SAZ: Sazın gizemini ararken kendi sırrına ermek

SAZ:  Sazın gizemini ararken kendi sırrına ermek
Youtube’da Petra Nachtmanova’ya denk geldiğimden beri izlemek için sabırsızlandığım bir belgeseldi SAZ. Petra Nachtmanova’nın kalbe dokunan sesini duyunca Polonya asıllı bir sanatçının Türkçeyi kullanarak nasıl kalbe dokunabildiğini bilmek istedim. Cevabını almak için Petra’nın Berlin’den Horasana yaptığı beş bin kilometrelik yolculuğa tanık olmak ve sazın ne ifade ettiğini anlamak gerekiyordu.

Kimi yerde aşkın kimi yerde isyanın sesi olan saz en çok da dağları mesken etmişti kendine. Yolculuk dağlardan başlayıp ovalardan yol bulup en son bir dağ başında bitiyor. Gücünü doğanın derinliklerinden alan bu telli çalgı, dertleri anlatmaya yarıyor belki de. Bu yüzden ormandan ayrı kalmış bir ağaçtan yapılan sazın sesi daha duygulu çıkarmış. Derdin varsa vur sazının teline âşık. Derdin yoksa ses etme. Kalpten gelmeyen nağme yakışmaz sazın teline.

Her insanın mustarip olduğu dertleri vardır. Kimi saklar durur kimi de aşikâr kılar. Saz saklananları aşikâr kılıyor. Sazın teli ile dokunabiliyorsunuz kalbe, bir bağ kurmuş oluyorsunuz yedi kat yabancı ile. Sazın gücü hikâye aktarmadaki mahiyetinden kaynaklı. Âşığın hikâyesini anlattığı gibi toplumun da sesi oluyor. Köy köy gezen âşıklar toplumu da görünmez bağlar ile birbirine bağlıyor. Beş bin kilometrelik yol boyunca bu bağı her durakta hissediyorsunuz. Mesafeler girse de aranıza bağlar kopmuyor. Mesafe arttıkça belki daha da kuvvetleniyor. Tıpkı Petra’nın mesafe aldıkça sazı ile arasındaki bağın güçlenmesi, sözünün tesirinin artması gibi.

Müziğin birleştiriciliği karşısında içiniz umutla doluyor. Kimlikleri ortadan kaldıran saz insan olmanın anlamını da fısıldıyor kalplere. Nesilden nesle, kulaktan kalplere giden bu yolculuk tamamlandığında belki de insanca, barış içinde yaşamak mümkün olacak bu dünyada. Kim bilir. Belki de bu yüzden sazın gücünden korkuldu bazı devirlerde. İnsanları bir araya getirme gücü korkuttu iktidar sahiplerini. Düşmanlıktan beslenenler özünde sevgi barındıran bu çalgıdan çekindiler.

Yol bir noktada bitmiş olsa da yolculuk devam ediyor. Biriktirdiğin bağlar ve yaptığın keşiflerle, kendine doğru yaptığın bir yolculuk aslında bu. Bu yüzden sazı anlamak, sırrına ermek imkânsız. Her âşığın elinde kendine doğru yaptığı yolculukta bir vasıta oluyor saz. Her yolculuk kendine özgü özellikler ve sırlar barındırdığı için her âşığın elinde başka bir ruha, başka bir hüviyete bürünen saz âşığın ruhunu açık ediyor. Bir pencereden bakıyor, sırlara vakıf oluyor, bir deneyim yaşıyorsunuz. Ruhların birbirine değmesi saz ile mümkün oluyor. Saz bir anahtar, saz bir ferman sanki. Petra sazı ile gittiği her kapıda samimiyet ile karşılanıyor. Kapılar ile beraber gönüller de Petra’ya açılıyor. Bu durum beraberinde ağır bir sorumluluk da getiriyor. Petra bu sorumluluğu hissetmiş olmalı ki Erzurumlu bir âşığın “Âşıklar yaratıcının bülbülleridir Petra. Olmak ister misin?” teklifi karşısında derin bir tevazua bürünüyor.

Tevazu demişken bu belgeselin bende bıraktığı hislerin en derini bu oldu. O yüce gönüllü âşıkların tevazuu beni sarıp sarmaladı. Bu öyle bir şey ki Berlin ile Horasan arasında hangi köyde bir âşık ile karşılaşılsa samimiyeti ve tevazuu sardı benliğimi. Ülkeler, kültürler farklı olsa da âşıklarda rastladığımız değerler aynı. Çünkü saz kalp ile çalınan bir çalgı. Tevazu olmadan kalbin nağmeleri duyulamayacağından hakiki âşıklar ancak tevazu sırrına erenlerdi.

Belgeselin genişçe bir kısmı Türkiye’ de geçiyor. Aslında sazın sırrının peşine düşen Petra kendi sırrını keşfediyor. Her durakta yeni şeyler öğreniyor. Erkan Oğur, Erdal Erzincan, Âşık Veysel bu duraklardan bazıları. Bu Petra’nın yolculuğu. Onun gözünden bakıyoruz biz de. Onun yolculuktaki değişimini izliyoruz. Bu değişim teknik açıdan çok iyi anlatılamamışsa da – daha iyi anlatılabilirdi diye düşünüyorum- yolculuğun sonunda Petra da siz de artık aynı insan olmuyorsunuz. Bir çalgının kültürleri birleştiren derin anlamını sorgular iken buluyorsunuz kendinizi. Sesin sözün gücünü keşfediyorsunuz. İnsanları nasıl bir araya getirdiğini, nefret yerine sevgiyi nasıl kalplere yerleştirdiğini keşfediyorsunuz. Belki de bu yüzden “Nerde bir türkü söyleyen görsen korkma, yanına otur. Çünkü kötü insanların türküleri yoktur.” demişti Neşet Ertaş. Birçok âşığın yanına oturma imkânı sağlayan bir belgesel SAZ. İzleyin efendim. Blu TV’den izlenilebilir.




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER