Siyah Beyaz Aşk: Aşktın sen gidişinden bildim seni*

Siyah Beyaz Aşk: Aşktın sen gidişinden bildim seni*
Ateşiniz küllendi biraz, tümden sönmez umarım…
Sizce hayat kazanılan ya da başarısız olunan bir sınav mıdır yoksa sonunu düşünmeden yaşanması gereken, nefes alınan her anın kıymetli olduğu bir macera mı? Yaşamın anlamı üzerine satırlarca cümle yazılabilir ama bu sorunun bir doğru cevabı yok çünkü insanın başına ne geldiyse, hangi yaralar varsa kalbinde, neyi eksik kalmışsa ona göre anlam biçiyor ömrüne. 15. bölümde de neredeyse her karakterin bu arayışına tanıklık ettik ama beni bu konu üzerinde düşünmeye zorlayan Abidin’in Handan’ın önüne koyduğu tek doğrusu olan annelik sınavı oldu.
 
Bu bölüme anneler damga vurdu bana göre. Yeter’in yolun başında nasıl bir anne olduğunu hatırlayan var mı? Ben hatırlıyorum; Gülsüm’e “Abin o senin, atan” diye haykıran, hırsından gözünün önündeki kızının bile farkına varamayan, oğlunun onu umursadığını zannettiği bir hayal âleminde yaşayan bir kadındı ve anlamıştık herhangi bir annelik iddiası olmadığını. Sonra üç çocuğunu da fiziksel olarak kaybetme korkusuyla yüzleşti, Suna ve Aslı sayesinde onların hayatlarına dokunabilmenin bir yolu olduğunu anladı bir şekilde ama yine de yıllar yılı oğulları tarafından yok sayılmakla baş edemedi.

İşte bu gün o Yeter, kendini bildi bileli sevdiği adamı gözünü kırpmadan vurdu ve dedi ki “sen benim anneliğimi çaldın.” O kadar haklıydı ki! Namık bu hikâyede herkesten bir şeyler çalmış; Ferhat’tan babasını ve hatta bütün hayatını, Yiğit’ten ve Gülsüm’den abisini, Yeter’den çocuklarını, görünen o ki Azad’dan platonik aşkını, ablasından da iktidarını almış ve aldıklarıyla kendine kumdan bir kale yapmış. Yeter ona olan zaafını bir kenara koyup doğru sebeplerle ayağa kalktığında Namık onun önünde durabilecek bir adam değil. Yine de Yeter’i hiç sevmemiş olmasını nereye koyacağımı bilemiyorum. Sonuçta elinde silah olan sarhoş bir kadına, hele de çocuğunun annesiyse ve biraz da dengesizse seni hiç sevmedim demezsin, eğer canın üç kurşun çekmiyorsa.
 
Yeter dışında dizinin diğer anneleri fena çuvalladılar. Handan Hanım'dan başlayayım yaşına ve sınırsız kötülük yapma potansiyeline hürmeten. İnsanlara bu kadar yanlış bir açıdan bakmayı nasıl başarıyor gerçekten şaşırıyorum. Kızını da oğlunu da sürekli hayatlarındaki insanlar ve duyguları üzerinden aşağılıyor ve yöntemine dair de hiç kuşku duymadığı için ilk başkaldırıda dehşete düşüyor. Abidin’i öyle merhametli ve sağduyulu yetiştiren o değil çok belli, Abidin bir şekilde kendi kendini büyütmüş. Kızına da evliliğiyle ilgili korkunç sözler söyleyip onu dibi görünmez bir karanlığa kilitliyor. Burada Vildan’ın anneliğinden de bahsetmek isterdim ama kızı Özge buhar olup uçtu galiba, artık laf arasında bile adı geçmiyor. Gülsüm’ün intihar hezeyanı da Abidin’le bir adım daha atılsın ve Ferhat’ın kalbine dokunsun diye araya sıkıştırılmış olsa da anne olmak için hiç doğru bir psikolojide olmadığını son derece açık bir şekilde gösterdi. O kadar sevgiye ve ilgiye aç büyümüş ki, yüzüne gülen ilk adama kim olduğuna aldırmadan kaptırmış kendini. Yiğit, Gülsüm’ü ihmal edişiyle ilgili vicdanını bir güzel temizleyip topu yine Ferhat’a attı bölüm sonunda ama Ferhat’ın bahanesi ne çok merak ediyorum. İlk bölümlerde, Yeter, Gülsüm’ü yurt dışına götürelim dediğinde Ferhat Gülsüm’e kime aşıksın diye soracak kadar bu konularda kafası açık bir adamdı, sanıyorum birilerini vurmaktan kızı görmeye zamanı olmadı. Nihayet bebek konusu ortaya çıktığında da suçluluğu öfkesine ağır bastı.
 
Fark ettiniz mi bilmiyorum, Aslı ve Ferhat’ı birlikte yazamadan tam üç paragraf geçti. Yazamadım çünkü iki saatlik koca bölümde onlara uygun görülen 10 dakika ya vardı ya yoktu. Gerçekten merak ediyorum her önemli anları birilerinin vurulmasıyla ya da hapse atılmasıyla mı sonlanacak. Ferhat her konuşmak istemediğinde Aslı’yı bir öpücükle mi susturacak? Neden biz 30 saniye de olsa, “seni seviyorum” gibi ilişkinin mihenk taşı olan bir itiraftan sonra birbirine âşık bakan iki insan göremedik? Anladık, Ferhat Aslı’nın dokunuşuna kayıtsız kalamıyor da insan daha bir gece önce aşkla öptüğü kadına “o elini kolunu çek, hayırdır” diye bir sokak serserisi cümlesi mi kurar, bunu anlatmanın yolu bu mudur? Ferhat duygusal açıdan derinlik kazanırken karakter özellikleri açısından inanılmaz yavanlaştı. Sofistike ve uzun cümleler kuran bir adamdan sürekli aynı cümlelerle konuşan bir adama dönüştü ve bu durum en çok Aslı’yla ilişkisine yansıdı. Daha önce de çok kez belirttim, Ferhat karakterinin duygusunu göstermesine ihtiyacımız vardı seyirci olarak ve bence çok güzel gelişti ama onu özgün bir karakter yapan bir sürü özelliğini de kaybetti, bunların başında da diksiyonu ve kimi zaman alaycı, kimi zaman flörtöz cümleleri geliyor ne yazık ki.
 
Neden Aslı ve Ferhat’ın ilişkisini anlatmakta bu kadar özensiz davranılıyor anlamıyorum. Diyalogları gittikçe basitleşti, kısırlaştı. Ferhat Yiğit’le konuştuğu kadar Aslı’yla konuşsaydı şu anda başka şeyler izliyor olurduk galiba, kimsenin de aklında soru işareti kalmazdı. Geçen hafta bu itiraf bu ilişkiyi nereye götürecek diye sorarken bir cevap bile alamamayı hiç beklemiyordum. Ferhat gibi bir adama o sözleri söyletip, Aslı gibi bir kadının bir gün sonrasında boşanmayı iki damla gözyaşı, bir de kırık fincanla kabullenmesine inanalım mı biz şimdi? Neden doğru düzgün, birbirine ders vermeyen bir tonda konuşamıyor bu iki âşık? Aslı ona öğütler veriyor, karşısında duruyor, dikleniyor zevkle izliyoruz da mesele ilişkileri olduğunda neden bataklığım, karanlığım ve “benden ne istiyorsun” laflarından öteye giden şeyler duyamıyoruz?

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER