“Bence Amerikan
halkını bilgilendirmek konusunda “Will & Grace” hepimizin tüm
yaptıklarından daha çok şey başardı.”
Joe Biden - 47. Amerika Birleşik Devletleri Başkan
Yardımcısı
Bu alıntı, Joe Biden’ın 2012 yılında evlilik eşitliği
hakkında verdiği bir röportajdan. 1998 yılında gay karakterleri sebebiyle
“acaba kötü karşılanır mı?” endişeleriyle başlayan klasik bir sitcom’un 8
sezonda böyle bir değişim yaratacağını kim bilebilirdi? Peki ya bittikten 11
yıl sonra ekranlara tam gaz geri döneceğini? Her kimse tanışmak isterim çünkü
kendisine “Friends”le ilgili sorularım olacak.
“Will & Grace”, neredeyse “How I Met Your Mother” kadar
riskli bir finalle sona erdikten 11 yıl sonra, izleyenlerin içini rahatlatan
bir bölümle Amerika’da NBC, bizde ise Digiturk ekranlarına geri döndü. Henüz
izlemeyenler için başka ipucu vermeyelim ama yeni sezonda karakterlerin
dinamiği aynen alıştığımız ve sevdiğimiz gibi. Yapımcıların niyeti de buymuş; “Will
& Grace” döndüyse kendileri gibi dönmeliydi diyorlar.
Komedi zorlu bir alan, kimyası en çok tutan oyuncular ve
senarist ekipler bile, tam kıvama gelmek için biraz vakte ihtiyaç duyuyorlar.
Bu yüzden komedi dizileri (20 dakikalık, sezonu 24 bölümlük gerçek komedilerden
bahsediyorum, bizim şişirilmiş yerli facialarımızdan değil) genellikle
zirvelerine üçüncü, dördüncü sezonlarda çıkıyorlar. “Will & Grace”in ilk
seferi de böyle olmuştu. Şimdi ise, geçmişin de avantajıyla, ilk sezonun ikinci
yarısında gerçekten havaya girdiler gibi görünüyor. Bu yazı yazılırken
yayınlanmış son bölüm olan “Staten Island Fairy” sezonun en iyilerinden
biriydi. Son derece komik yazılmış ilk bölümlerdeki hafif tutukluk ve zaman
zaman temposuzluk kaybolmuş gibi görünüyor.
Komedilerin kahkahalarla güldürdüğü bir dönemin ürünü olan “Will
& Grace” bu konuda hala başarılı. Sonsuz popüler kültür referansları ve
kelime oyunlarıyla kendine has mizah anlayışını hala taze bir şekilde koruyor.
Ancak yeni sezonda bölüm hikayeleri uğruna karakterlerin bazı özelliklerinin
değiştirildiği gözümden kaçmadı. Örneğin Will’in dizideki tek uzun süreli sevgilisi
Vince’ın ilk defa duyduğumuz bağlanma korkusu ya da Jack’in ilişki fobisi gibi.
Vince her zaman beraber bir hayat kurma taraftarıydı, Jack’in problemi ise biriyle
beraber olmaktan korkmak değil, hiçbir zaman tek bir kişiye odaklanamamak
olmuştu. Sıkı fanlar için bu detaylar dikkatten kaçmasa da karakterler sevdiğimiz
ve güldüğümüz çoğu özelliklerini aynen koruyorlar. Bakınız: Karen Walker.
“Will & Grace”in yaratıcıları ve oyuncuları her zaman
öncelikli amaçlarının güldürmek olduğunu söylemişlerdir. Politik iklimin çok
farklı olduğu günümüzde bu daha zor. İlk bölümün Trump göndermeleriyle dolu
olması da bunu gösteriyor. Ancak bence “Will & Grace”, LGBT konularında
eğitici misyonunu da gururla taşıyor artık. 1998’de başladığında Amerikan
ekranlarında LGBT görünürlüğünü sıfıra yakındı. Günümüz Türkiye’sini düşünerek
gözünüzde kolayca canlandırabilirsiniz. Şimdiyse hemen her şovda LGBT
karakterlere rastlamak mümkün. Bu durumu yaratan elbette “Ellen”, “Will &
Grace” gibi öncü diziler oldu.
Will’in ikinci bölümde, genç bir eşcinsele Madonna hakkında
attığı nutuk bu konuda önemli. Gay hayatın her zaman bugünkü kadar “güllük
gülistanlık” olmadığı, Madonna gibi LGBT hakları için destek verenlere bugün
genç kuşağın burun kıvırmaması gerektiğiyle ilgili bir monolog bu. Madonna’yı
çıkarın yerine “Will & Grace”i koyun, çok bir şey değişmez. Neyse ki burun
kıvıran çok olmadı da yeni sezon, şovun 11 sene önceki final sezonundan daha
yüksek reytinglerle başladı. İzlenme oranları sezon ortasına doğru yarı yarıya
düşse de 10. sezon şimdiden NBC tarafından sipariş edilmiş durumda. Dolayısıyla
en az bir sene daha “Will & Grace” bizleri güldürmeye devam edecek.