"Ismarlama aşklara
tahammülüm yok artık; ya beni adam gibi sev ya da çek git yolumdan. Bir gülüş,
bir salınışsa tek verebildiğin, istemez. Tutku isterim ve delice
sevmek! Bir coştu mu dur durak bilmez bu yürek. Yüreğini isterim, yürek
ister benle sevişmek. Ya adam gibi ya da çek git! Her gün biraz daha zorlaşarak
çıldırtmaksa niyetin ama seviyorsan yeter ki; ki zaten yüreği ortaya
koyduk, tamam o zaman. Ben bir deli çocuk, ama ısmarlama aşklara
tahammülüm yok artık. Ya adam gibi ya da çek git..."
Aslı’nın Ferhat’ı ardında
bırakıp gidişi ile beraber, bende fonda dizi müzikleri deyince akla gelen
tek kişi olan Kıraç’ın ‘taş duvarlar’
şarkısı çalmaya başladı ağırdan ağırdan. Sevgide yükselip yükselip her
defasında düşmekten yorulmuş, Ferhat’ın gelgitleri ile oradan oraya savrulmuş
bir Aslı’nın terk edişiydi bu gidiş. Zerre kızmadım, aksine çok iyi anladım.
İçindeki kırgınlığı, gecenin bir karanlığında ıssız ormanda yolara düşürecek
kadar savurmuştu onu. Yeni bölüm gelene
kadar bende dahil herkesin en çok merak ettiği şeydi; Ferhat Aslı’yı nerede,
nasıl bulup geri götürmeye ikna edecekti. Şahsen milyonlarca senaryo kurdum
kendi kendime ama bu senaryoların hiçbirinin içinde tabii ki ‘özür dilerim seni incittiğim için’ ya da ‘ne
olur bana geri dön’ gibi süslü kelimelere yer yoktu. Ferhat Aslan’dan
çıkabilecek en mantıklı kelimeydi ‘ben
bitti demeden bitmez Doktor.’ Tamam
kabul. O halde neden boşanıyoruz demedin Ferhat Aslan? Buna da mı gücün yetmedi? Sen
cesaretsizliğinin arkasında kendini dövüp dururken, Aslı yine yeniden ikinizin
yerine de yüreğini konuşturup tam da dediği gibi ayrı ayrı savrulmayasınız diye
gitti. Canı yana yana sen kendini dövmeyesin diye gitti. Peşinden geleceğini
bile bile gitti. Sen dedin! ‘Çık bu masal
kafasından, ben çıktım’ dedin. O da çıktı! Olay bundan ibaretti aslında…
"Senin benden önceki hayatını sen çok kolay idam
ettiriyordun zaten. Üç beş tane emir cümlesiyle hatta pardon kelime; git,
yat, kalk, otur! Benden sonra ne oldu? Dilini hiç bilmediğin bir ülkede kayboldun
çünkü konuşmayı bilmiyorsun. Konuşamadıkça geriliyorsun, gerildikçe kaçıyorsun
çünkü sen kendini korktuğun ve aciz hissettiğin her yerden kaçıyorsun. Ama
isteseydin ben sana öğretirdim. Yapardım bunu, canla başla yapardım. Babası kim
değil, canım kardeşim de derdim. Savcı Yiğit
değil, kardeşim aslan kardeşim de derdim.Yeter Hanım değil, anne anladın mı
anne! Bin şu arabaya değil, seni seviyorum!’’
Belki Aslı’nın bu son
isyanıyla, belki arabada tartışırken söylediği ‘seni seviyorum’ itirafıyla, belki de yaptığı kazayla beraber, Ferhat
artık teslim olmayı seçmişti; kalbine, sevgisine ve Aslı’ya. Öyle ki ürkek bir
çocuk gibi ‘bakma öyle, utanıyorum’
diyecek kadar da bükülüyordu sevdasının karşısında. Daha çok ezilir büzülürsün Ferhat Aslan, ben de
Aslı gibi geçer karşına ‘beter ol’
diye bağırım. Hiç ayrıcalık sağlamam da sana bu konuda, yüreğini eline alıp sahip
çıkacaksın artık; sevdana da, sevdiğine de. O bunu fazlasıyla hak etmedi mi
sence de?
Haklıydı Aslı, neredeyse
ölüyorlardı. Tamam, bu ilk kez gelmemişti başlarına, birçok kez beraber ölümün
kıyısından dönmüşlerdi ama bunu farklı kılan bir şey vardı; ilk kez başka
etkenlerden değil de sevdalarının çırpınışları sonucunda ölümle burun buruna
gelmişlerdi. Belki de bu yüzden indirmişti artık Ferhat prangalarını ve teslim
olmaya karar vermişti; hatta ilk kez çok korkmuş ve ilk kez bunu itiraf da etmişti. Yaptıkları kaza sanki ikisini de biraz silkeleyip kendilerine getirmiş
gibi uyandıklarında düşündükleri tek şey birbirleriydi. Ferhat’ın ‘iyi misin?’ diye sorgulayarak
endişelenmesi, Aslı’nın Ferhat’ı kontrol etme çabası bunun en büyük
göstergesiydi. Tatlı bir köy evinde, tatlı iki köy insanıyla beraber bambaşka
bir sabaha uyanmışçasına, geceyi kavgayla değil de taş evinde en son
sarıldıkları yerde bırakmışçasına güne başlamak da sevdaya dahil midir albayım?
Sevgiyla çelişerek arafta kalınmaz benim deli çiftim, ölümle burun buruna
gelerek arafta kalınır; bunu da tecrübe ettiniz. Bence iyi de oldu.
E, artık hayrını görün…
Yazı devam ediyor..