeceğiniz üzere Cemil’in Lamia’ya âşık olması kaçınılmazdır.
Cemil Paşazade… Çocukken annesinin ölümünün ardından babasının sevgiden uzak hırs ve öfke ile büyüttüğü Cemil dışarıdan bakıldığında siyaha çalan bir karakterdir. Ama içten içe hassas, bu hassasiyetini de muzip gülüşlerinin ardında gizlemek için büyük çaba sarf eden sevilmemiş bir adamdır. Ne babası tarafından ne de kuzeninin ilk aşkı olan karısı Leyla’dan sevgi görmüştür gerçek anlamda. Bu onu daha da hırslandırırken Lamia girer hayatına… Yavaş yavaş ona âşık olurken Cemil de büyür, olgunlaşır… Hatalarıyla yüzleşir… Lamia’ya da dediği gibi… Ne iyi bir evlat olmuştur bu hayatta, ne iyi bir koca ne de iyi bir insan… O sadece âşık olmuştur… Leyla’yla eflatun ve moru tanıyan Cemil Lamia ile gökkuşağının bütün renkleriyle tanışmıştır. O Lamia’ya aşkını böyle tarif eder… Sadece Cemil’in hayatında Lamia ile olan bağı değil, babasıyla olan ilişkisi de büyük bir değişime uğrar. Yaşadığı zorlu durumlar onları da yakınlaştırır, sadece Cemil değil Saip Paşa da hırslarından, öfkesinden arınmaya başlar.
Lamia’ya gelince… Onun için de hayat kolay olmamıştır. Kenan’a duyduğu hayranlığı aşk zannederken daha sonra o da büyür ve gerçek aşkın bu olmadığını anlar… Dizi boyunca Lamia’nın yolculuğuna eşlik eden günlüğüne en son yazdığı gibi… “Sevmek çok güzelmiş…” Ona bu sözleri söyleten kişi Cemil’den bir başkası değil… Cemil’in başına gelenler ve yaşadıkları onca şey sonrası farkına varır Lamia gerçeğin… Gerçekte kimi sevdiğinin…
Cemil’in yazdığı o destansı mektuplar (Özellikle giderken yazdığı mektup için… Daha önce bir dizide bu kadar güzel bir aşk mektubu olduğunu sanmıyorum… Sırf bu mektup için bile izlenilebilir dizi…) dizi boyunca eşlik eder izleyiciye… Diğer tarafta ise şöhretin zirvesindeyken gittikçe zorlu bir sürece giren Hüseyin Kenan vardır. Kendisinin de söylediği gibi hayatına giren bütün kadınlara zarar vermiştir o. Leyla, Lamia, Cavidan… O kendisini sevmiştir çünkü en çok… Bu bencil adam Lamia’nın da hayatını değiştirir. Melek doğar sonra… Bin bir entrika sonrası öğrenir gerçeği ama Melek de onun bencil ve kompleksli ruhuna pek iyi gelmez… Her ne kadar son bestesini kızına adasa da ben Melek’i de gerçekten sevdiğini düşünmüyorum Kenan’ın… Dediğim gibi o en çok kendisini sevdi… Ve hikâyede gittikçe Kenan içinde zorlu günler başlar…
Bu hikâyede mükemmel var mıydı, kesinlikle yoktu. Bütün karakterler kusurluydu. Buna saf ve masum diye nitelendirilen Lamia’da dahil. Onun da çok hatası oldu. Ne var ki bu hikâyede hatalarından ders çıkarmayı öğrenenler kazandı. Cemil gibi… Cemil tüm hatalarını sahiplendi, bedeller ödedi ve yeni bir hayata kucak açmak için ellerini uzatırken, Lamia’ da en sonunda gerçek aşkını anlayıp ona kucak açtı.
Genel anlamda senaryonun işlenişini beğenmeyen biri olsam da karakter gelişimi oldukça yerinde verilmişti fikrimce. Toygar Işıklı’nın imzasını taşıyan müzikleri ise kusursuzdu… Bütün oyuncu kadrosu emekle çalışmıştı ama ayrı bir parantez açmam gereken iki isim var: Saip Paşa’ya hayat veren Köksal Engür ve Cemil Paşazade’nin tüm duygularını izleyiciye mükemmel bir şekilde aktaran Yiğit Özşener’in performansları takdire şayandı doğrusu… Yiğit Özşener ve Aslı Tandoğan’ı yeniden bir arada görmeyi isteyecek kadar uyumlarını beğendiğim ise bir başka gerçektir.
Son olarak hep söylerim Dudaktan Kalbe Lamia-Kenan hikayesi gibi görülebilir (Romandan bağımsız sadece dizi için konuşmak gerekirsek) ama dizinin asıl yıldızı Cemil Paşazade ve onun karakterindeki değişimin incelikleridir. Öyle ki Kenan bile Cemil’in aşkının ve değişiminin farkında olmuştur. Bu sebeple eğer diziyi hala izlemediyseniz, şans vermek isterseniz dizinin tavsiye edeceklerim listesinde yer aldığını bilmenizi isterim. Sevgiyle kalın…