21 Eylül 1998'de ilk bölümü yayınlanan ve New York'ta yaşayan dört arkadaşın hayat hikayelerine odaklanan bir komedi dizisi Will and Grace. Dizi, 2006 yılında final yaptıktan tam 11 yıl sonra yeni sezonuyla televizyona geri
döndü. Başkanlık seçimleriyle alakalı bir YouTube videosu çekmek için buluşan
ekip, bu video milyonlarca kişi tarafından izlenince kendilerini eski evlerinde,
yani Amerika’da NBC ve Türkiye’de Digiturk ekranlarında buldular. Başrol
oyuncuları Debra Messing (Grace), Eric McCormack (Will), Megan Mullally (Karen)
ve Sean Hayes (Jack) dizinin uluslararası promosyonu dahilinde Londra’ya geldi
ve hayranı olduğum bu oyuncularla özel bir röportaj yapma fırsatı yakaladım. Lafı çok uzatmadan sizi Will& Grace'nin yıldızlarıyla baş başa bırakıyorum.
Seri yayında kaldığı süre içinde 29 kez Golden Globe adayı oldu.
● “Will
& Grace”in Mükemmel Dörtlüsü (Fab Four) ile birlikteyim. Londra günleriniz nasıl
geçiyor?
Sean: Çok güzel. Burayı çok seviyorum.
Eric: Basın görüşmeleri haricinde akşamları
güzel bir yemek yemeye, biraz etrafı görmeye de vaktimiz oldu, o sebeple
mutluyuz.
Debra: Londra’yı çok seviyorum ve en son geleli
uzun zaman olmuştu. Hava da New York’a oranla çok daha güzel.
● Ben
de eğer biraz daha güzel hava isterseniz İstanbul’a gelmenizi önerecektim.
Eric: Öğleden sonraki planımız o.
● Bekliyoruz o zaman!
Debra: Daha geçen gün arkadaşıma “Türkiye’ye
çok gitmek istiyorum” dedim.
● Hiç
geldiniz mi bugüne kadar?
Debra: 14 yaşındayken gelmiştim. Yunan Adaları
turundaydık. Ama sadece yarım gün kaldım.
● (Sean’a)
Sizin geldiğinizi hatırlıyorum.
Sean: Evet 4-5 sene önce olması lazım.
● Güzel vakit geçirdiniz mi?
Sean: Çok! Yemekler çok iyiydi. Gelmeden önce
Anthony Bourdain’in gittiği restoranları Google’ladım ve onlara gittim.
● Güzel fikir.
Megan: İstanbul kültürel açıdan çok zengin,
çok ilginç bir yer. Eşim Nick (Offerman) ile geldiğimizde tam ayrılmadan önce
büyük bir kar fırtınası başladı. Uçaklar kalkamadığı için birkaç gün fazladan
kaldık. Ama çok güzel bir şehir ve dizinin Türkiye’de yayınlandığını da yeni
öğrendim.
● Bir “Will
& Grace” hayranı olarak ekranlarımıza tekrar hoş geldiniz demek istiyorum.
Debra: Çok teşekkürler.
● Nasıl hissediyorsunuz genel olarak? Bu sefer neler farklı? Neler aynı?
Debra: Geri dönmek inanılmaz bir his ve 11 yıl
olmasına rağmen aslında hiç vakit geçmemiş gibi.
Sean: Üniversiteden eve dönünce yatak odanıza
girersiniz ve hiçbir şey değişmemiştir ya, adeta öyle bir şey. Öyle bir
rahatlık ve güven veriyor bize.
Megan: Bir hafta sonu için ara verip dönmüş
gibiyiz. Dizinin geri dönmesi başlı başına çılgınca bir şey, bir de hiç ayrılmamış
gibi hissetmek daha da çılgınca. Bunun bir sebebi de bütün ekibimizin aynı
olması. Sadece oyuncular değil, yönetmenimiz her bölümümüzü yöneten
yönetmenimiz, setteki kişiler neredeyse aynılar. İnanılmaz bir şey. Ne farklı
derseniz, hepimiz 11 yaş daha yaşlandık tabii.
