Şahsiyet: Hepsi bir şahsiyet Meselesi...

Şahsiyet: Hepsi bir şahsiyet Meselesi...
"Şu 11'inci bölümü de izleyip yatayım" dedikten sonra kendimi final bölümünü bitirmiş bir an önce ekranın karşısından kaçmak isterken buldum. Çok rahatsız, çok huzursuz ve çok mutsuz kalktım oradan. İşte o yüzden Şahsiyet dizisi çok iyi bir işti. Rahatsız ettiği için, sanat denilen şeyin elini taşın altına sokmak demek olduğunu bilen bir ekibin o eli taşın altında eze eze kanatmasına saygı duyduğum için.
 
Her karakter bir duyguyu, toplumda var olan bir karakteri, bir zaafı, yanındakinden aldığı güçle yaptığı iyilik ve kötülükleri temsil ediyordu. İyisi de, kötüsü de.. Ve bunu çok kıymetli bir şekilde, hukuk ve adaleti ayıran ince bir çizgide yapıyordu.
 
Uzun tiratların en can acıtıcılarının yazarı, bizi cümleleriyle astrolojiye bile inandıran Hakan Günday, karakterlerine cümlelerini okuttukça gömüldüm koltuğa. Haddim olmayarak söylemek istiyorum ki Onur Saylak yönetmenliğiyle başta Sonbahar olmak üzere onunla tanışmama vesile olan sinema filmlerine hiç ihanet etmemiş. Hakan Günday’la Daha’daki ortaklığının üstüne daha da koyarak Şahsiyet’te harikalar yaratmış.
 
Dizide İstanbul sokaklarında ve evlerindeki rahatsız edici, samimiyetsiz parlak florasan ışıkları bizi soluk renkli taşradaki sıradanlaşmış bir kabusun, bir linçin yuvasına götürdü. Üstelik o Beyoğlu sokaklarına ‘Hadi bana bin vur bir say’ yazılamasıyla ‘Daha’ filmine yaptığı göndermelerle de bu coğrafyadaki her çocuğun kendini farklı şekilde içinde bulduğu suçları ve cezaları sürekli hatırlatarak yaptı bunu.
 
Hep bildiğimiz, kısa bir haber satırıyla yüzleşip çabucak unuttuğumuz yaraların yuvasına gömüldük. Bu ülkede ‘bir taş’ atmanın, bir taş attırmanın, bir kıvılcımın bizde yarattığı o çok bildiğimiz acıları hatırlattı. Bundan 25 yıl önce günlerce haberlerde izlediğimiz ve sonrasında yıllarca beynimize kazınan,  yanan perdelerin içinde canlı canlı beklemek zorunda kalan onlarca kişinin değil, o ateşi atan ve attıranların cesurca bağırdığı günlere. Yine hatırladık. Çünkü hatırlatılmasa bizim bir milli maçlık hafızamız vardı.
 
Ardından bu haddin daha nelere cüret ettiğini –sanki bilmiyormuşuzcasına- izledik. Tüm bunlar bildiğimiz ama günlük hayatımızda kafamızı çevirerek, kendimize konfor alanı sağladığımız konulardı. Sadece bir cümleyle ‘hani şu küçük çocuklara burs veren vakıf’ cümlesiyle içimizdeki yaraları, bizlerin koruyamadığı yavruları hatırlatıyordu. Vicdanımızdaki kamburu sadece bir köy ismiyle bile her bölüm onlarca kez dillendirerek sırtımıza da yüklüyordu.
 
İşini doğru yapmaya çalışan vicdanlı insanların dokuz köyden kovulduğunu da biliyorduk. Ateş’in odasının duvarına hayranlıkla fotoğrafını astığı gazeteci gibi bir sonunun olması da şaşırtmadı bizi. Yeniden hatırladık. Çünkü o duvardaki isimler hatırlamaya değerlerdi ve bunu en güzel sanat yapabilirdi. 
 
Daha çocukken ‘everildiği’ kocası bir yastıkla boğulduktan sonra sakince o yastığı alıp yerine koyan bir kadının kısacık hikayesi ‘sevgili geçmiş, tüm o dersler için teşekkür ederim’ cümlesini fısıldamadı mı kulağınıza?
 
Ve küçücük kız çocuklarının devlet yetkililerine nasıl rüşvet gibi sunulduğunu da bilmiyor muyduk sanki? Öğrenmiştik, defalarca. Ama bir bombayla 50 kişi ölünce korkar, bir çocuk intihar ettiğinde üzülür geçerdik. Biz bu acıları zaten tanıyorduk. Hep buradaydılar. Hep haberlerde, hep çevremizde, hep yanı başımızdaydı ama her birinin bir yeni gündemlik ömrü vardı. Araya giren savcıların, iştirakçi Ceza Hakimleri'nin,  kendi mafyasını kuran zengin iş adamlarının, bir maşaya dönüşen mahalle delikanlılarının dünyası herhangi birimizi şaşırttı mı?
 
Beni çok şaşırtan tek bir şey vardı Şahsiyet’te. Haberlerde okunamayacak, fikir yürüterek bulunamayacak, kitap karıştırarak öğrenilemeyecek bir şey. O da şu; Kadınlar onlara uygulanan cinsel şiddeti unutabilir, beyinlerinden silebilirler. Ve eğer bu anıyı istemeden bir şekilde hatırlarlarsa kusana kadar, nefessiz kalana kadar ağlarlar. Kusma isteği içindekileri atmak, nefessiz kalmak da o anıdan kurtulmak için bir reflekstir. Nevra’nın bu yüzleşme anındaki tepkisi de kesinlikle bu duyguyu yaşamış bir kadının tepkisiydi. Herhangi bir ağlama değildi, çok gerçek bir yüzleşmeydi. İşte sadece bu sahne için bile en iyiler listesinde ismi parıldayacaktır Şahsiyet’in. Dizi her nasıl bitmiş olursa olsun, 12 bölüm boyunca o kadar çok şey anlattı ki, uzun zaman sonra binlerce izleyiciyle birlikte yas tuttuğumu hissettim.
 
Ben teknik konularda yorumda bulunabilecek bir izleyici değilim. Sıradan ama, iyi dizi izlemekten çok keyif alan bir izleyiciyim ve kişisel eleştirim hep hislerime dair olur. Dolayısıyla efsane görüntü yönetmenliği, ders verircesine canlandırılan karakterler, müthiş müzik seçimlerinin detayına inmek benim yapabileceğim bir şey olamaz.
 
Şahsiyet ile ilgili yazmak istedim çünkü bir derdi vardı. Acıyla hafızamı tazelediği için ve bunu sonu her şeyi unutmak olan bir hastalık vesilesiyle hatırlatma ustalığını gösterdiği için teşekkür ederim. Bu duygudaşlığı televizyondan olmasa da bilgisayar ekranından yaşayabildiğim ve bu ortak yasta tanımadığım binlerce izleyiciyle el ele tutuştuğum için mutluyum. Emeği geçen, kafa yoran, dert edinen herkesin yüreğine sağlık. Çok yaşayın. 
 



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER