Kontrolsüz bir şekilde akan gözyaşlarında saklıdır insanın sessiz çığlıkları. Her akıttığın gözyaşı, bir başka çığlık gibi süzülür yanaklarından dudaklarına. Salsan kendini, biraz bağırsan hatta biraz dağıtsan bu kadar işlemezdi belki de acısı ta kalbine kalbine. Acını hafifletmek için değil midir cenazenin ardından yakılan ağıtlar... Aslı ''Sen beni yaşarken öldürmek mi istiyorsun?'' diye sorguladığı evliliğinde, tam hayat bulmaya başlamışken, sevdasının cenazesinde bulmuştu kendini bulmasına da ortada tabut yoktu. Ferhat Aslan'ın tabiriyle; Tek! Tek! Tek bir kelime yeterdi Aslı için. Bitti! Şimdi faili meçhul mu bu cinayetin? Kim tanık? Kim sanık? Hadi bir toprak da sen at sessizce sevdanın üzerine Ferhat Aslan; biraz hafif olsun lütfen zira çok fazla ezildin bu hayatta, en azından bu bari hafif kalsın üstünde...
Sizin de içiniz ezilmedi mi Aslı Ferhat'a ''Birlikte yemek yapalım mı?'' diye sorduğunda. Yüreğimden bir şeyler koptu; hissettim hissetmesine de adını koyamadım. Ferhat sanki Aslı son nefesini verirmişçesine ve yine son istediğini yapmak istercesine peşinden ilerlemişti mutfağa doğru. Aslı'nın soğanı doğrarkenki bahane ile ağlayışına karşın, Ferhat'ın ''Ağlıyor musun sen?'' sorusuna ilk önce ben cevap verdim izlerken. Hayır ağlamıyordu, gözüne boşanma davası kaçmıştı. Hayır ağlamıyordu, yüreğine ayrılık acısı oturmuştu. Hayır ağlamıyordu, cesaretsiz bir sevdada yenik tarafa düşmüştü. Şimdi sen söyle Ferhat Aslan, var mı eksiğim? Bence de yok...
Karar vermek kolaydır herhangi bir şeye ama iş icraata gelince tam bir fiyaskodur insanoğlu. Sözcükler dil ucuna gelir de, kelimelere dökülüp cümle oluşturamaz bir türlü. Kötü haber tez yayılır derler ya, yayılır yayılmasına da insanın en sevdiğinden gelmez o haber bir türlü. Ezilirsin karşısında, susarsın evrilir çevrilir ama söyleyemez. Tıpkı Ferhat gibi...
-Böyle bırakıp gidecek misin? Sofrayı diyorum. Öyle darmadağın bırakıp gideceksin yani. Ya da boş ver bırak dağınık kalsın.
İlk kez bırakıp gitmiş gibi, ilk kez dağıtmış gibi neden soruyorsun Aslı? Ben alıştım sen alışamadın bir türlü Ferhat'ın gelgitlerine. En çok ona yakışır arkasını dönüp gitmeler. Rüzgâr nereye eserse onu oraya savuruyor bu aralar. O yüzden bence de bırak, biraz dağınık kalsın…
Azad babanın da dediği gibi Ferhat'ın aklı ile kalbi savaştı durdu, bölüm sonunda gittikleri taş eve kadar. Ayhan'a mesaj atıp 'Aslı'ya söyledin mi?' diye sormaları, Gülsüm'ü bahane edip hastaneye gitmeleri; bir türlü galip gelemediği savaşın son çırpınışları gibiydi adeta. Sahi pişman mıydı sizce Ferhat? Yoksa Aslı'nın kırılma sesimi değmişti kalbine? Pek hayra alamet değildi Aslı'nın Cevval Doktor halleri. Eee Ferhat Aslan'ın karısı olmak ta böyle bir şey Ferhat Efendi! Beğenmiyorsan kapı orada. Benim için sıkıntı yok. Çok mu canın sıkıldı. Hiç dert etme sen, ne de olsa sıkı can iyidir. Kolay çıkmaz...
