Siyah Beyaz Aşk: Aşktan Ölenlere…

Siyah Beyaz Aşk: Aşktan Ölenlere…
Ve çocuklar gibi gülenlere…
Ve yan yana yürüyenlere…
Ve yolda kalanlara…
Ve birlikte hayaller kuranlara…
Ve hayattan bir gün çalanlara…
 
Bu bölüm Ferhat Aslan’ın aşka teslim oluşu ve saygı duruşudur, sevabıyla günahıyla alalım kabul edelim. Henüz bölümün başında “Gidemezsin” diyebilen ama bir kez daha doğrudan “Seni seviyorum” demeye cesaret edemeyen, sevildiğini kulaklarıyla duyduğu halde buna mutlu olmayı bir an bile kendine hak göremeyen bir adamın yarım kalan hikâyelerini tamamlamaya gönüllü oluşunu, kalbinin kapısını sonuna kadar açışını izledik. Kendine ve kim olduğuna dair ilk defa bu kadar açıktı Ferhat, geçmişini anlattı ötesi var mı? Utandım dedi, duygulandım dedi ve belki de en önemlisi, hep yalnız yürüdüğü yoluna Aslı’yı da katıp hayaller kurdu bu sefer. O güldü ben güldüm, birlikte saçmaladılar hatta çakırkeyif oldular ben daha çok güldüm. O taş ev sadece ikisine ait bir masalın çatısı oldu. Orada; kim olduklarını bilerek ama geride kalanların onlara biçtiği rollerden soyunarak, birbirleri için sadece birer âşık oldular. Normalin vasat sayıldığı bu devirde, hayatlarının bütün olağanüstülüğüne inat, dünyanın en normal iki sevgilisi gibi konuştular. Dilini hiç bilmediği bir ülkede de olsa Ferhat, sonunda gördü yanı başındaki kutup yıldızını. Yıldız parlaktı, gözlerine bakınca başka bir şey göremez olduğundan bakmamaya çalıştı ama kaçamadı bu sefer, aydınlığın yol göstericisi olmasına izin verdi ve nihayet iyileşmeye gerçekten niyet etti.
 
Küçük, masum bir çocuğun ilk aşkı o aydınlık kadın. Uzanıp dokunduğu kalp o kadar tecrübesiz ki, yürümeyi yeni öğrenen bebek gibi etrafa çarpa çarpa ona gelmeye çalışıyor. Eğer Aslı Ferhat’ın içini böyle görmeseydi, samimi olduğunu düşünmeseydi alır arabayı çeker giderdi. Hatta kazaya sebep olurken de Ferhat’ın sevilmekten korkmasına tahammül edemediği için inat etti. Mücadele ettiği şey; hiçbir rüzgârın bir tozunu bile uçuramadığı bir kaya. Eline bir balyoz alıp paramparça edebilir ya da arkasını dönüp başka bir yola sapmayı tercih edebilirdi. Ama o, kalbinin sesini ilk duyduğunda kaybetti kolay seçimlerini. Şimdi tırnaklarıyla, kanaya kanaya şekil vermeye çalışıyor ona. Kırıldı bu yolda, çokça da yoruldu ama hiç korkmadı. Ufacık bir çaba gördüğünde de koştu elinden tuttu, ben korkmuyorum sen de korkma dedi; düştüğünde elini uzatırsan tutarım! Kendini sevmeyen bir adama nasıl derman olunur? Ona şarkılar söyleyerek belki, hep kaçırdığı gözlerine bakarak, belki onunla kadeh tokuşturarak, başka bir dilde konuşmayı öğreterek. Denedi ve denemeye devam ediyor Aslı, bildiği bütün sokaklar çıkmaz olsa da hep bir sonraki ihtimali deniyor. Bir yolun sonunun denize çıktığını gördü nihayet. O yolu-ama hızlı ama yavaş- bir şekilde Ferhat’la yürüyüp ona önce kendini sevmeyi sonra da kendini temize çekmeyi öğretecek.
 
Dünyayı senin gözlerine saklamışlar…

Taş evdeki sahneler tam anlamıyla bir çözülme ve yeniden birleşmeydi. Nasıl toparlanacaklarını merak etmiştim Aslı yüzüğünü bırakıp gittiğinde. Ferhat'ın bu kadar çok şey söyleyeceğini düşünmediğimden belki, imkânsız gelmişti. Ama ne güzel sürpriz ki onları dağılmaktan kurtaran Ferhat'ın sözleri oldu ilk kez. Zaten başka türlüsüne ikna olmazdı Aslı. Nihayet uğraşıp çabaladığı şeyin bir karşılığı olduğunu gördü ve keyfini çıkardı dağ gibi adamın elini kolunu nereye koyacağını bilemeyişlerinin. Ama Aslı'nın kalbinin büyüklüğünü ve cesaretle aşkının arkasında duruşunu da hafife almışım ben. Giderken bile sevdiğini söylemekten çekinmemesi ve sevgisini Ferhat’a yük etmemeye çalışması cesaret değil de ne?
 
İlk kez başkaları yüzünden değil bizzat aşk yüzünden ölüme yaklaşmak bir hayli sarsmış Aslı'yı ve önemli olanın ne olduğunu hatırlatmış ona. Aslında izin verseydi Ferhat'ın da neden gerçekten korktuğunu duyacaktık ama belli ki o güzeller güzelinin sabrı bitmişti, soruverdi benim için mi korktun diye. Ben Ferhat'ın Aslı'ya zarar geldi diye değil de gerçekten terk edildiğini düşündüğü için korktuğuna inanmak istiyorum şahsen, böylesi daha kıymetli değil mi sevgili Aslı? Olsun, ben seni sorduklarınla ve sormadıklarınla, dünyaya meydan okuyan cesur gülüşünle sevdim. Gerisi teferruat. 
 
Her şey bu kadar tozpembe miydi peki? Yanıtım koca bir hayır. Kazadan sonra köy evine gidişlerinde bir olmamışlık vardı ne yazık ki. Kim kimi taşıdı, üst kata nasıl çıktılar, neden yüzlerinde ufacık bir çizik bile yok diye sorgulamasam bile doğum ve banyo sahnelerinin oldubittiye getirilişini görmezden gelemedim. Amaç Ferhat'a kardeşini ve doğum yaptığı kötü şartları düşündürtmekti ama daha iyi işlenemez miydi diye soruyor içimden bir ses. Banyoya girmeleri bundan daha bile tuhaftı üstelik. Bir Anadolu kadını evli olup olmadığını bile bilmediği bir çifti hem yan yana yatıracak hem de "birbirinizi yıkayın" gibi bir cümle kuracak, Ferhat Aslan da sofraları eksilmesin diye ekmeğini yemeye çekindiği evde kazan kazan sularla karısını yıkayacak... Belki o banyoyu yapmaya mecbur kalsalar, Aslı’nın doğumda biraz elleri kirlense, Ferhat’ın kazada yere yattığından üstü başı çamur olsa mesela daha içime sinerdi izlediğim. Mantığımı kenara bıraktığımda sahnenin güzelliğine, aydınlığına diyecek sözüm yok ama. Resmen görsel şölen! (Banyoda ve özellikle sonrasına Aslı'yı minimum, yok gibi makyajla bu kadar duru gösterdikleri için de ayrıca teşekkürler, zira duştan maskarayla, aydınlatıcıyla çıkan kadın karakterler gördü bu gözler.)

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER