Yeşilçam ilk duyduğum andan itibaren heyecanla beklediğim bir yapım oldu. İlk haberdar oluşum sanırım Sarp Kalfaoğlu ve Aydın Doğan Yalçındağ'ın yaptığı Instagram canlı yayınıylaydı. Dizi başlamadan iki sezon onayı almıştı. BluTv'nin en yüksek prodüksiyonlu ve en prestijli işi olacaktı. Beni heyecanlandıran asıl unsur ise senaristinin Bozkır dizisinin de senaristi olan Levent Cantek olmasıydı. Yanlış hatırlamıyorsam Volkan Sümbül daha sonra dahil oldu. Yanlış hatırlıyorsam da affola. Bir dizinin beni heyecanlandırması genelde senaristinin kaleminin güçlü olmasına dayanır. Bozkır'ı izlemiştim. Derinlikli karakterler ve alışılmışın dışında bir hikayesi vardı. Genel olarak memnun olduğum bir hikâye oldu. Tek itirazım klişe bir finali olmasıydı. Finali ne yazık ki bende hayal kırıklığı yarattı. Neyse ki sonradan öğrendiğimiz bilgiler Bozkır dizisinin ikinci sezonunun geleceğini müjdeliyor. İlkinden daha bomba bir sezon olur umarım.
Yeşilçam’a dönersek zamanla gelen bilgiler beklentimizin artmasına vesile oldu. Başrol için Çağatay Ulusoy ile anlaşıldı. Yönetmen Çağan Irmak oldu. Heyecanla beklediğim, beklentimin daha da arttığı bir yapım oldu Yeşilçam. Sonunda kavuştuk ve geçtiğimiz perşembe ilk sezon finali ile karşımıza çıktı. Ben de Yeşilçam'a dair bir şeyler yazmak istedim.
Bu kadar prestijli bir işin beklenti oluşturması kaçınılmaz bir şey. Beklentileri karşıladı mı diye soracak olursak bu soruya sübjektif bir cevap verebilirim çünkü herkesin bir diziden beklediği şeyler farklı olacaktır. Şahsen izlediğim şeyden memnunum. Fakat beklentim tam olarak karşılandı mı diye soracak olursak; bir hayal kırıklığı yaratmadı ama umduğum bundan daha fazlasıydı. Ne umdum ne buldum onlardan bahsedelim biraz da.
Tanıtımlardan başlamak istiyorum. Bence tanıtımlar çok yanıltıcı olmuş. İlk sezon bittiğinde dönüp tekrardan ilk yayınlanan tanıtımları izledim. Neredeyse hiçbiri dizinin dünyasını yansıtmıyor. Şöyle ki senaristlerimiz -bence- Yeşilçam'ın karanlık tarafına odaklanıp bildiğimiz ve romantize edilen bir Yeşilçam yerine daha karanlık ve sert bir Yeşilçam anlatmaya niyet etmişler. Ağır aksak da olsa sezonun ikinci yarısında bu dünyaya giriş yapmış olduk. Ama dönüp tanıtımları izlediğimde 60'lı yılların Hollywood’unu izliyormuş hissi uyandı bünyemde. Bu da sorun olmazdı, sonuçta Amerika’dan etkilenen bir sektör. Fakat tanıtımlar dizinin genel hikayesini de yansıtmıyor. Toz pembe bir hikâye izleyeceğiz hissi yaratıyordu. Oysa ki dizinin dünyası daha kışkırtıcı bir şey vaat ediyor ve anlatıyordu. O karanlık Yeşilçam’ı odağına alan tanıtımlar yapılmış olsaydı çok daha fazla sükse yapacak ve daha başlamadan insanları kendine çekecekti. Bence çok büyük bir fırsat kaçmış, zaten takip edenler dizinin sosyal medyada yeteri kadar konuşulmadığını görmüşlerdir. En azından ben öyle düşünüyorum. Yeşilçam daha fazla konuşulmalıydı.
İlk sezondan beklentim daha yüksekti demiştim. Beklentimi karşılamayan noktaları irdelemek istiyorum. Diziyi izleyenler bence dizinin finale doğru vites artırdığını ve daha da heyecanlı hal aldığını fark etmiştir. Dizi ikinci yarı kendini buldu ve adeta küllerinden doğdu. Bunda en büyük etken senaristlerimizin tecrübeli oldukları polisiye unsurların artması diyebilirim. Bir de her şeyi anlatma telaşından kurtulmaları. Bu telaş dönemi anlatalım derken gereksiz sahnelerin oluşmasına sebebiyet vermiş.
Dizi sezon finali yaptı ben de ilk bölümlerin beni neden hoşnut etmediğini düşünmeye başladım. Sonra ilk bölümü tekrar izledim ve iyi bir açılış bölümü olduğuna kanaat getirdim. Gelecek bölümlere referans veren çok fazla şey barındırıyordu ilk bölüm. Ama ilk bölümden tat almak için sezonun hepsini izlemiş olmak gerekiyordu. Bu bir zaaf çünkü insanlar genelde bir diziye devam edip etmeyeceklerine daha ilk bölümde karar verirler. Hatta ilk on beş dakikada kestirip atarlar. İlk bölümlerin en büyük kusuru bence Semih karakterinin isteklerinin önündeki engellerin belirgin olmaması ve inandırıcı olmamasıydı. Dizi batmış ve şirketini devretmek zorunda kalan bir prodüktör sahnesi ile başlıyor. Fakat bölüm boyunca Semih karakteri hiç iflas etmiş, tek çıkış yolu yeni bir film yapmak olan birine benzemiyor. Gece hayatı devam eden, yaşantısından ödün vermeyen ve hasbelkader önüne tutacak bir film gelen biri olup çıkıyor. Bu da karakterin derdine ortak olmamızı zorlaştıran en büyük engel oluyor. Derdi sahici olmayınca biz de onu sahiplenemiyoruz.
Dramada en temel kural istek ve engeller çatışmasıdır. İstek yoksa ve engeller ile mücadele yoksa o dizi izlenmez. Semih Ateş'in uğraştığı entrikalar çok sonra açığa çıkıyor. Dizinin baş kötüsü ile organik bir bağ kurana kadar dizi yolunu bulamıyor. Ne zaman İzzet karakteri ile karşı karşıya geliyorlar o zaman biz de karakterimize bağlanmaya başlıyoruz. Tabii bu epey geç oluyor. Neredeyse sezonun yarısında. Seyirci sahici bir engel ile ilk defa karşılaşıyor. Ondan önceki engeller sezon tamamlanınca anlamını bulan şeyler oluyor. Düşman açıktan belli olmayınca seyir zevki de azalıyor. İlk bölümlerde de entrikalar mevcut diye itiraz edilebilir. Fakat nedense seyirciyi içine almıyor bu bölümler. Ben de bu yazıda aslında bunun sebeplerini irdelemek istiyorum. Siz de yorumlar kısmında bana yardımcı olabilirsiniz.
İlk bölümler Semih Ateş'in şapkadan tavşan çıkaracağı inancı ile geçiyor. Hatta senaristler bile buna inanmışlar gibi. O yüzden başka şeyler ile oyalanmışlar. Asıl tehdit ile karakterimizi çok sonraları karşılaştırmışlar. İzzet karakteri ile karşı karşıya gelene kadar karakterimiz inisiyatif almayan hayatı tesadüfler üzerinden şekillenen biri olarak sunuluyor. Bir kere batmış biri, tek çıkış yolu yeni bir film ama ne hikmetse, karakterimiz filmi bulacağına film karakterimizin ayağına geliyor. Filmde oynayacak oyuncu kısmına geliyoruz. Aaa birden, hiç zahmetsiz onlar da karakterimizin ayağına geliyor. Geriye para sorunu kalıyor. Para lazım şimdi değil mi? Bir bakmışsınız o da karakterimizin ayağına geliyor. Karakterimiz bu sırada ne yapıyor derseniz iyi bir film ile borçlarını ödeyeceğine, batmaktan kurtulacağına inanıyor. Tabii inanmakla kalmıyor harekete geçiyor. Ama bütün engeller karakterimizin çabası ile değil de kaderin bir tesadüfü olarak gerçekleşiyor. Asıl hikâye ve çatışma da film parası üzerinden başlıyor. Seyirci bu kısma kadar oyalanmış hissediyor kendini. Çünkü Semih Ateş'in inancını izliyoruz. Eylemleri karşısında değil de inancı karşısında kader ona lütuflarda bulunuyor. Tabii seyir zevki olmayan bir durum bu.
Biraz da karakter konuşalım. Bir karakterde en önemli şey tutarlı olmasıdır. Biz onun ne yaptığını ve nasıl yaptığını izler ona göre onu anlamaya çalışırız. Semih karakteri ne yapıyor ve bunları nasıl yapıyor. İşte dizinin en çok kan kaybettiği noktalardan biri de burası. Çünkü dizideki en tutarsız karakter Semih. Bir bakıyorsun melek, bir bakıyorsun şeytan. Bir bakıyorsun aptal, sonra zekâ küpü olarak karşımıza çıkıyor. Bir durumda sevdikleri için kendini feda edecek bir kahramanken birkaç sahne sonra onları bir meta olarak görmeye teşne bir pragmatist. Bu tutarsızlıkların altı da doldurulmayınca seyirci karakteri sahiplenemiyor. Sahiplenmesi gerekmez ama anlaması gerekir. Ne yazık ki anlamak da pek mümkün olmuyor. Semih'in davranışlarının altı ise doldurulamıyor. Çünkü tutarsız karakter buna engel oluyor. Dizideki diğer karakterler Semih'ten daha derinlikli bir hal alıyor.
Bir itirazım da flashback sahnelerine olacak. Çok kötü flashback sahneleri izledik. Bir geriye dönüş sahnesi iki şeye hizmet etmelidir. Bilgi vermek ve sahnenin duygusunu daha iyi yansıtmak, dramatik gerilimi arttırmak. Yeşilçam’daki geriye dönüşlerin çoğu bilgi verme amaçlıydı (birkaç iyi örnek vardı tabii). Bu sahnelerde temel amaç bilgi vermek oldu ve bu bilgiler karakteri anlamak yerine daha çok kafa karışıklığına sebep oldu. Oysa ki sahneler duygusal bir bütünlük içermeliydi. Bilgi amaçlı geriye dönüş asıl sahnenin gerilimini de alıp götürdü. Semih'in karanlık geçmişine dönük sahneler amaçlananın ötesinde karakter ile alakalı kafa karışıklığına sebep oldu. Yaptığı eylemlerin altında yatabilecek mantıklı bir sebep olmaması buna en büyük etken. Neden öyle davrandığını anlamlandıramıyorsak ve kendince haklı bir sebep varlığı ortada yoksa bu seyircide kafa karışıklığı olarak yer edecektir. En azından bende öyle oldu. Umarım ikinci sezonda bu davranışlarının mantıklı bir sebebini açıklayacak sahneler yazılmıştır. Spoilersız bu kadar değinebildim.
Dizi entrika dizisi olarak başladı. Zamanla polisiyeye evirildi. Bu evirilme diziyi daha izlenebilir bir hale getirdi. Polisiye aksı güzel ilerlerken sorun olarak ortaya çıkan bir başka unsur ise aşk aksının hiç işlememesiydi. Semih'in Tülin ile ilişkisi duygusal bir ilişki olamadı ama vaat edilen oydu. Semih ve Tülin ilişkisi romantik bir ilişki olacakken yine karakterlerin tutarsızlıkları ve kendilerinden beklenmeyecek şeyler yapmaları sonucu tuhaf bir noktaya evirildi ve gerçekçiliğini kaybetti. Bu konuda spoiler vermeden yazabileceklerim bu kadar ama çok kötü işlendiğini söyleyebilirim. Dizinin en kötü işlenen ikili ilişkisi Semih-Tülin ilişkisiydi. Mine ile olan ilişkisi daha gerçekçi ve her iki karakterin birbirine karşı davranışları da daha tutarlıydı. Ta ki Semih'ten beklemeyeceğimiz bir tepki ortaya çıkana kadar. Onu da karakterimizin tutarsızlığına bir delil sayabiliriz.
Şimdi bu yazıyı okuyunca Yeşilçam dizisi hakkında aklınızda olumsuz intibalar oluşmuş olabilir. Oluşmasın. Benim amacım eksik gördüğüm noktaları ortaya koymak. Bu noktaların üzerine gitmek daha iyi bir ikinci sezon izlemek. Yoksa genel manada Yeşilçam hem hikayesi gereği hem de karakterleri gereği daha önce işlenmemiş birçok konuyu ele alıyor. Özgün bir hikâyenin yanı sıra bir dönemin tarihi ve gerçekleri ile yüzleşme de içeriyor. Sadece bu nokta için bile izlenmeyi hak ediyor. Çok beğendiğim sahneler oldu. Özellikle oyunculuklar çok iyiydi. Çağatay Ulusoy oyunculuğunun üzerine koymaya devam ediyor. Bora Akkaş ile muhteşem ikili olmuşlar. Selin Şekerci harika bir performans sergiliyor. Afra Saraçoğlu tutuk kalmış denilebilir. Bence oyunculuğu iyi fakat tutuk kalmasının en büyük sebebi sahici sahnelerinin olmaması. Birkaç sahnede gayet de döktürmüş. Karakter kaynaklı bir problem olarak görüyorum ben. Yetkin Dikiciler ve Özgür Çevik ise efsane. Çünkü yazılan karakterler efsane...Yani neymiş efendim karakter iyi yazılmışsa oyuncu döktürüyormuş.
Son olarak Yeşilçam’ı sevdim umarım ikinci sezonda daha çok severim.