Dizi ile
ilgili yorum yazısı yazıp yazmama konusunda emin değildim ki, dizi sezon finali
yaptı. ‘Birkaç bölüm daha yayınlanır, ondan sonra sezon finali yapar.’ diye
düşünüyordum açıkçası. Erken sezon finali yapması, beni yazı yazmaya itti.
Aslında dizinin 26 bölüm ve 1 saatlik olacağı bilgisi dolaşıyordu. Fakat normal
dizi süreleri (!) gibi yayınlanmaya başladı. Bölüm sayısı için -yani ne zaman
final olur için- şimdilik bir şey demek doğru olmaz. Çünkü 2. sezon alacağı
reyting bunu belirleyecektir. İlk başta güzel bir açılış yaptı, ama biraz düşme
yaşadı. Dizinin niye düştüğü ile ilgili bazı fikirlerim var. Fakat önce diziyi
yorumlamak istiyorum, keyifli okumlar...
BZK; bir
tarihi dizi, bu cepte. Fakat sonuçta bu bi’ belgesel türü değil. Yaşanmış
olaylar ve üzerinde yapılan kurgular ile bize sunulan bi’ drama. Bunu niye
dedim? Çünkü bazı yorumlarda, dizi ve tarih ilişkisi hakkında eleştiriler
vardı. Ben, izlerken bu konulara fazla takılmadan, bize sunulan diziyi izledim.
Yazıda da izlediğimi yorumlayacağım. Bir tarihçi değilim sonuçta.
Dizi;
Kıbrıs Türklerinin çektiği zulmü, varoluş mücadelesini ve bu konu etrafındaki
kurguyu anlatıyor. Fakat yazıyı Ankaralı ve diğerleri olarak ayırdım. Çünkü
temelde Kıbrıs’ın mücadelesi var ama, bir izleyici olduğum için ve Dereli
Ailesi ön planda olduğu gibi Ankaralı da ön planda. Fakat bir fark
var; bir konu çok iyi, diğeri yorucu...
Ankaralıyı
izlediğimde, geçmişteki olaylarını izlediğimde ‘Bu karakterin spin of dizisi
olur!’ dedim. Çok ciddiyim bu konuda. Bi’ bakıyoruz Rusya’da görevde, bi’
bakıyoruz. Almanya’da. Hepsinde bambaşka bi’ kimlik bambaşka bi’ hikâye. Ve
bunlar “Serkan Çayoğlu” ile birleşince çok çok iyi bi’ iş çıkmış ortaya.
Emeğine sağlık “Serkan Çayoğlu.” (Oyunculuğu, yeteneği her projesinde artıyor
valla.)
“Kara
tren gelmez m’ola
Düdüğünü çalmaz m’ola...
... Aldım çantamı elime
Çıktım
gurbetin yoluna...”
Ankaralı,
Müfettiş, Bereli, Libero ve niceleri. Demin dediğim gibi, oyunculuğuna
izlediğimden beri bayıldığım “Serkan Çayoğlu”, çok iyi bi’ iş
çıkartıyor. Aslında diziyi izlememdeki etkisi çok fazla. Örneğin ilk bölümde
Kıbrıs’a adım atar atmaz etkisini ortaya koyması, otelin önündeki Bereli’nin
vurulma sahnesinde pratik zekasını kullanması, senaristlerin (Başar Başaran ve
Emre Özdür hocaların) bu karakteri çok sağlam yazmış ve altının çok sağlam
olduğunun göstergesi... İlk bölümde, evi boyadığında; radyonda çalan “Kara
tren gelmez m’ola düdüğünü çalmaz m’ola” türküsünü nezarethanede, ilk
bölümdeki ilk Bereli faaliyetini yaptıktan sonra arabada giderken ve Türk
jetleri ile orada kurtulduklarında tekrar etmesi, karakterin doğallığını ortaya
kokuyor. Ve türküyü, Ayşe ile birlikte yaşayacağı evi boyarken duyması, daha
fazla değer katıyor. Sanki o türküyü söylediğinde, o zamanlar gidiyormuş
gibi...
Ankaralı
için fazla olumsuz bi’ şey hatırlamıyorum, varsa da unutmuşumdur. Bi’ tek sezon
finalinde, esir çocukları kurtarmaya gittiklerinde, ‘Ankaralı, bi’ çocuğu
tehlikeye atıp diğerlerini kurtarmaya kalkmazdı.’ diye düşündüm. Çünkü bu
adam İngilizlerin binasına sızdı, demin dediğim sahte Bereli’nin vurulmasını
çok çabuk planladı; eğlenceli, pratik zekâsı ve çoğu olayı çözmesi ile ters
düşüyor bu durum... Ve çok beğendiğim karakter olan Mesude’ye de bi’ şey
olmazdı. :(
Ankaralının,
Almanya görevinde tanıştığı Ayşe ve Mesude ile devam edeyim. Bazı karakterler
vardır; tek düzey ilerler, çoğu özelliği aynıdır... Fakat Ankaralı’ya
baktığımızda bazen çok eğlenceli olabiliyor, bazen çok ciddi. İsmini,
özelliklerini bilmediğimiz için, gizemli olduğu için izledikçe tanıyoruz.
Mesela Ayşe daha duygularını ifade edebilen, hızlı tanıdığımız biri... Yani
deniz olmayan Ankara’da, olta alıp, doğacak erkek çocuğuyla balık tutmayı hayal
eden biri Ankaralı... Ve bu deli dolu özellikler Mesude’nin de özelliği idi. Bu
ikiliyi, 2. sezonda daha aktif izlemeyi isterdim. Çünkü o yakınlıklarını,
esprili tavırlarını sevmiştim...