● Hiç
öyle görünmüyor.
Megan: Teşekkürler, çok kibarsın. Dünyada da
elbette çok şey değişti, Amerika’da, her yerde. Bu sayede yazarlara bir sürü
malzeme çıkmış oluyor. Özellikle de çılgın başkanımıza yetişmek çok zor.
Debra: Bu sefer dizinin biraz daha zengin
olduğunu düşünüyorum. Çünkü yayından kalktığımızdan bu yana hepimiz çok şey
tecrübe ettik, biraz daha akıllandık, bu da diziye yansıyor. Ve geri dönmek
bizim tercihimiz olduğu için, inanılmaz bir minnettarlık da var. Çünkü bu
fırsat kimseye kolay kolay sunulmaz. Gerçekten çok şanslıyız.
Eric: Zaman geçtikçe birçok şeyin kıymeti bilinmez;
dizi de ilk 8 sezon sonrasında biraz kıymeti bilinmeyerek yayından kaldırıldı.
Biz de başımız dik bir şekilde vedamızı yaptık ve bu işin bittiğini düşündük.
Ama 11 yıl sonra geri dönmek ve tüm tepkilerin bu kadar pozitif olması
gerçekten mükemmel bir şey. Bu sefer benim için en büyük farklılık dizi
hakkında her yorumun bu kadar olumlu olması.
● Gerçekten çok iyi karşılandı değil mi?
Eric. Evet, yayınlanmadan önce bile. Kimse
şüpheyle yaklaşmadı, herkes pozitif bir tavırla bekliyordu. Yayına girmeden
önce dergi kapaklarına çıktık. Yeni bölümler gayet kötü de olabilirdi, eski bir
eserle uğraşınca her zaman böyle bir risk vardır. Ama herkesin diziye inancı
tamdı ve iyi olmasını istiyorlardı.
● Bunun bir sebebi de televizyonda LGBT görünürlüğünde başı çekmiş olmanız bence.
İnsanların bu sebeple diziye özel bir saygısı var.
Eric: Ben de böyle düşünüyorum. İlk
bölümlerimizde Will’i bir erkekle beraber görmüyorduk. Dizinin başarısı, uzun
bir süre devam etmesi, insanların evlerinin bir parçası olması ve bu sürede
yarattığı değişim oldu. 8. sezona geldiğimizde Taye Diggs’le evlenip
öpüşüyorduk. Amerikan kanallarında beyaz bir gay erkek, siyahi bir gay erkekle
öpüşüyorsa ve kimse kanala şikayet mektupları yazmıyorsa, bu bir şeyleri doğru
yaptığınızın işaretidir.
● Sizce hangi LGBT dizileri “Will & Grace”in açtığı yolu daha iyi takip etti.
Çünkü siz bu alanda öncüydünüz.
Megan: Evet çok komik değil mi? Biz
başladığımızda televizyonda hiç gay karakter yoktu. Şimdi hemen her dizide var.
Bence “Transparent” farkındalık yaratmak konusunda iyi iş çıkarıyor. Amerika’da
da, dünyanın her yerinde de trans ve non-binary bireyler hakkında hiçbir fikri
olmayan, kafası karışık ya da eğitime ihtiyaç duyan çok sayıda insan var. O
yüzden Transparent’ın başarılı olduğunu düşünüyorum. Ellen’ın kendi dizisinde eşcinsel
olduğunu açıklaması bize öncülük etmişti. Biz de o olmasa daha çok zorlanırdık.
● “Will
& Grace” Türkiye’deki komedi kanallarının da vazgeçilmezlerinden biri.
Sean: Ne güzel!
● Ki
bizim televizyonumuzda LGBT görünürlüğü sıfıra yakın. Böyle bir atmosferde bile
sevilmek size nasıl hissettiriyor?
Debra: Bence bu çok büyük bir ayrıcalık. 9.
sezonun birçok ülkeye satıldığını yeni öğrendik ve özellikle de LGBTQ
topluluğuna kucak açılmayan, hatta aktif bir şekilde ayrımcılık yapılan
ülkelerde bile yayınlanacak olmamız gerçekten çok güzel. Umarım insanların
algısı üzerinde olumlu bir etki yapabiliyoruzdur.
● Kesinlikle yaptığınızı düşünüyorum.
Megan: Gerçekten inanılmaz bir şey bu. Tipik
cahil bir Amerikalı olarak sana sormak isterim, Türkiye’de gaylerin, hatta
kadınların da kültürel haklar konusunda tam eşitlik elde etmek için alması
gereken yollar var sanırım, değil mi?
● Evet, kesinlikle.
Megan: Evet, bizde de halen öyle. Belki biraz daha
azdır. Bu yüzden dizinin Türkiye gibi ülkelerde yayında olması benim için çok
önemli, belki Amerika’dan bile daha önemli.
Eric: Biz aslında dizinin ne denli global hale
geldiğini pek fark etmedik. İlk 8 sezon biterken Avustralya’da popüler olduğunu
duymuştuk, sonra Brezilya’da popüler olduğunu duyduk ama bunları hiç tecrübe
etmedik. İlk defa dördümüz topluca, dizinin başarısını kutlamak amacıyla
uluslararası seyahat ediyoruz. Dün Channel 5’ın başkanı dizinin yanlış hatırlamıyorsam
193 ülkeye satıldığını söyledi. Çok şaşırdık elbette. Bunca senedir Türkiye’de
komedinin bir parçası olmak da çok güzel.
Ara verdikleri 11 yıl boyunca birbirlerini hiç görmeyen ekip, bir araya geldiklerinde kaldıkları yerden başladıklarını söylüyor
● Sean, siz aktörlüğün yanında aynı zamanda yapımcısınız da. Türkiye’deki
meslektaşlarınıza LGBT görünürlüğü hakkında ne gibi sorumluluklar düşüyor
sizce?
Bence en önemli sorumluluk karakterlere
sadık kalmak ve dünyaya komediyi kullanarak pozitif bir mesaj göndermek. Bunu
dizimizle başardığımızı düşünüyorum. Türkiye’de yayınlanmasından,
beğenilmesinden de çok mutluluk duydum. Bu, komediyle neler başarılabileceğini
gösteriyor. Bağırıp çağırmak yerine, insanlara bir şeyi eğlenceli,
bilgilendirici bir şekilde söylediğinizde dinlemeye daha hevesli oluyorlar. Bizim
dizimizin de çok eğitici olabileceğini düşünüyorum.
● “Will
& Grace” oyuncuları olarak her zaman dizinin öncelikli amacının komedi
olduğunu söylediniz. Günümüzün politik atmosferine bakınca öncelikle komediye
odaklanmak daha zor oluyor mu?
Megan: Aslında daha kolay oluyor sanırım.
(Gülüyor) Dalga geçecek daha çok şey var.
● İlk
8 sezonun önemli bir kısmında da Bush başkandı.
Megan: Doğru söylüyorsun. O zaman da epey
malzeme vardı ama Bush, Trump’ın yanında John F. Kennedy gibi kaldı.
Debra: Ülkemiz o kadar kaotik ve karmaşık,
durum o kadar ürkütücü ki komedi bence her zamankinden daha önemli. İnsanları
güldürürken bir yandan da toplumumuzdaki ikiyüzlülüklere, haberlerdeki olaylara
dikkat çekebilen bir dizide olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.
Sean: İnsanlar diziyi sadece komikse
izleyecektir. Dolayısıyla öncelikli amacımız bu. Komedi de her zaman trajediden
ve kötü olaylardan doğar. Biz de şanslıyız ki komedi yazmak için mükemmel bir
zamandayız. İnsan olmak için korkunç bir zaman ama neyse. (Gülüyor) Dizimiz
bunun hakkında zaten, absürt, bazen hüzünlü olaylara dikkat çekmek.
Eric: Karakterler de bunu gerektiriyor. Bazen
yazarlar çok ciddi bir şey yazdığında, birbirimize bakıyoruz ve bunun ardından
bir şaka geleceğini biliyoruz. Çünkü dizinin dili bu. Bu konuda en zoru 11
Eylül’dü. “Will & Grace” New York’ta geçen bir dizi ve 11 Eylül
yaşandığında çekimlerin ortasındaydık. Bu konunun dizide işlenmemesine karar
verildi. Çünkü böyle bir sitcomun bu konuyu doğru bir şekilde ele alabilmesi
mümkün değil. Dolayısıyla 11 Eylül, “Will & Grace” dünyasında hiç yaşanmadı.
