Anthony McCarten: Darkest Hour'un senaryosunu sadece 10 günde yazdım

Anthony McCarten: Darkest Hour'un senaryosunu sadece 10 günde yazdım
Sene 1940. İkinci Dünya Savaşı'nın başları, İngiliz parlamentosu karışık. Başbakanın istifası ardından yerine o mu gelsin bu mu seçilsin derken aslında pek de kimsenin desteklemediği Churchill makama gelir ve macera başlar. Gary Oldman'ın Winston Churchill rolünde harikalar yaratıp Golden Globe'dan SAG Awards'a, BAFTA'dan Critic's Choice ödüllerine kadar geniş bir yelpazede alınabilecek ne kadar En İyi Erkek Oyuncu ödülü varsa silip süpürmesine vesile olan Darkest Hour, dönem filmlerinde bir dünya markası olan yönetmen Joe Wright'ın elinden çıkma. Türkiye'de de “En Karanlık Saat” adıyla şubat başında gösterime giren film, En İyi Film ve En İyi Erkek Oyuncu gibi belli başlı kategoriler de dahil olmak üzere 90. Oscar ödül töreninde toplam altı kategoride yarışacak.

Filmin Hollywood'da düzenlenen özel gösterimine katılan yazar Anthony McCarten, filmle ilgili bilinmeyen neler anlattı neler... McCarten, The Theory of Everything ile Oscar dahil birçok ödüle aday gösterilen ve En İyi Uyarlama Senaryo dalında BAFTA'yı kucaklayan tecrübeli ve ödüllü bir yazar.

Söyleşinin başında hızlıca yazarın geçmişi didikleniyor ve çocukken ailesini endişelendirecek kadar çok televizyon izlediğini, bunun muhtemelen en büyük ilham kaynağı olduğunu öğreniyoruz. Hangimizin değildi ki Anthony? Yazara, The Theory of Everything'in başarısının ardından yeni projesi olarak neden Darkest Hour'u seçtiği sorulduğunda olayın altından hafif bir Churchill hayranlığı çıkıyor.

“Churchill'in dört hafta içinde tarihin en iyi üç konuşmasını yaptığını biliyordum. Bu konuda biraz araştırma yapınca da o dönemde Hitler'le barış anlaşması imzalanmasının gündemde olduğunu öğrendim. Aslında iyi bir senaryo için gereken bütün unsurlar vardı ama bu işe kalkışırsam Winston Churchill'e diyalog yazmam gerektiğini düşünüp biraz gerildim. Bir türlü projeye başlamak için gereken cesareti toplayamıyordum. Dört yıl önce Noel döneminde bir arkadaşımla konuşurken ona birkaç senaryo fikrimden bahsettim. Hiçbirinden etkilenmedi, ta ki Churchill fikrini duyana kadar. 'Tam da bu dönemde böyle bir liderlik örneği görmek iyi olabilir' diyerek beni cesaretlendirdi, ben de eve gidip bir anda senaryoyu yazmaya başladım. Bundan sonra her şey çok hızlı gelişti.”

Yazar, hikayeye sondan başlayıp başa doğru ilerleyenlerden. Yani her şeyden önce senaryonun nerede sona ereceğine karar verip ondan sonra yazmaya başlamaca. Birçok yazarın kendisi gibi çalışmadığının farkında olduğunu söyleyen yazar, gerçek olayları işlediği için tarihten de destek alarak senaryonun sonunu belirlemiş. Hikayeyi yıllarca kafasında kuran, bolca araştırma yapan yazar, bütün senaristleri depresyona sokacak bir şekilde utana sıkıla, senaryoyu sadece 10 (yazıyla on) günde yazdığını söylüyor. Bu on gün sonunda ortaya çıkan 90 sayfalık senaryo da 110 sayfayla bugün izlediğimiz filme dönüşmüş.

Churchill'in her zaman suratsız, homurdayarak konuşan (bu pek de yalan sayılmaz) sert bir karakter olarak tanındığını söyleyen yazar, filme eşi Clementine Churchill'i de ekleyerek aralarındaki aşka bir nebze değinmek istemiş. Bu arada Kristin Scott Thomas ekranda çok az görünmesine rağmen “Clemmie” rolü ile çok akılda kalıcı bir performans sergiliyor. McCarten bilinçli olarak Churchill'i sert bir lider olarak değil, karısına düşkün, kusurları olan, alkolik ama bunun işini engellemesine izin vermeyen bir insan olarak yansıtmak istemiş ve bunu başarmış. Sanırım bilinçli olarak filme eklememeyi tercih ettiği tek şey, Churchill'in kumarbazlığı olmuş.