''Kuru dikenli bir dalın üstüne gül konduranın bir bildiği var elbette; hem dikenin zararı güle değil ki, güle uzanan o namert ele. Kadın topraktır evlat sen güneş olacaksın, kendin yanıp onu ısıtacaksın; yağmur olacaksın, üstüne yağacaksın bak o zaman nasıl seni bin çiçekle karşılar. Ten sevene erkek, can sevene adam denir. Sevdim mi adam gibi seveceksin yok öyle şimdi aldım, şimdi bıraktım; bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa çift kanatlı olursun. Tek kanatla uçamazsın zaten. Taş taşlıktan geçmedikçe, parmaklara yüzük olmaz; yüzük olmak isteyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze alacak. Bırak seni iyileştirsin, sen ondan değil kendinden kaçıyorsun; sen onunla değil kendinle savaşıyorsun be oğlum. Sen sadece sözünün eri, sevdanın neferi ol.''
Herkese bir Azad Baba lazım değil mi sizce de? Ferhat'ın hayatına girdiği günden beridir ne kadar güzel ince ince iyiliği ve aşkı işliyordu aklına da, kalbine de. Onun yanında giden Ferhat, hep aslının sokağında buluyordu kendini. Aslında Aslı'ya zarar vermeyeceğini, aksine onu koruyup kollayacağının örneği değil miydi gül ve diken. Ne kadar tehlikenin içinde boğuşsa da, sevdiğinden vazgeçmeden, ona siper olmanın örneğiydi belki de toprakla güneş. Her üşüdüğünde Aslı’yı ısıtan bir Ferhat olacaktı ve Aslı bir o kadar daha sırtını dayayacaktı sevdiğine. Ferhat'ta derin bir yara, Aslı'da onu iyileştirecek kadar cesur bir sevda varken, Azad Baba'nın da dediği gibi; Ferhat'a da sözünün eri olmak yakışmaz mıydı?
Tam da Ferhat'ı anlatmıyor mu Can Yücel'in kaleminden çıkan o muhteşem dizeler?
Değiştim.
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor, bir yanım seni,
Ben benimle savaşıyorum, seninle değil.
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın,
Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim.
Ferhat'ın da kendi içinde verdiği savaşın en büyük sebebiydi belki de Aslı'nın ''Sen sevme, severken de öldürürsün'' sözleri. Halbuki sevdasının esaretinden korumaya çalıştıkça, bir o kadar daha öldürüyordu Aslı'yı Ferhat. Yaşarken ölmek belki de böyle bir şeydi Aslı'cığım, bizzat yaşayarak en acı bir şekilde, celladına âşık olarak öğrenmekle nasip oldu. Bu konuda yapabilecek pek bir şeyim yok sanırım. Aşkı başa gelince aklı uçup giden Aslı yapmışlar. Ne yapalım, e hayrını görelim bari...
Ferhat bu zamana kadar hep kızgın bir Aslı ile karşılaştı belki de. Kendine layık gördüğü suskunluğunun Aslı’yı ne derece incittiğini ya da inciteceğini hiç düşünmeden attı adımlarını. ''Hastasın sen Ferhat ama ben de doktorum iyileştiririm'' diyen Aslı’nın sabrını, kırgınlığı alaşağı etmeyi başarmıştı. Öyle ki taş evde kalbinde, aklında biriktirdiği dolup taşan ne varsa saçıverdi ortalığa. Bana göre amaç Ferhat’ı kendine getirmekti ki, belki de gerçekten yorulmuştu tek yalnız direnmekten ama gerçek olan bir şey vardı ki söylediği her şeyde tek tek haklıydı Aslı.
-Bilmemek ayıp değil ki! Sen öğrenmeyi seçmiyorsun. Sorunda bu. Yaralı bir hayvan gibi sana yardım etmeye uzanan bütün elleri ısırmaya çalışıyorsun. Ben sana söyleyeyim mi senin bana söyleyeceğini? ‘Ben karanlığım, ben bataklığım, ben çirkinim!’ Ben dedim evet ama sen bunu kabul etmeyi seçtin. Seçmedin mi? Neden çünkü böylesi daha kolaydı değil mi? En basiti bu. On iki yaşında bir insanın canını almış olabilirsin, hayat seni ummadığın bir yere sürüklemiş olabilir; hepsi benim kabulümdü ama sen oradan çıkmak istedin mi hiç? Denedin mi o karanlıktan çıkmayı? Uğraştın mı bunun için? İtiraf etsene kendine! Ben sana söyleyeyim hayır! Yapmadın. Karanlık senin sıkıştığın bir yer değil; sen bile isteye seçiyorsun oraya saklanmayı, sığınmayı. Neden? Çünkü orada kendini daha kuvvetli hissediyorsun, hatta bu hayatta kendini tek kuvvetli hissettiğin yer orası.
Yazı devam ediyor...