Ama LGBTQ hakları, Trump’ın yaptıkları gibi şeyler öyle de ya da böyle şovda
işleniyor; çünkü pozitif bir etki yaratabileceğimiz bir sesimiz var.
● “Will
& Grace” hep kahkaha attıran tarzda bir komedi oldu.
Sean: Teşekkürler!
F: Size
teşekkürler. Bugün komediler biraz daha farklı, birçok dramedi (drama ve komedi
karışımı dizi) yayında. Klasik bir sitcom, modern zamanlarda nasıl taze
kalıyor?
Megan: Bu röportaj çok ilginç ilerliyor, çünkü
tam benim düşündüğüm gibi düşünüyorsun.
F: Bunu
duyduğuma sevindim.
Megan: Gerçekten çok ilginç. Şu an sanırım
yaklaşık 500 senaryolu yapım yayında. Bunların büyük çoğunluğu drama ve bir
çoğu da dramedi ama kahkahayla güldüren komediler değiller. İzlerken
düşündürüyorlar ve “evet bu komik” diyorsun ama aslında gülmüyorsun. Bizim
dizimiz, tabii fars türünde olduğu için, live action senaryolu yapımlardan daha
çok The Simpsons, Bob’s Burgers gibi animasyon şovlara benziyor.
Eric: “Will & Grace” yayından kalktığında
canlı izleyici kitlesi önünde çekilen son dizilerdendi. Bu trend son 10 yılda
epey azaldı. “30 Rock”, “Unbreakable Kimmy Schmidt” gibi diziler izleyici
önünde çekilmiyor, kahkaha efekti yok, ironik bir mizah anlayışı var. Geleneksel
sitcomun da geri gelmeyeceği düşünülüyordu. Belki “The Big Bang Theory” hariç;
o kendi başına büyük bir başarı oldu. Ama eğer geri döndüğümüzde diziyi
değiştirip modern komediler gibi yapmaya çalışsaydık, işe yarayacağını
zannetmiyorum. Biz büyük, abartılı, kahkaha attıran bir dizi yapıyoruz.
Debra: Zaten dört kamerayla çekilen komedileri
taze tutmak daha kolay. Dramedi de yaptım ve çok severek yaptım. Daha zorlayıcı
bir tür. Çünkü “Will & Grace”de izleyicinin karşısındasın ve hemen tepki
alabiliyorsun. Hangisi daha komikse kullanabileceğimiz dört ayrı açı var. Bazen
hangi esprinin yayına gireceğini biz bile izleyene kadar bilmiyoruz.
Sean: Biraz klişe olacak ama bir şey komikse
komiktir. İyiyse iyidir ve insanlar da izler. İzleyici kaç kamerayla
çekildiğini ya da hangi türde olduğunu çok önemsemeyecektir. Şanslıyız ki
yazarlarımız da bunu anlıyorlar ve insanlar her hafta yeni bölümlerimizi
izlemek için geri geliyorlar.
Megan: Doğru zamanda doğru yerde olduğumuzu
düşünüyorum. Günlük hayatımızda o kadar stres var ki insanlar katıla katıla
gülmek ve rahatlamak istiyorlar. Bunu sunan çok fazla dizi yok şu an.
● Aranızdaki zamana meydan okuyan kimya da eminim yardımcı oluyordur.
Eric: Elbette, 11 yıl boyunca birbirimizi
görmedik ve “taze” demiştin ya aynen öyle oldu, çünkü gerçekten de tazeydi.
Geri döndük ve bir anda her şey yerine oturdu. Bizim için de heyecan verici bir
keşif oldu bu.
Debra: Bu ay pilot bölüm yayınlanalı 20 yıl
olacak ve biz beraber büyüdük diyebilirim. Bebekler doğdu, ebeveynlerimizi
kaybettik, evlilikler, boşanmalar, çok önemli kilometre taşlarını aştık
beraber. Birbirimizi artık kardeş gibi gördüğümüzü söyleyebilirim.
