Sadece aşk mı yakar insanı? Acılar da yakar... Hem de nasıl yakar, kül eder... Kalbin acılara dayanamadıkça, dilin zehir zemberek sözler etmeye başlar... Dilin ne der bilmezsin, nasıl üzer karşındakini görmek istemezsin. Çünkü acıyan yerlerin kanamaya başladığında “Ben!” içgüdüsü ortaya çıkar. İşte Aslı da kanıyordu içten içe... Âşık olduğu adama olan sevgisiyle, ağabeyini kaybetme üzüntüsü arasında boğuluyordu. Boğuldukça öfkesi artıyor, öfkesi arttıkça incitmek için sadece Ferhat’a odaklanıyordu. Çünkü kimse kalmamıştı. Elinde kalan sadece Ferhat’tı. Acıyı da, üzüntüyü de, öfkesini de, sevgisini de paylaşacağı tek kişi oydu.
Ferhat’ı anlamalara doyamayan Aslı artık onu anlamak istemiyordu. Düşeni kaldıran, yaraları tedavi eden, bataklığı kurutmaya ant içen, siyahı beyazla aydınlatan kadın gitmişti! Yok olmaya yüz tutmuştu. Yorulmuştu. Aslı değildi o artık. Yerini bambaşka birisine bırakmıştı. Aslı, onun acısını bastırmak için “Ben varım!” diyen adamı yıktı ve geçti! Aslında ezdi mi desek, yoksa Yiğit’e kırdırtmadığı o kanatları çeke çeke o mu koparttı desek daha doğru olur, bilemedim? Acı ve öfke böylesine kör bir girdaptır. Şaşırtır bir insanı. Aslı, Yiğit’e “Kimsesiz kalmasın, üzülmesin!” dediği adamın elinden aşkını, sevdiği kadını, yani kendini söke söke karanlığın kalbinden çıkartıp almak, kurtulmak istedi. Bir masalımız var içimizi sızım sızım sızlatan.
Masalları normal koşullar altında başlamamıştı ama birbirlerini tanıdıkça, çözdükçe, diğer bir yüzleri de olduğunu fark etmeye başladıkça, aşka ve sevgiye doğru umutla yelken açmaya başlamışlardı. Yavaş yavaş! Rüzgârın yardımıyla. Hep bir esintinin tam ortasında kala kala, sarsıla sarsıla ilerliyorlardı rotalarında. İyilerdi, alışıyorlardı birbirlerine. O yelkenli şimdi denizin tam ortasında fırtınayla burun buruna. Yelkenli deyip de geçmemek lazım. Denizin üstünde tutunabilmek için o yelkenlinin güçlü rüzgârlara ihtiyacı vardır. Fırtınalara dayanıklı hale o rüzgârlar getirmiştir yelkenliyi. Öyle her gök gürültüsünde, şimşekte, yağmur da batmazlar. Bir iki savrulurlar, dalgalarla boğuşurlar, ama hiç vazgeçmezler, pes etmezler ve yollarına hep devam ederler!
Aslı ve Ferhat da büyük bir sınavdan geçiyorlardı. Ölümün yüreklere düşürdüğü isyan hem kalplerini, hem dillerini dağlıyordu. “Sizi seven birinin artık sizi sevmeyeceğini söylemesi, sevmekten sizi vazgeçmesi ve bir hataydı demesi ne demek?” düşünün bir kere nasıl incitir bu sözler, nasıl kırar, nasıl dağıtır, nasıl yıkar. Aslı, o güzel kalpli kız! O anlayışlı doktor, o merhametli sevgili zamanında söyleyemediği ne varsa yumdu gözlerini ve içinde ne kaldıysa savurdu sözlerini Ferhat’a! Aslı alışık değildi dağılmalara. Karanlığa bile tam alışamamışken, o karanlığın parçası, silahı Cüneyt’e çektiği ve sıktığı an oldu. Ferhat’a söylediği gibi ölüyordu. Ölüyordu. Pişmanlıkları aşkını kurtarmaya yetmiyordu.
Ferhat sevdiği kadının darmadağın olmuş haliyle nasıl başa çıkacağını bilemeden o da aslında onunla ölüyordu. Ferhat 12 yaşından beri çok darbeler almıştı. Öyle kolay kolay yıkılmaz, dağılmazdı. Ya da biz öyle sandık. Bu sefer tek fark vardı. İlk defa onu anlayan, her şeye rağmen onu seven, onun her halini kabullenmiş ve âşık olduğu kadın tarafından sarf edilen cümleler bu sefer çok ağır geliyordu yüreğine. Buğulu gözleri, mutsuzluğu, çaresizliği, yutkunuşları incindiğinin bir kanıtı değil miydi?
Kim ister ki; aynasını kaybetmeyi, hem de öyle bir ayna ki karanlığa bir daha düşmesin diye hep aydınlık tarafı ve güzellikleri gösteren bir ayna. Sevmeyi yeniden öğreten bir ayna... Ferhat da elbet istemez aynasız kalmayı. Gönlüne ayna tutanla, yüreğini paylaşmayı isteyen bir adam o. Masallara inanmayan adamı, masallara inandıran kadını kim kaybetmek ister ki? “Güzel” in bir “Çirkin” e âşık olma ihtimaline kim vurulmaz ki? Masal gibi bir aşkı kim sevmez ki? Masallar yaşansın diye, kulaktan kulağa, dudaktan dudağa, kalpten kalbe aksın ve hiç unutulmasın diye yazılırlar... Ama bazı masallarda hayaller kırılabilir, etrafa saçılabilir. Mühim alan kırılanları umutla, sevgiyle, anlayışla, destekle ve tabii ki aşk ile toplamaktır...
Aslı ve Ferhat bir köprünün üstünde şimdi, siyahın beyaza karıştığı gri tonlarını almış bir ortamda buluştular. İç sesleri ile gerçek arasında bir gelgit yelpazesi altında bir araya geldiler. Bir ormanın tam ortasındalar! İki kırgın yürek karşı karşıya kaldı. Bu sefer koşullar aynı. Diğer taraf bir diğerinden daha üstün değil. Eşitler. Yapılacak ya da diretilecek anlaşmalar yok! Her ikisi de yaralı. Her iki sevgili birbirine nasıl da muhtaç. O yüzden yaralarını renkli bir ortamda sarıp sarmalamaya çalışırken, burun buruna sevgiyle, aşkla kucaklıyorlardı birbirlerini. Ama içlerinde ki isyan ve itirafla gri ortama, iç seslerine geçişleri izledik.
Ferhat’ın isyanı, Aslı’nın kolayca vazgeçişineydi. Âşık olduğu kadının kaçışınaydı tüm üzüntüsü! “Ben tedaviye değil doktor, SANA CEVAP VERDİM!” demesi Aslı’yı seçmişti, ona inanmış, ona güvenmiş, onu sevmişti ve o büyülü masalın bir parçası olmayı kabul etmişti! Güzel “Çirkin” i masalların varlığına inandırmıştı. Güzel şeylerin yaşanabileceğine, son bulmayacağına Aslı sayesinde kabullenmişti Ferhat.
Aslı’nın isyanıysa, Ferhat’a değil aslında kendineydi! “Çok kan kaybetmedim belki ama KENDİMİ KAYBETTİM.” demesi aşkının esiri olup, ilerlediği karanlık yolda ağabeyinin elini tutup gidemeyişineydi kızgınlığı! Çünkü karanlıklar prensi hiç bir zaman “Ben aydınlığım, benim yolum çetrefilsiz dememişti.” kandırmamıştı Aslı’yı. Aslı’ya “Beni sev ve beni seç.” dememişti! Evet; Aslı öfkeliydi çünkü tehditler altında başladığı anlaşmada âşık olmak yoktu! Sevmek yoktu. Âşık olduğuna kızgındı! Sevildiğine ve sevdiğine öfkeliydi!
Ve o son sahne; hepimizin yüreğine “Boşanalım!” sözüyle taş gibi oturdu. İç ses olduğuna inanmak istiyorum. Bu aşkı böylece kestirip atmıyor, masal bitti de demiyoruz. Sevdiği kadın daha fazla arada kalmasın, hayatına devam etsin, nefes alsın eğer istediği buysa diyoruz. Ama yapmasın, kabul etmesin, isyan etsin ve bırakmasın diye de ümitle bekleyen bir Ferhat çiziyoruz.
Eğer olur da böyle bir ayrılık gerçekleşirse, saatler her gün akşam tam 9’u gösterdiğinde “Çirkin” hep “Güzel” ini ve masallarını hatırlayacak. Güzel de çiçeği her yaprak döktüğünde sevdiği adamın ömründen bir gün daha eksildiğini bilerek yaşamak zorunda kalacak.
O yüzden tüm güzel masallar elbet bir gün mutlu sona ulaşırlar. Bizim masalımızda en güzeli sonu hak etmeye hep devam edecek. O zaman satırlarımı güzel bir şiirle sonlandırayım.
Seni – yalnız seni der yüreğim
Yalnız seni – yalnız seni – yalnız seni
Günümde gecemde nice tutkularım
Seni der – yalnız seni – yalnız seni
Bir ışık dileği şavklanır karanlıklarda
Derininden derininden seslenir bilincin
Yalnız seni der – yalnız seni – yalnız seni
Nasıl çarparsa vargücüyle karayel
Durgunluğa suskunluğu -son- diye
Öyle çarpar aşkına başkaldırışım
Öyle çarpar – öyle ses verir acılı :
Yalnız seni der – yalnız seni – yalnız seni
By Rabinranath Tagore
Sevgiyle ve mutlulukla kalın...