Ferhat’ın hayatı boyunca yaşadığı en zor sınavlardan biri olsa gerek gidip Suna ile yüzleşmek. Canını bu denli yakan bir olayda Aslı’yı yanında istemesi, ona tutunması, ondan yardım istemesi kadar güzel bir şey var mıydı bu bölümde? Bin öpüşme sahnesine, bin sarılma sahnesine bedel benim için Ferhat’ın Yiğit’in evinin önünde canını yakan şeyleri Aslı ile paylaşması. Ve Aslı’nın Ferhat’ı ilk gördüğü anda her şeye rağmen ‘iyi misin?’ diye sorması.
‘’Ben Suna’ya Yiğit’in içerde olduğunu söylemem lazım, yani o yüzden sen de yanımda ol diye çağırdım seni.’’ Aslı’nın içindeki şaşkınlıkla karışan gözlerindeki tebessümü görmemek imkânsız. Ferhat onu istedi yanına kendi için bu kadar zor bir olayda Aslı’dan başka kimseden yardım istememişti, ona güvenmişti ve bu Ferhat içinde yepyeni bir adımdı.
-Sen Yiğit’e mi gittin? Çok mu kötüydü?
-Yiğit mi? Yüzüme vurduğu gerçekler mi?
Tam da bunu sormak istemişti aslında Aslı. Çok mu canını yaktı söylediklerinin Aslı’casıydı bu da. Canı yanan Ferhat’ı her şeye rağmen teselli etmeye acısını almaya çalışan Aslı’lar da candır bu arada. O kadar güzel konuştular ki, Ferhat’ı ilk kez bukadar içini dökerken gördüm diyebilirim; tane tane ne varsa canını yakan anlattı Aslı’ya, adeta acısını almasını diler gibi baktı durdu gözlerinin ta içine… Suna’nın can acısı ile Yiğit’in ardında Ferhat’ın yüzüne vurduğu gerçekler son raddeydi sanki Ferhat için. Gerçi ben Suna’ya zerre kızmadım, çocuğuna karşı çaresiz kalmanın çırpınışlarıydı onlar. Anneydi neticede ve hiç şahit olmadığı şeylere şahit olmuştu çok kısa bir zaman zarfında. Ve sakinleşip mantıklı düşündükten sonra arayıp özrünü de dilemesini bildi. Çok asil ve naif bir kadın, her defasında bunu gösteriyor bize. Ferhat yüzüne vurulan gerçeklerle beraber attı kendini sokağa ve ilk defa kendini bu kadar çaresiz hissettiğine eminim.
-İşte sonunda o da gördü, o senin görmediğin şeyi.
-Ne? Neyi görmüyormuşum ben?
-Aslında bildiğin şeyi, işte; yüzüme haykırdığın şeyi, benim bir bataklık olduğumu, herkesi içine çektiğimi. Yanlış mı? (O kadar çok ihtiyacı vardı ki sevilmeye, birinin ona senin kalbindeki güzellikleri görüyorum ben demeye. İşte bu yüzdendi her söylediği kelimede Aslı’nın gözlerine gözlerine bakması. Yiğit yeteri kadar yaralamıştı onu sanırım.)
-Evet, öyle düşünüyordum ama sonra fikrim değişti Ferhat.
-Fikrini değiştiren şey ne doktor? (Sen de biliyorsun Aslı’nın sana ne söyleyeceğini. Nedir seni bu kadar korkutan Ferhat? Aslı dayının yüzüne vura vura söylemedi mi sana pişman olduğunu? Teslim olmadı mı sana, sana rağmen. Keşke sen de salsan kendini Aslı’nın gözlerindeki aydınlığa. Belki ortak bir yol bulurdunuz beraber)
-Bak gerçek bu anlıyor musun? Gerçek bu! Sen istesen de istemesen de gerçek bu! Anladın mı beni? Benim karanlığımdan uzak dur tamam mı? Gerçi bugüne kadar fazlası ile yaşadın ama kendine bir iyilik yap; hayatta kalmak istiyorsan yakınımda dur doktor, yaşamak istiyorsan da uzak dur.
Amaç sadece hayatta kalmaksa, Ferhat da biliyor ondan ne kadar uzak olursa Aslı artık ölüme o kadar yakındı; çünkü bu saatten sonra Ferhat’ın canını yakmak kalbinden geçiyor ve Ferhat’ın kalbi de Aslı’dan bir başkası değil artık. Ve eğer yaşamak istiyorsa Ferhat’ın kalbinden uzak durmalı zira o sevdikçe öldürdüğünü defalarca testetti. Ferhat’ın dönüp gitmesi Aslı’nın içinden ‘ne olur dön bir bak’ diye yalvarması ve Ferhat’ın arabaya binmeden son bir kez bakması; kalbimi bütün hücresine kadar buraya bırakabilirim. Teşekkürler Ferhat! Gidişinin ardından son bakışınla bana sevgini bıraktığın için. Teşekkürler! ‘Aşktın sen gidişinden bildim seni’ der Cemal Süreyya; biz seni gidişinde tanıdık başka söze gerek yok…
‘’Sevdanın çaresi neden yoktur biliyor musun evlat? Sevda hayatın çaresidir de ondan, yarayı açandan derman beklemenin adıdır aşk. Elimdeki köze elini bastırdığımda kılını kıpırdatmamandan anlamıştım evlat, sen çok önceden yanmışsın zaten. Dağı delmekte ne var, sapı kırık bir kazma ile koskoca bir sevdan olduktan sonra; o ateşe düşmekte ne var, çölü geçmekte ne var, düşmanla boğuşmakta sorun değil! Yeter ki kendinle savaşma, savaşırsan kaybedersin…’’ Ferhat’ın anlayabileceği dilde ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi aşk; neden geldiğini anlamadığım Azad Dağıstan, Ferhat’ın karşısına çıktığı ilk günden beri adım adım Ferhat’ı aşka sürükledi ve haklıydı savaştığı kişi Aslı’dan ziyade kendisiydi, zira Aslı zaten bu savaşta yenik düşmüştü. Bir salsa kendini yeşerecekti yeni umutlara kalbi belki. Sen Ferhat Aslan! Korkusuz sokaklarında saklandığın tek yer aşktı! Ne garipti sadece soyut bir şeydi ama deli gibi korkuyordun ona yenilmekten…
Dilsizin dilinin çözüldüğü yerlerde lafını cuk diye yerine oturtmasına hastayım diyebilirim. ‘’Sen kendini hangi sahile vurdun abi?’’ Araya giren müzikle beraber sahilde gözyaşlarını kasa kasa yürüyen Ferhat’a kalbimi veririm ben. Kim ruhsuz diyebilir Ferhat için, diyenin aklına şaşarım. En son ne zaman bu kadar canı yanmıştı kim bilir. Çünkü bir nefes ki aşk ona benzer…
-Korktun mu?