Ayşe ile
Ankaralının sahnesi, hikâyede aynı yerde olmadıkları için çok yoktu. Fakat
izlediğimiz flashbackler iyi oldu... Gülper Özdemir’i beğendiğimi ifade etmek
istiyorum. Ve en çok beğendiğim özelliği: uzaktan uzağa sevgisini, aşkını çok
güzel yansıtması ve mücadele vermesi. Çok az izlediğim bir oyuncudur, dediğim
gibi burada beğendim...

İlk
baştan beri Ayşe’nin Kıbrıs’a gideceği düşüncesindeydim. Çünkü hikâyeyi kafamda
böyle oturtmuştum. Fakat Ankaralıyı büyüten kişi olan Efsane’nin hikâyeye dahil
olması ile oradan bambaşka bir kapı açıldı. Ankaralıyı yetiştiren bir aile
izledik. Ankaralı; yengesini annesi, Efsane’yi babası yerine koyduğu çok belli.
Onların da Ankaralıyı oğulları gibi düşündükleri de. Bu ailede -ben onlara aile
demeyi tercih ediyorum- çok kısa da olsa bunu hissettim. Bambaşka bir tarz var.
Birbirlerine sevgi ve saygı bağı var. Ankara’nın ve Efsane’nin eşinin, “Ben
ikinizi de eşit sevdim!” lafını vurgulaması, bu ailenin
birbirine çok bağlı olduğunu belli ediyor. Ve telefon konuşmaları ile bu çok
iyi yansıtıldı. Yani Ankara’da; Ayşe ve istihbarat ile başka bir dünya kuruldu
ve bu sezonluk bu yetti. Yine benim fikrim Ayşe’nin Kıbrıs’a gideceği yönde.
Doktor olması da bu durumu kolaylaştırıyor...
Benim
istihbarat konulu hikâyeleri sevmem, bu dizideki kişileri sevmemi tetikledi
galiba. Mesela Çetin için üzüldüm. Ankaralı, Efsane, eşi (“Eşi” deyip duruyorum
da, adını duydum mu hiç hatırlamıyorum. Bu dizide zaten ad değil karakter
önemli.) ve Ayşe’yi sevdim.
Bi’ de
Kıbrıs mücadelesini anlatan dizide, tüm her şeyi Ankaralı mı yapıyor? Bunu
düşündüm biraz ve Ankaralının hem Türkiye’yi hem de mücadele eden kişileri
temsil ettiği fikri oluştu. Yani Ankaralının önde olması, tek onun başarısını
değil, bu başarılar bir bütünlüğü temsil ediyor. Umarım ifade edebilmişimdir.
Ve bu
tarafı ‘Belki bir gün Ankaralının adını öğreniriz.’ diyerek bitirmek
istiyorum. (Belki de öğrenmeyiz. ^^)
Dizinin
Türkiye tarafını -en çok da Ankaralıyı- ^^ bayağı konuştum ve övdüm de. Bi’ de
Kıbrıs tarafına bakmak lazım... İlk başta belirtmeliyim ki, yapılan zulümler ve
izlediklerimizin gerçekte de de yaşanmış olması çok üzücü ve çok acı...
Dizinin prodüksiyonu,
dedikleri gibi çok uğraşılmış... Dizinin bir diğer başrolleri: Dereli Ailesi...
Ben açıkçası bu aileyi sevmedim ve dizinin süreleri ile birlikte çok zordu
izlemek. Dönemi anlatmak için, mesela ilk başta birkaç bölüm göç yollarını
göstermek için bu ailedekiler rol oynuyor. Elbet bu olayları göstermek ve
dizinin devamlılığı için birilerine ihtiyaç vardı. Ve bu Dereli ailesi veya
başka birileri de olabilirdi. Fakat EOKA’nın komutanlarından biri (Sampson) ile
bu aileyi bağlamak, Dereli ailesinin çok fazla ve ağır sahnesi olması; bir
izleyici olarak beni yordu diyebilirim... Tayanç Ayaydın, canlandırdığı Sampson
ile başarılı oyunculuk sergiliyor. O da kötü bi’ babanın elinde, düşmanca
yetişmiş biri. Veya içinde kötülük varmış...
Rauf
Denktaş, Dr. Fazıl Küçük ve diğer karakterler başarılı iş çıkartıyor. Tabii ilk
başta dediğim gibi siyasi/politik konuları tam bilmediğim için izlediğimi
yorumluyorum...
Reyting
konusunda bir iki şey demek istiyorum: İlk başta rakiplerinin iddialı olması ve
reyting arttırması, BZK’nin düşüşünde etkili oldu. Fakat dizinin ilk yarısında
daha fazla heyecan olması, fakat devamında heyecanın azalması, demin dediğim
gibi Dereli Ailesi ile ilgili durumların olması reytingin düşüşü için
diyebileceklerim...
Yazının
çoğunluğuna baktığımızda, diziden çok Ankaralı ve kurgusal karakterler üzerinde
durdum. ^^
2. sezon için “Erenköy” adını
çok vurguladılar. 2. sezonda burada başlayıp, deniz mücadelesi vb. gibi
konuları işleyecekleri, yani ilk başlarda böyle olacağı belli. Tüm ekibin
emeğine sağlık.
Vakit
ayırdığınız için teşekkürler.