Sean: Yakın bir aile gibi olduk, birbirimize
çok sevgi ve saygı duyuyoruz. Bu da beraber çalıştığımızda kendisini
gösteriyor.
● Megan, 20 yıllık oyuncu arkadaşlarınızla mı oynamak daha kolay yoksa 15
yıllık eşinizle mi?
Ooo, işte bu zor bir soru! Nick’le bir
tiyatro oyunu oynarken tanıştık ve birlikte birçok projede yer aldık. Berabere
diyeceğim sanırım çünkü onunla da Eric, Debra ve Sean ile çalıştığım kadar
çalıştım diyebilirim. Bir de eşim tabii...
F: Nick
mi o zaman?
Evet belki evliyiz diye biraz ağır
basabilir ama berabere diyeceğim.
● “Will
& Grace” inanılmaz konuk oyuncularıyla da meşhur. Favoriniz kimdi ve
ileriki bölümlerde kimi konuk oyuncu olarak görmek istersiniz?
Eric: Çok var, buna cevap vermek zor. Babamı
oynayan Sydney Pollack ve patronumu oynayan Gene Wilder benim için çok özel. Artık
aramızda olmadıklarından, onlarla oynamış olmak çok anlamlı benim için. Gelecek
bölümler içinse hayalini kurduğum bir hikaye var. Will’in gizli, Kanadalı bir
sevgilisi olmasını istiyorum. Sezon boyunca kimseye kim olduğunu söylemeyecek,
herkes merak edecek ve sezon sonunda Kanada başkanı Justin Trudeau olduğu
ortaya çıkacak.
● Vay!
Eric: Benim tercihim bu.
● Unutulmaz bir an olurmuş, umarım gerçekleşir.
Eric: Bence de.
Sean: Dördümüz biz bize olunca da seviyorum,
çünkü yazarlarımız çok güzel hikayeler yazıyorlar. Ama çok iyi konuk
oyuncularımız oldu. Benim favorim herhalde Matt Damon’dır. Çünkü çok eğlenceli
bir şekilde oynadı ve her şeye açıktı. Cher, karakterimle olan hikayesinden
dolayı favorilerimden biriydi. İleride ise Tom Hanks veya Martin Short’un
gelmesini çok isterim. Gelmesini isteyeceğim birçok isim var.
Debra: Evet bir favori seçmek zor. Ama annemi
oynayan Debbie Reynolds benim için çok özeldi. Ve eksikliğini gerçekten
hissediyorum. Eşim rolünde Harry Connick Jr. ile oynamak inanılmazdı. Blythe
Danner birçok bölümde oynadı, o da ailemizin bir parçası. Hayalimde teyzem
rolünde Barbra Streisand’ı görmek var.
● Süper
bir fikir.
Debra: Eğer tanıyorsan bizim için aramanı rica
edeceğim.
● Memnuniyetle!
Oğlunuz da bu sezon konuk oyunculardan biriydi.
Debra: Evet. Planlı bir şekilde olmadı. Yazın
New York’tan beni ziyaret etmek için gelmişti. Zaten oyunculuk ve stand-up
komedi dersleri alıyor. “Will & Grace” ekibinden herkesi tanıyor ve onun
yaşında çocukların oynadığı bir sahne çekilince, yazarlardan biri olan Max
Mutchnick, “oynamak ister misin?“ diye sordu. Bana soran yok bu arada! Tabii
oğlum da çok heyecanlandı, “lütfen anne, lütfen” diye bana koştu. O şekilde
gerçekleşti.
● Yeni
sezondan favori bir bölümünüz ya da anınız var mı?
Sean: “Grandpa Jack” isimli bölümü çok
seviyorum, Jack, Skip adında bir torunu olduğunu keşfediyor. O bölümün mesajını
çok seviyorum ve birçok nesli kapsaması da çok hoşuma gidiyor.
Eric: Ben 1912’ye döndüğümüz Noel bölümünü çok
sevdim. Bıyıklı, gay olduğunu gizleyen bir karakteri oynuyordum ve çekerken en
çok eğlendiğim bölümlerden biri oldu.