-Korkmadım, yani senden desem yalan olur başta korktum. (Bunu duymak eminim Ferhat’ı üzmüştür öyle ki meyhanede Azad konuşurken, hafızasına gelen ilk şey Aslı’nın boğazını sıktığı o andı. Öper misin daha sonra, için acıya acıya boynunu Aslı’nın Ferhat?)
Aslı o kadar titrek ağlamaklı sesi ile okadar yürekten konuştu ve Ferhat o kadar ince ince deşti ki konuşmayı sanki artık kalbini özgür bırakmak için yer arıyor gibiydi. Bırak tartışalım der gibiydi.
-Benim suçum var mı bunda?
-Senin suçun büyük doktor. (Sen Ferhat’ın kalbini alıp avuçlarına bırakansın. Sen içindeki iyi niyeti, kalbindeki vicdanını, masumiyetini gören tek kişisin. Sen hiçbir karşılık beklemeden, canın pahasına onu sevip kalbine sokan tek insansın. Aşk başa geldi, ceza müebbet oldu artık. Hayrını görelim…)
Aslı’nın ağlayarak yeter diye sessiz haykırışında yandı Ferhat’ın canı derinden eminim. Aslı’nın canını ne kadar yaktığını bilse de bizzat gözlerinde görmüş oldu. Ben kıyamadı artık diyeyim, siz ne derseniz diyin artık zira ben o sahnede tutuklu kaldım.
-Aslı! Duyman neyi değiştirecek? (Tam o dakikada Cemal Süreyya’nın dizeleri geldi aklıma; ‘bazen diyorum ki, ne olacak söyle gitsin. Sonra diyorum; söyleyince ne olacak, sus bitsin…’ Sen duymak istediğinde bunu tekrar konuşalım olur mu Ferhat.)
-Belki hiçbir şey değiştirmeyecek ama ben bir şey kaybetmeyeceğim. Benden ne istiyorsun Ferhat?
Bir anlık gaflet olmadığını bilse de duymak istiyordu Aslı. Ferhat’ın dudaklarından onda bir yeri olduğunu duymak istiyordu, hissetmek istiyordu içinde onu tamamen; belki o zaman daha kolay olurdu Ferhat’la savaşmak. Daha sağlam adım atar daha sıkı tutunurdu Ferhat’a.
Seni seviyorumun Ferhat’çasıydı ‘’İyi seni seviyorum işte bu anladın mı?’’ demek. Seviyordu, kendinden korkarcasına ve kendinden kaçarcasına seviyordu. Ferhat derdindeki dermanı yine Aslı’nın dudaklarında buldu. Şaşkınlıkla mutluluğun karıştığı bir duygu ile sarıldı Aslı Ferhat’a öyle dokundu ki, dokunduğu her yerde iz bırakmak istercesine. Yine yeniden yenildi sıcaklığına belki de tekrar üşüyeceğini bile bile…
Ne güzel demiş Cemal Süreyya; Günlerce yazmaz, aramaz, sormaz, konuşmaz, sonra bir merhaba der yine o kazanır…
Ufak notlarım;
- Ferhat bu bölüm bayağı bayağı konuştu uzun cümleler kurdu bu beni çok mutlu etti
- Eski Vildan’ın geri dönmesine çok sevindim. Ben sarhoş Vildan’ı çok seviyorum.
- Aslı uyurken üstünü örten Ferhat’lar candır her ne kadar dokunmaya cesaret edemese.
- Onca yaşadıklarına rağmen Cem ve Ferhat’ın birbirleri ile olan iletişimine bayılıyorum.
- Demeden geçemeyeceğim Handan Hanım sen Yeter’den de kötü bir annesin.
- Abidin ve Gülsüm’ü evlendirin…
- Aslı’nın Ferhat’a ‘şehir eşkıyası mısın oğlum’ dediği yerde resmen kahkaha attım.
- Son sahne eğer yine hayalse Erkan hocam artık susmam bilesin.
- İçten içe Azad Dağıstan’ın Ferhat’ın babası olduğunu düşünüyorum ve buna da çok sevinirim zira Namık Emirhan Ferhat’ı hak etmiyor.