Bu sene 90 yaşına giren Oscar ödül töreni öncesinde aday filmlerin söyleşileri kapsamında sırada En İyi Yabancı Film dalında son beşe kalmayı başaran Lübnan adayı The Insult var. Beyrut'ta geçen ve sağcı bir Lübnanlı ile orada göçmen statüsünde yaşayan bir Filistinli arasındaki ufak gerginliğin tırmanmasıyla olayların ülke çapında büyük bir olaya dönüşmesini ele alan film, 2012 yılında gösterime giren The Attack filminden hatırlayacağınız Ziad Doueiri'nin dördüncü uzun metrajı. Lübnan adına Oscar'a aday gösterilen ilk film olan ve son derece evrensel göçmenlik konusunu masaya yatıran The Insult, Türkiye'de de 19 Ocak'ta izleyiciyle buluşmuştu.
Filmin yönetmeni Ziad Doueiri, ilginç bir kişilik. Kendisini ilk defa Palm Springs Film Festivali'nde Oscar Yabancı Film adayları panelinde görmüş, bütün konuşmayı domine edip, kah ayakta kah oturarak hararetli bir şekilde hikayeler anlattığına tanık olmuştum. Yaklaşık 20 senedir Los Angeles'ta yaşayan ve Hollywood'da yıllarca kamera departmanında focus puller olarak çalışan Doueiri, özellikle Tarantino'nun yanında çok şey öğrendiğini, onunla nasıl çalıştığını uzun uzadıya anlatmıştı. Kamera departmanında emekçilik yaparken bir yandan da kendi senaryolarını yazıp yönetmenin hayalini kuran Doueiri, Hollywood'da edindiği bütün tecrübeyi, dargın olduğu için senelerce gitmediği ülkesi Lübnan'da çektiği ve yerel gibi görünmesine rağmen bayağı evrensel bir konuyu işleyen filmine yatırdığında da voila, sonuç Oscar adaylığı. Gerek filmden gerekse yönetmenle yapılan söyleşilerden, Lübnan'ın son 20-30 senedir politik anlamda yaşadığı çalkantıya biraz olsun hakim olmak mümkün. Türkiye'nin de son birkaç senedir göçmen akımına uğradığı şu dönemde bu filmin özellikle bize hitap edeceğini düşünüyorum. Oscar alsın almasın, bir yerde rastlarsanız izlemenizi tavsiye ederim.
Yönetmen, The Insult'un, Lübnan adına Oscar'a aday gösterilen ilk ve tek film olmasına bittabi çok sevindiğini, haberi aldığında da ilk iş, aynı zamanda filme yasal konularda danışmanlık yapan avukat ve aktivist annesini aradığını söylüyor. Yönetmenin bizzat annesinden aldığı tepkilere daha sonra yer vereceğim ama önce bu filmin Lübnan hükümeti tarafından, ülkeyi temsil etmesi adına Oscar'a aday gösterilmesindeki abesliği anlatıyor yönetmen.
“Filmin gösterime girdiği dönemde hükümetle bir sürü sorun yaşadım. Lübnan'ın İsraille arasındaki ilişki malum. The Attack filminin çekimleri sırasında İsrail'e gidip yasaları çiğnediğim için Lübnan'a girmeye çalıştığımda havaalanında durduruldum ve 24 saat alıkoyuldum. O film yüzünden bir sürü sorun yaşadım ve The Insult'un da içeriği yüzünden Lübnan'da gösterime girmesini engellemeye çalışan çok insan oldu. Sonuçta burası Orta Doğu, her şey için mücadele etmeniz gerek.”
Zamanında kendisini tutuklayan hükümetin, sonra da kalkıp filmi Oscar adayı göstermesinin son derece ironik olduğunu söyleyen yönetmen bunun, 2017'de göreve gelen yeni hükümet sayesinde mümkün olduğunu, 2016'da gösterime girseydi The Insult'un asla böyle bir adaylık alamayacağını da belirtiyor. Filmin konusu politik olunca söyleşi de ister istemez o yönde ilerliyor.
Uzun zamandır “courtroom drama” denen ve basitçe açıklamak gerekirse mahkeme sahnelerinin ağırlıklı olduğu bir dram yapmak istediğini söyleyen yönetmen, bunu da anne tarafından bütün ailesinin hukukçu olmasına bağlıyor. Filmde mahkeme sahneleri o kadar sürükleyici ki gerçekten de Hollywood'da yıllardır ustaca işlenen bir tarzı alıp kendi filmine adapte etmeyi son derece iyi başarmış Doueiri. Küçük bir not, Türkçe'de ne kadar çok Arapça kelime olduğu malum. Filmi izlerken de özellikle mahkeme sahnelerinde, yanımdaki Türk arkadaşımla ikide bir birbirimize dönüp bizim de bugün hâlâ kullandığımız birçok kelimeyi filmde duydukça birbirimize tekrar etmeye başladık. Gurbette olunca işte, kendi diline en küçük bir benzerlik bile heyecanlandırıyor insanı, ya ya.
Filmin konusu, yönetmenin Beyrut'ta başına gelen bir olaydan yola çıkarak oluşturulmuş. Doueiri, balkonda çiçekleri sularken saksılardan biri aşağıdaki bir adamın kafasına düşünce adam yönetmene, yönetmen de adama hakaret etmiş. Adamın Filistin aksanını duyunca onu üzmenin en kolay yolunun İsrail konusunu açmak olduğunu düşünmüş ve ona, filmde de kullanılan cümleyi sarf etmiş. Bu cümleyi yazsam filmi izlemeyenlerin tadı tuzu kaçar mı? Sanmam ama bunu filmde tecrübe etmeniz daha iyi olur. Tabii Filistinli buna çok üzülmüş. Yönetmen sonunda aşağı inip hakaret ettiği adamdan özür dilemiş ve olay tatlıya bağlanmış. Doueiri de bundan yola çıkarak, tasarladığı filmde olayların giderek büyüdüğünü, sonunda çığrından çıktığını hayal etmiş ve ortaya The Insult çıkmış.
Filmi, kendisine daha rahat geldiği için önce İngilizce yazan yönetmen, konunun Lübnanlı olmayanlar tarafından da rahatça anlaşılması için çok uğraştıklarını söylüyor.
“Benimle senaryoyu yazan Joelle Touma ile birlikte özellikle Lübnan'ın politik durumunu açıkladığımız yerlerde senaryo üzerinde çok çalıştık. Belki seyircinin kaçırdığı birkaç detay olmuştur, fakat genel olarak durumu sadelikle açıklayabildiğimizi düşünüyorum. Mesela Lübnan'da Filistinliler yıllardır göçmen konumunda ve çalışma izinleri yok ama işgücü ucuz olduğu için sürekli el altından para alarak çalıştırılıyorlar. Özellikle politik konuları, Amerikalı ve Batılı izleyiciyi çok detaya boğmadan ama Lübnanlılar için de yeterince ilginç kılacak şekilde açıklamaya çalıştık.”
Doueiri, yazım aşamasında işe, annesiyle konuşarak başladığını söylüyor. Birlikte, Lübnan'da birinin diline, dinine, uyruğuna hakaret edilmesi halinde bunu koruyan bir yasa olup olmadığını araştırmışlar. Üç aylık hukuk araştırmasından sonra da iki yazar filmi altı, sekiz ay gibi bir sürede yazmış.
Yönetmen, çok liberal, laik ve Filistinli göçmenleri destekleyen bir aileden geldiğini, özellikle annesinin tam bir aktivist olduğunu söylüyor. Dolayısıyla kendisi filmin çekimleri sırasında annesinin çok karşı olduğu Hristiyan partinin lideriyle görüşmeye gidip ondan filmin başında gösterilen görüntüleri aldığında annesinin gazabına uğramış.
“Annem çok düşünceli, sevecen biri ve bana yazım aşamasında her gün bolca yemek gönderdi. Ne zaman ki Hristiyan partinin lideriyle görüşmeye gittiğimi öğrendi, yemek göndermeyi bıraktı. Kendi oğlunun böyle bir görüşme yapmasına çok üzüldü. Filmi izledikten sonra olayla ilgili fikrini biraz olsun değiştirdi. Ben de ona sürekli bunları aşıp hayatına devam etmesini söylüyorum. Bu film de kendi bariyerlerini yıkmakla alakalı.”
Filmin Lübnan'da nasıl tepkiler aldığı sorulduğunda filmin gişede bir numaraya yükseldiğini öğreniyoruz. Ne var ki yönetmen The Attack filmini çekerken İsrail'e gittiği için The Insult gösterime girdiğinde ağırlıklı olarak Lübnanlıların yaşadığı yerlerde izlenmiş. Filistinliler kendisini İsrail'e gittiği için asla affetmemiş ve The Insult'u da protesto etmiş.
“Beyrut'ta 18 tane sinema var. Şehrin Hristiyan kısmında bulunan sinemalarda filme bilet bulmak zordu ama çoğunlukla Müslümanların yaşadığı yerlerde insanlar filmi protesto ettiler. Bunu kesinlikle yargılamak ya da şikayet etmek amacıyla söylemiyorum, film çok başarılı oldu ama şu sebeple belirtiyorum, hâlâ Lübnan'da çok hassas bir takım konular var. Ben de bu filmle çoğu insanın konuşmak istemediği bir konuya değindiğimi düşünüyorum.”
The Insult, bu yıl En İyi Yabancı Film dalında Oscar'a aday gösterilen tek politik içerikli film. Ödülü kaparsa Lübnan'a ilk Oscar'ını kazandırır, kapmasa bile adaylıkla dahi ülkesine büyük gurur yaşattığı aşikar. Ziad Doueiri ve ekibine 4 Mart 2018'de Dolby Theater'daki Oscar ödül töreninde bol şans!