● Megan, sizi de Rosario bölümüyle alacağınız Emmy için şimdiden tebrik
ederim.
Megan: Kim bilir ama o bölüm benim için
gerçekten çok özel. Rosario’yu oynayan Shelley Morrison’a ithafen çok güzel bir
bölüm yazdılar ve ben de hakkını vermeye çalıştım. Çok teşekkür ederim.
● Eric, ikinci bölümde Madonna üzerine monoloğunuz sezonun en akılda kalıcı
anlarından biriydi. Sizce bu monolog “Will & Grace” hakkında da düşünülebilir mi? Çünkü birçok
dizi LGBT’nin yanında değilken siz vardınız.
Kesinlikle. Dizinin yaratıcılarından
biri, Max, beni kenara çekip “sana bir monolog vereceğim ve bu benim için çok
önemli“ dedi. Kendisi 50 yaşında gay bir adam ve yarı yaşındaki gaylerin
kendilerinden önce yaşanmış şeyleri hiç takmadığını veya saygı duymadıklarını
görüyor. Ve bugün onlar için hayat çok kolay olunca, umursamazlığa vuruyorlar.
“Kondom mu? Kondom mu kaldı, çok 90’lar” diyorlar mesela. Kendilerinden önce
gelen insanların eşit haklar uğruna savaşıp, öldüklerini hatırlamaları çok
önemli. Özellikle de bugünkü hükümetle birlikte bu haklar bir anda gidebilir.
Bu yüzden asla rehavete kapılmamamız gerekiyor.
Will ve Grace'nin 11 yıl sonra ilk kez bir araya geldiği sahneden..
● Bu
sezonda Jack ve Will birbirlerine karşı daha sıcak, daha arkadaşça
yaklaşıyorlar sanki. Bu yaşla mı alakalı sizce yoksa artık daha iyi arkadaşlar
mı?
Eric: Bu ilginç bir nokta çünkü yazarlar yine
çok sivri dilli şeyler yazabiliyorlar ama izleyici bu karakterlerin hala
birlikte olduklarının farkında. Yani ne kadar laf sokarlarsa soksunlar 20
yıldır beraberlerse birbirlerini sevdikleri belli. Will ve Jack’in ilişkisi bu
sezonda gerçekten çok özel. Kimi yayınlanmış kimi yayınlanmamış bazı sahneler
var ve bu sevginin ne kadar derin olduğunu görebiliyorsunuz. Sadece sinir
bozucu komşum değil, en yakın erkek arkadaşım olduğu anlaşılıyor. Will, Jack’e
güveniyor ve Jack her ne kadar manyak olsa da onda gerçekten ihtiyaç duyduğu
bir şeyi buluyor.
● Geri
dönüşünüzün başarılı olduğunu ne zaman hissettiniz?
Debra: Sanırım canlı izleyici önünde
çekimlerin başladığı ilk geceydi. Senaryoyu provalarda sesli okumuştuk ve komik
olduğunu biliyorduk ama izleyici önüne geçince ve patlayan kahkahaları duyunca
anladım ki, evet, izleyici bizi özlemiş.
Sean: Başkanlık seçimleriyle ilgili YouTube
videosunu çekmek bizim için büyük bir şans oldu. Hepimiz ve ekip de ücret
almadan bu videoyu yaptık; amacımız mesajımızı ulaştırmaktı. Ama sonra o
videoyu milyonlarca kişi izledi ve tek seferlik bir şey dizinin yeniden
başlamasına sebep oldu. Onun başarısından dolayı da buna “evet” demek korkutucu
olmadı. Çünkü denedik ve konseptin hala geçerli olduğunu, hala söyleyeceğimiz
bir şeyler olduğunu gördük.
Megan: Sanırım ben ünlü bir medyum olabilirim.
(Gülüyor) Çünkü Eylül 2016’da YouTube için çektiğimiz Vote Honey videosunun
senaryosunu aldığımda, okudum, kahkahalarla güldüm, bir yandan da duygulandım
ve diziyi tekrar çekebileceğimiz duygusu bir anda içimi kapladı. Hemen şovun
yaratıcılarından birine e-mail attım ve “diziyi tekrar çekmeye başlayamaz
mıyız?” diye sordum. O da “neden olmasın” dedi ama lafın gelişi söyledik tabii.
Yine de diziye yeniden başlayabileceğimiz hissi hep içimde kaldı. Videonun
çekimlerini yaparken gördük ki aramızdaki kimya aynen duruyordu. Sonra da dizi
gerçekten başladı. Ama bunun için doğru yer ve doğru zaman olduğunu
hissetmiştim.
● Karen bu sezon gözünü telefonundan ayırmıyor. Yeni bir bağımlılık mı
gelişti sizce?
Evet sanırım sürekli elimde olan
törpünün, pudranın yerini telefon aldı.
● Sizce favori aplikasyonu nedir?
Kesin Grindr’da takılıyordur.
● Bu
ara lip sync’ler büyük bir trend haline geldi. Karen Walker kılığındaki bir
drag queen hangi şarkıya lip sync yapardı sizce?
(Gülüyor) Bir şey söyleyeyim mi? Karen
benden o kadar farklı ki dizi için saç makyaja girdiğimde gerçekten bir drag
queen gibi hissediyorum. Drag queen’lerin yaptığı işin çok zor olduğunu
biliyorum ama gerçekten bir drag queen gibi hissediyorum. Lip sync’e gelince...
Herhalde “I Will Survive”ı söylerdi.
● Dizinin geri dönüşü bizi çok mutlu etti. Sizin de geri döndüğünü görmek
istediğiniz bir dizi var mı?
Eric: Eski dizilerden aklıma gelmiyor ama
sezon finali yapmış olan “The Marvelous Mrs. Maisel”ın geri dönmesini iple
çekiyorum.
Debra: Mümkün müdür bilmem ama en sevdiğim
eski diziler “Cheers” ve “Taxi”dir. Oyuncu kadroları gerçekten inanılmazdı ve
onları tekrar izlemek isterdim.
● Peki
Smash?
Debra: Ah, Smash! Smash’in geri dönmesini çok
isterdim. O diziyi çekerken çok keyif aldım ve oyuncularla da çok yakındık.
Tiyatro geçmişimin olması, dizinin New York’ta çekilmesi, Broadway’i ülkenin
ortasında yaşayan insanların evine taşımak, hepsi çok özeldi. Çünkü çok pahalı
olduğu için birçok insan Broadway’i tecrübe edemiyor.
● Belki canlı bir müzikal olarak tekrar televizyon ekranlarına gelebilir.
Debra: Bunu çok isterim.
Sean: “Fawlty Towers” tüm zamanların en çok sevdiğim
dizilerinden biridir ama John Cleese’in tekrar çekeceğini sanmam.
● Hot
in Cleveland’ın geri gelme ihtimali var mı?
Sean: Evet, bunu konuşuyoruz.
● Çok
sevindim! Böyle isabetli bir atış yapmayı beklemiyordum.
Sean: Henüz duyurulacak bir gelişme yok ama
hakkında konuşuyoruz.
● Çok
teşekkür ederim vakit ayırdığınız için. İkinci sezonda da tüm ekibe başarılar
diliyorum.
Debra, Sean: Çok teşekkürler.
Eric: Söz, bir ara Türkiye’ye geleceğiz.
● Lütfen bana da haber verin.
Megan: Bir şey söylemek istiyorum. Şu ana
kadar, bütün bu bitmek bilmez basın görüşmeleri arasında konuşmaktan en çok
heyecan duyduğum sen oldun! Çünkü dizinin Türkiye’de yayınlanıyor olması beni
inanılmaz mutlu etti. Düşünceli soruların için de çok teşekkürler.
● You’re gonna make me pretend to cry Ms. Mullally.*
Megan: Ben de aynı şekilde hissediyorum, çok
teşekkürler!
*Karen
Walker’ın meşhur repliklerinden biri. “Tatlım beni ağlatacaksın.” yerine
“Tatlım bana ağlıyormuş gibi yaptıracaksın.” diyordu.