Hollywood’u avucuna alan
#MeToo hareketi geçtiğimiz hafta ülkemizde de baş gösterdi. Talat Bulut ve Yasak Elma setinde yaşananlar yeni
tartışmaları alevlendirdi. Bu ateş sektörümüzü Amerika’daki gibi yakıp
kavuracak mı henüz bilmiyoruz. Zira elimizdeki tek somut olaya gelen tepkiler
başkalarının da ortaya çıkmasını sağlayacak cesareti verecek nitelikte değil ne
yazık ki. Bir erkek olarak çok ince bir buzun üzerinde yürüyorum, bu konuda
daha çok ve belki de sadece kadınları dinlemek istiyorum ama… Sanırım konuşmaya
devam edebilmemiz için olayı ne kadar canlı tutarsak o kadar iyi olacak. Bu
yüzden, sürç-i lisan edersem affola.
Biraz Amerika’da neler
olup bittiğine bakarsak belki ülkemizde olabilecekleri daha rahat görebiliriz.
Hollywood’un en güçlü yapımcısı Harvey Weinstein’e yöneltilen taciz
suçlamalarının ardından oyuncu Alyssa Milano tarafından popülerleştirilen
“MeToo” (“Ben de” anlamına geliyor), altında yüzlerce kadının başlarına gelen
taciz hikayelerini anlatıp birbirlerine güç verdikleri bir çatı haline geldi. O
kadar kan dondurucu hikayeler dinledik ki yıllardır seyirci olarak bizim bile
bilip görmezden geldiğimiz her şey tokat gibi yüzümüze çarpıp durdu. İddiaların
sayıca bu kadar çok olması gözümüzü kapatmaya daha fazla devam edemememizi
sağladı. Gwyneth Paltrow, Jennifer Lawrence ve Uma Thurman gibi çok güçlü
isimlerin destek verdiği hareket kirli çamaşırları tek tek ortaya çıkarırken Brooklyn Nine-Nine oyuncusu Terry
Crews’ın (ki fotoğrafını aratın derim) taciz edildiğini açıklamasıyla bu
pisliğin sadece kadınlarla sınırlı kalmadığı anlaşıldı. “Time’s Up” (Zaman
Doldu) hareketiyle birleşen ve dünyanın her yerinde tacize uğramış kadınlara
manevi ve hukuki destek vermeyi amaçlayan bu güç birliği hem derinden
yaralayan, hem de gelecek için umut veren bir hale dönüştü.
Geçen yılın sonlarına
doğru neredeyse her gün bir ünlünün kariyeri hurdaya çıkıyordu. Bir ara “Adam
pisliğin teki çıktı Rıza Baba,” demeyeceğimiz isim kalmayacak diye düşünmeye
başlamıştım. Weinstein’in yarattığı
dalgaya kapılan Kevin Spacey, Jeffrey Tambor ve Louis CK gibi isimler
suçlamaların ardından klasik bir PR hareketi olarak, çeşitli samimiyet
derecelerinde özürler yayınladılar. Çalıştıkları şirketler uzun araştırmalar
yaptı, hemen hepsi işlerinden kovuldular ve köşelerine çekildiler. Öyle de
olması gerekiyordu. Zira Jeffrey Tambor Transparent’tan
kovulduğu halde hala Arrested Development’ta
izliyor olmak diziden nefret ettirdi. Özellikle de dizinin erkek oyuncularının
Tambor’a destek vererek tacize ön ayak olduklarını kanlı canlı gördükten sonra.
Ya da Louis CK, Better Things’in
üzerine koca gölgesini düşürerek işine devam etseydi, hiçbirimizin içine
sinmezdi. Sanatı sanatçıdan ayırarak değerlendirmemiz gerektiğini savunanlar
var elbette. Ancak bu insanoğlu için ne kadar mümkün, emin değilim. Bir
ikiyüzlülük örneği olarak, hala rahatsız olmadan Woody Allen ya da Roman
Polanski filmleri izleyebiliyorum ancak Arrested
Development izlerken gerçekten çok zorlandım. Yaşadığım ve bire bir şahit
olduğum dönemde gerçekleşen olaylarla daha güçlü bir empati kurduğumdan olsa gerek.
Bu tür olaylarda kadının
beyanı esastır, ana kural daima bu olmalıdır. Buna ister pozitif ayrımcılık
deyin, ister güçsüzün yanında olmak. Kimse kendini boşu boşuna taciz mağduru
olarak göstermek istemez. “Ben de” diyerek hikayesini anlatan kadınlar büyük
bir cesaret örneği sergiliyorlar. Ancak kontrolsüz gücün güç olmadığı
gerçeğinden hareketle, bu akımın yanlış hamleleri erkek egemen sektörün duvar
örmesine, “cadı avı” yapıldığı iddialarının harlanmasına sebep olabiliyor.
Bunun en büyük örneğini Aziz Ansari ile yaşadık. Furyanın tam göbeğinde çıkan
bir yazıyla Aziz Ansari’nin çok kötü geçen bir randevusunun hikayesini deyim
yerindeyse tüm çıplaklığıyla okuduk. O dönemde her çıkan haberde kariyerler son
buluyor, jet hızıyla kovulmalar ve kamu oyu tarafından lanetlenmeler geliyordu.
Ancak Ansari’nin hikayesi birçokları gibi bence de bir taciz değildi. Kendisini
destekleyen pek çok yazı yazıldı. Onunkisi kötü geçen bir geceydi sadece ve
kadın istediği zaman gitmekte serbestti, iradesi elinden alınmamıştı. Fakat bu
asılsız suçlamalar yine de Ansari’nin kabuğuna çekilmesine ve ortadan bir
süreliğine kaybolmak zorunda kalmasına engel olmadı. (Yeri gelmişken, bu konuda
çekilen The Good Fight bölümü Day 478’i izlemenizi şiddetle öneririm.)
Demem o ki, kadının beyanı esasken ve hareket bu kadar kuvvetlenmişken,
elindeki gücü kötüye kullananları ayıklayabilmek de yine sektöre ve kamu
vicdanına kalıyor. Beyanı esas almak ilk adım; ancak eldeki verileri
değerlendirerek karara varmak da bir o kadar önemli.
Hollywood dışarıdan
bakıldığında cennet gibi, dikensiz güllerle bezeli bir yer gibi gözükse de;
hatta açıklama yapan kadınlar sektörün ve halkın bağrına basılsa da iç
dinamiklerde aslında bu sözlerinden dolayı ne kadar zarar göreceklerini hiçbir
zaman tamamen bilemeyeceğiz. Bu aba altından gösterilen sopalar artık eskisi
gibi gizli kalmayacak belki; ancak yine de “Her an bizi de suçlayabilir,”
korkusuyla sektörün iplerini hala elinde tutan erkeklerin birçok kadına iş
vermekten korkacağı, verecekleri ilk tepkinin kadınları sektörden daha da
uzaklaştırmak olacağı aşikar. Weinstein’ı suçlayan isimlerden Mira Sorvino’nun The Lord of the Rings’e seçilememesi
gibi örnekler bunu kanıtlar nitelikte. Şu an tek fark müthiş bir örgütlenmeyle
kadınların buna geçit vermeyecek gibi gözükmesi. 2018 yılında, sosyal medya
çağında örgütlenmek, destek almak, sesini duyurmak o kadar kolay ki; eskisi
gibi bir bataklıkta tek başına debelenmek zorunda kalmayacaklar. Buffy the Vampire Slayer’ın finaline
benzetiyorum ben bu olayı. Buffy, avcı olma potansiyeli taşıyan tüm
hemcinsleriyle gücünü paylaşmış; hepsini birer süper kahramana dönüştürerek
ekrana veda etmişti. Bu hareket de öyle oldu. Güçlü birkaç kadın herkesin
içindeki savaşçıyı uyandırdı. Artık bundan dönüş yok!
Artık ülkemize gelelim.
Talat Bulut’un Yasak Elma setinde bir
kostüm asistanını taciz ettiği iddialarıyla çalkalandık geçen hafta. Olay
dehşet vericiydi ve evet, biz de sektörümüzde olan bitene karşı yıllardır
sessiz kaldığımız gerçeğiyle ayrıca yüzleşmek zorunda bırakıldık. Mağduruz!