McCarten, senaryoya başlamadan önce gerek Churchill'in hayatı gerekse dönemin politik koşullarıyla ilgili detaylı bir araştırma yapmış ve filmde gördüğümüz birçok şey, özellikle de Churchill'in özel hayatına dair pek çok detay gerçek hayatla birebir örtüşüyor. Mesela eşi Clementine bir sahnede iflas etmek üzere olduklarını söylüyor. Yazar, alkolik ve kumarbaz Churchill'in çok da sigara içtiğini ve o dönem gerçekten masraflara yetişemediklerini anlatıyor. Zaten Churchill Başbakan olana kadar ne kazandıysa gazetecilikten, yazarlıktan kazanmış.



Darkest Hour, İkinci Dünya Savaşı sırasında Churchill'in dört haftasına odaklanıyor. Başbakanlık görevine gelmesinden Hitler'le savaşmaya devam etme kararı almasına kadar adeta geçmek bilmeyen o dört hafta boyunca da gerek halka, gerek parlamentoya, gerekse eşine dostuna birçok konuşma yapıyor. McCarten'dan öğreniyoruz ki bu konuşmaların birçoğu siyasetçinin gerçek konuşmalarından alınmış. Bunun yanı sıra Churchill'in ünlü sözlerini de filmin sağına soluna yerleştiren yazar, bunlardan daha çok olduğunu ama bir kısmını çıkarmaları gerektiğini söylüyor. Bir de Churchill'in özlü sözlerine örnek olarak, ünlü yazar Bernard Shaw ile arasında geçtiği söylenen bir konuşmayı anlatıyor:

“Sekreteri Churchill'e kendisine gönderilen mektupları okurken George Bernard Shaw'un, yeni oyununun açılışına iki bilet gönderip notta da 'Yanınızda birini getirebilirsiniz, tabii bir arkadaşınız varsa.' yazdığını söyler. Churchill bir saniye düşünüp sekreterine şunu dikte ettirir: 'Bay Shaw, davetiniz için çok teşekkürler. Maalesef açılışa gelemiyorum ama bir sonraki oyuna gelebilirim, tabii ikinci geceniz olursa.'”

Yazının başında da belirttiğim gibi ortalıkta ne kadar ödül varsa silip süpüren Gary Oldman, filmde zerre kadar Gary Oldman değil, tamamen oynadığı karakter olmuş. Tabii bunda, o yakın çekimlerde son derece doğal görünen makyajın da büyük etkisi var zira Gary bu sayede sadece haliyle tavrıyla değil fiziken de komple Churchill olmayı başarmış. McCarten'dan öğrendiğimize göre toplam 200 saatini makyaj odasında geçiren Gary Oldman'ın her gün çekime hazır hale gelmesi üç, üç buçuk saat sürüyormuş. Filmde makyaj işlerine bakan Kazuhiro Tsuji'nin bundan önce Planet of the Apes ve The Curious Case of Benjamin Button gibi filmlerde çalıştığını ve bu filmdeki çalışmasıyla bir BAFTA kazandığını da belirteyim. En İyi Makyaj ödülü de filmin altı Oscar adaylığından biri.

Açıkçası filmde beni en çok etkileyen ne Gary Oldman, ne makyaj, ne senaryo ne de montaj oldu. Temposu zaman zaman düşen, diyalog ağırlıklı filmi ilgiyle izlenebilir kılan en önemli faktör, bana göre yönetmen Joe Wright. Pride&Prejudice, Anna Karenina ve şahsi favorim Atonement gibi filmlere imza atan yönetmen, şaşı bakıp şaşırtan kamera hareketleri, ilginç seçimleri ve dönem filmlerindeki tecrübesiyle bu filmde de ustalığını konuşturmuş. Özellikle parlementodaki açılış sahnesi birkaç kez daha izlemeye değer.

Tarihe meraklıysanız ve eli yüzü düzgün bir film izleyeyim de kendime geleyim diyorsanız Darkest Hour'a bir şans verin bence. O cesurca çekilen yakın çekim planlarda Churchill'in gerdanının ne kadar gerçekçi durduğuna bakıp bakıp biraz da siz şaşırın. Filme, 4 Mart 2018'de yayınlanacak 90. Oscar ödül töreninde bol şans diliyoruz. Bir sonraki Oscar söyleşisinde görüşmek üzere!



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER