Kırkıncı bölümden sonra açılan
çifte Yavuz ve Bahar, nam-ı diğer YavBah denir. Yılların dizi/film izleyicisi
olarak seyrettiğim hikâyelerin matematiğini az çok çözdüğümü düşünürüm. Bunu
bilmek için elbette benim gibi matematikçi olmaya gerek yok. Dikkatli her
izleyici çözer bu denklemi. Hele ki diziler üzerinden bu kadar rant
sağlanıyorken, hemen her gün yeni bir dizi başlıyor ve hiçbir şans verilmeden
sessizce yayından kaldırılıyorken, ekranlarda yer edinebilmek gittikçe
zorlaşıyor. Buna rağmen iki yıldır birinciliği elde tutan başarılı bir dizi
Söz. Ekranlarda bir ilki başardı ve asker dizilerini yalnızca erkek izleyiciye
değil, kadın izleyiciye de sevdirdi. Böylelikle ekranlardaki bir kalıp daha
yıkılmış oldu.
Söz’ün herkesi içine alan bir
tınısı vardı çünkü. Güçlü erkek karakterlere alışığız ama Söz bize güçlü kadın
karakterler de sundu. Dizideki hemen her kadın güçlü bir karakter yapısına
sahip. Daha da güzel olanı hepsi âşık olduğu adamlardan bağımsız da bir şeyler
başarma çabasında. Dizinin geçtiği yer itibariyle imkânları kısıtlı olsa da -Nazlı’nın
maalesef üniversitesinin yarım kalması gibi- hepsi ortak bir amaç güdüyor; insanlara yardım etmek. Bu yüzden her
birini ayrı ayrı takdir ediyorum. Ama aralarında biri var ki, ona ayrı bir
parantez açmak istiyorum; Bahar Kutlu
Karasu!
Bahar, sadece yaradılış olarak
güçlü bir karaktere sahip değil. Aynı zamanda kendini geliştirmiş, okumuş ve
doktor olmuş bir kadın. Yani dizideki birçok hemcinsinden farklı olarak
ekonomik özgürlüğe sahip. Kadın karakterlerin dizilerde sindirildiği, pasifize
edildiği bir sektörde, onları yalnızca güzellikleriyle var eden senarist ve
yapımlara inat, gerek sosyo-ekolojik, gerekse mental olarak çok güçlü bir kadın
figürü Bahar. Ve bu güçlü kadın hikâyeye öyle güzel entegre edilmiş, öyle güzel
yer bulmuş ki izlerken isteyince
oluyormuş demeden edemiyorum. Yani bizim ülkemizde de entrika peşinde
koşmayan, bir erkek uğruna gurursuz davranmayan, kendi ayakları üzerinde duran
kadın karakterler istenince yazılabiliyormuş. Söz senaristine buradan çokça
sevgiler.
Aynı hikâyede Yavuz, karısı olan
Bahar’ın evine yerleşebiliyor yine. Ve bu durum hikâye içinde yine çok güzel
yedirilerek bir başka algıyı daha yıkıyor fark etmeden; erkek de kadının hayatına entegre olabilir! Oysa bizim
dizilerimizde çok meşhurdur kadın karakterin evlendiği erkeğin ve onun
ailesinin yanına taşınması. Ve o kadın, o evde, o hikâyede her gün kendinden
biraz daha uzaklaşır. Yalnızca kocası, onun ailesi ve sorunlarıyla ilgilenir.
Benliğini, mesleğini unutur. Onu kurtaran yakışıklı, zengin bir prensi vardır!
Bahar’ın bir prensi yok. Bahar’ın aynı yöne baktığı, hayatı paylaştığı, ona
destek olan sevdiği bir adam var; Yavuz! Bu adama mecbur değil, bu adama aşık!
Bahar hem kendi için, hem Yavuz
için hem de onun yardımına ihtiyacı olanlar için güçlü olabiliyor. Ve yine aynı
Bahar, en doğal şekilde güçsüz de olabiliyor. Tıpkı Yavuz gibi, herkes gibi.
Biri güçsüzken, diğeri güçlü olup onu kaldırıyor. Hayatı birbirleri için
kolaylaştırıyorlar. Ve ne enteresandır ki bu çift, gerçek anlamda kırkıncı
bölüm itibariyle aşka teslim olabildiler. Yani en başında bahsettiğim dizi
sektöründeki denklemi yerle bir ettiler. 43’üncü bölümde bir çifti izlerken
hâlâ kalbime dokunabiliyor, onların aralarındaki aşkı, tutkuyu belki de ilk kez
bu kadar yoğun hissedebiliyorum. İşte bu bir başarıdır! Oyuncuların, senaristin
ve elbette yönetmenin ortak başarısıdır. Hepsinin yüreğine sağlık.
Yazı devam ediyor..