Değil mi? Beyanı esas alırsak anlatılan hikaye tartışmasız bir şekilde tacizi
ortaya koyuyor. Tabii bu noktada Türklüğümüz devreye giriyor. Hem bu
topraklarda ve bu toplumda yaşamanın beynimize yerleşmiş kodlamaları, hem de
hukuksuzluğumuz… Normal şartlarda ne olmalıydı? Med Yapım Talat Bulut’u derhal
setten uzaklaştırmalı ve geniş çaplı bir araştırma başlattığını tartışmasız bir dille resmi olarak açıklamalı;
Talat Bulut hiç olmazsa sadece “yanlış anlaşıldıysam özür dilerim,” dedikten
sonra ağzından tek kelime çıkartmamalı ve hızlıca yürütülecek bir süreçten sonra
nihai karar açıklanmalıydı. Tacizi açıklayan kişiye kadınlar destek olmalı,
artık dur deme vaktinin geldiği anlaşılmalı ve bu olay ilk kıvılcım niteliğinde
olmalıydı. Ama ne oldu? Kamu oyu olarak tanıdığımız, bildiğimiz kişinin yanında
olmayı seçtik. İddiaları gerçekleştiren kişiyi ünlü olmaya çalışmakla suçladık.
Sanki taciz edilmiş bir mağdur olmakla etiketlenen bir insanın önüne tonlarca
teklif yağacakmış gibi… Talat Bulut kızcağızı sette daha önce de öpmüştü,
şimdi konuşması manidardı. Madem hoşlanmamıştı, o olay yaşandıktan sonra nasıl
sette keyifle çalışmaya devam edebilmişti? Bu nasıl bir altın avcılığı, şöhret
tutkusu ve pişkinlikti? Üstelik ona destek olup Talat Bulut’u savunanlar da
aynı şöhret tutkusunun esiriydiler. Şimdi… Gelen ilk tepkiler böyle olunca siz
zaten iş hayatında ezilen bir kesimin vakitlice ve cesur bir şekilde ses
çıkarmasını nasıl bekleyebilirsiniz? Olay olur olmaz ortalığı birbirine
katmayan bir kostüm asistanı karşılaştığı bu muamele sonrasında nasıl
suçlanabilir? #MeToo’dan öğrenmemiz gereken tek bir şey varsa, sektörün
aydınlığa çıkabilmesi için bu hikayelerin dökülebilmesini sağlayacak güvenli
bir ortam yaratmamız gerektiğidir. Kadınlar konuşmaya, “Ben de!” demeye
korkmamalılar ki içimizdeki suçluları ayıklayabilelim. Henüz olay
kanıtlanmamışken Talat Bulut’u karalamamayı seçmek doğru bir davranış, evet.
Ama bunu düşünebilirken aynı zamanda mağdur olan tarafı karalamak yine
karanlığa gömülmeyi bile isteye tercih etmekten ve çarkın her zaman olduğu gibi
dönmesine tamah etmekten başka bir şey değildir.
Dokuz yıl önce hukuk
bölümünden mezun olmak haricinde pek vasfım olmadığı için çok girmek
istemiyorum, yetkin bir hukukçunun konuşmasını tercih ederim ama; masumiyet
karinesi dediğimiz, bir kişinin suçu ispatlanana kadar masum oluşunu çok yanlış
anlıyoruz. Elbette ki Talat Bulut’un hak ettiği adalet mahkeme salonlarında
gerçekleşecektir. Ancak bu, işine devam edebileceği anlamına gelemez. Zira suçu
işlediği yerde dava süreci bitene kadar barınabilmesi hem iddialarda bulunan kişi,
hem de diğer potansiyel kurbanlar için sağlıklı değildir. Nasıl ki karısını
dövdüğü iddia edilen bir adama karşı karar verilmeden önce derhal uzaklaştırma
kararı çıkartılıyorsa, bu durumda da suçlu olduğu iddia edilen kişi gerçekler
ortaya çıkarılana kadar tehlike arz ettiği yerde bulunmamalıdır. Burada elbette
ki ölçülülük esas. Sosyal medyanın doğurduğu linç kültürüne hemencecik Talat
Bulut’u kurban etmemek de gerekiyor. Aziz Ansari örneğini bu yüzden verdim.
Ancak Talat Bulut bu
ölçülülüğü koruyabilmek için hiç doğru adımlar atmıyor, onu da söylemek
gerek. Yapacağı tek bir açıklama vardı ve ardından sürecin tamamlanmasını
sabırla beklemeliydi. Ama Türkiye’de bir erkek olunca durum öyle olmuyor
malumunuz. Biz konuşacağız, zira suçlu olsak da daima güçlü; haksız olsak da
daima öyle ya da böyle haklıyız. Bu durumla karşı karşıya kalan erkeklerin
açıklamalarındaki saçma bocalamalara son dönemlerde çok maruz kaldık. Kevin
Spacey’nin iddia edilen olayın taaaaaa 30 yıl önce meydana gelmiş olmasının altını
çizmesi, sarhoşluğa sığınması ve bunca yıl sonra eşcinselliğini açıklayarak
hedef şaşırtmaya çabalaması kahkahalarla gülünebilecek örneklerden biridir
mesela. Talat Bulut’un avukatı aracılığıyla yaptığı açıklama da bir o kadar
sıkıntılı. Tacizci olmadığını kanıtlamak için sığınılan kriterler kız babası
olmak, uzun bir sanat geçmişi olması ve toplumsal konulara duyarlılık. Bunların
herhangi birinin iddia edilen olayla alakası var mı? Kız babalarının tüm cinsel
dürtüleri evlatlarının doğum anında yok mu oluyor? Yıllarca film çekmek birini ahlaklı mı
yapıyor? Toplumsal konulara duyarlılık beraberinde kurallara uymayı mı
getiriyor? Bu söylemlerin laf kalabalığı yapıp olayın üstünü örtmeye
çalışmaktan başka bir amaca hizmet ettiğini düşünen var mı? Talat Bulut,
gerçekten suçsuz olduğunu düşüneceğimiz bir cümle kurmak yerine, “Bu adam bunu
kesin yaptı,” önyargısına kapılmamızı sağlayacak ne varsa tek tek yapıyor
doğrusu. Önyargılar tehlikelidir, baştan ceza kesmek de öyle… Ama zanlı bunu
yapmamız için elinden geleni yaparken ne kadar güçlü kalabiliriz ki? Avukat
elbette ki müvekkilini bir şekilde savunacak, bir açıklama yapılacaktı. Bir
şeyler yazılmak zorundaydı. Bu kelimeleri mahkeme dilekçelerinde de
göreceğimizden şüphem yok. Ancak böylesi hamlelere geçit vermemeyi kendimize
öğretmek bizim görevimiz. Erkeklere, özellikle de şöhretli erkeklere
tanıdığımız o gücü geri almak bizim elimizde. Ne kadar abarttığımız ortada,
zira canlı yayına çıkıp hala “Onunla bu saatten sonra kim evlenir,” gibi bir
cümle kurulabiliyor ve yer yerinden oynamıyor.
Aslında böyle olaylarda iş biraz da içeride bitiyor. Kanıtlanması tanık beyanı olmadıkça çok zor olan bir iddia ve tanıkların kendi iş güvenceleri sebebiyle konuşmaktan kaçınması bir noktaya kadar anlaşılabilir. Yapımcının ve kanalın seti, çalışanları ve hakkında iddialarda bulunulan kişiyi çok iyi inceleyip olay yargıya intikal etmese dahi bir karar vermesi gerekiyor. Yargı süreçlerinin uzunluğunu da düşünecek olursak “ Yargının kararını uygularız,” ya da “ Yargıya intikal ederse konuşuruz,” tarzı aksiyonlar ne yazık ki sağlıklı değil. Dizinin kadın oyuncularının açıklaması çok kıymetli ancak yeterli değil. Örneklere bakalım, kovulan oyuncuların hangisi hakkında dava açılması beklendi? Dava dediğiniz bir sene sürse zanlı suçlu bulunana kadar tehlike altında olan kadınların içinde kalacak. Bu yüzden yargıdan önce, yargısız infaz yapmadan ince elenip sık dokunmuş bir araştırmayla profesyonel bir karar vermek lazım. Talat Bulut’un kanun karşısındaki suçluluğu ayrı bir mesele.
Hukuki süreç ilerledikçe
olayın nasıl şekilleneceğini göreceğiz. Ancak iddialarda bulunan kişi haricinde
tüm taraflar (yapım şirketi, zanlı, kamu oyu) ilk #MeToo deneyimimizde sınıfta
kaldık. Derhal kendimize çeki düzen vermeli, bu yaşananları bir fırsat olarak
görmeli ve açıkça, dürüstçe konuşabileceğimiz bir ortam yaratarak “Ben de” ile başlayan hikayelerini içine atan herkesi rahata kavuşturmalıyız. Biz dolan zamanları
sevmeyiz, biliyorum. Umursamayız da… Ama bazı durumlara ses çıkartmanın zamanının
geldiğini daha fazla göz ardı edebilmek üstün bir çaba gerektiriyor. Biz bu
gerekli çabayı iyi yönde kullanalım derim… Zamanı dolanlara “Sen de git,”
diyebilmek için...