Yaz aylarına girdiğimiz gibi severek izlediğimiz dizilerimizden
bazılarını finalle bazılarını da sezonluk finalle uğurladıktan sonra kendimizi
klişe, çoğunlukla yüzeysel ve aynı tiplemelerin barındığı fakat yoklukta iyi gidecek
yaz dizilerine teslim etmiştik. Yedi küsur dizi başladıysa yaklaşık altısının
tuttuğu, boşluktan herkesin gözünün kaydığı, bazılarının oyuncuları için
izlenildiği bazılarının ise gerçekten izlenebilir hikayeler olduğu zamanla
anlaşılmıştı. İlk bölümlerinden yargılamak istemediğim, izlemeye devam ettiğim
sonradan da ‘Aman çok izledim konusu bayağı ilerledi boşver.’ diyerek yazmaktan,
yorumlamaktan kaçındığım ama takibi bırakmadığım birkaç dizi oldu tabii benim
de.
Derken koca bir yazı daha bitirerek Eylül’e girmiş bulunduk. Uzun
zamandır haberlerini, tanıtımlarını, kadrolarını yakın takibe aldığımız birçok
diziye kavuşmamıza az kaldı. ‘Seven Ne Yapmaz’da bu yeni yayın sezonunu açmaya
hak kazanan yapım oldu diyebiliriz. Hayırlar uğurlar olsun o zaman!
Hem Yusuf Çim’i hem de Seren Şirince’yi ekrana döndüren
üstelik bir çift olarak izlememize vesile olan bu diziye ilk bakışta net
bir değerlendirme yapamadım açıkçası. Yusuf Çim yine yeniden zengin bir
ailenin şımarık çocuğu tarzıyla karşımızdayken, Seren Şirince de en şirin
haliyle nazlı bir köylü kızı olarak tanıttı kendini. Dediğim gibi Yusuf Çim’i İçimdeki Fırtına'nın peşinden yine aynı tiplemeyle (hatta konuyla) görecek olmak üzdü açıkçası ama garip bir şekilde
yakışıyor ona bu haller. İkilinin uyumunu da beğendiğimi söylemeliyim. Ancak hikâyeye
bakacak olursak dallanıp budaklanması ve seyirciyi yakalaması için biraz zamana ihtiyaç duyacak gibiyiz.
Şımarık evladın babasının
işlerini berbat edip cezalandırılarak halasının köyüne gönderilmesi ve oranın
en sevilen, saf, güzel kızına âşık olması kısmı herkesi hep bir ağızdan ‘Yine
mi klişee?!’ diye isyan ettirecek türden olsa da ilk bölümde evlenip ardından
kaçarak, geldiği gibi İstanbul’daki sorunlu hayatına dönüşü aslında olayların
henüz yeni başladığının habercisi oldu. Tam ilk bölümü bitirip "evet, yani şimdi
ne olabilir ki" diyerek soru işaretlerini kovaladığım sırada 2. bölümün
fragmanıyla aydınlanma yaşadık. Meğerse hikâye bambaşka şekillenecekmiş. İlk
bölümü izlemek beni sıkmamıştı ama hikâye belirsizliği işi zorlaştırıyordu.
İçerisinde hem komedinin hem de dramın var olduğu işlerin başarılı olması
ekranda görmeyi en çok istediğim işlerdir.
İkinci bölüm tanıtımıyla
yaratılan ikizli Nazlı ve aşık Ozan’ın macerası nerelere kadar uzanır, ne kadar
devam eder bilemiyorum ama benim bu diziye ne kadar devam edeceğime karar
verebilmem için en az 3 bölüme ihtiyacım var gibi görünüyor. Bir an gerçekten
Nazlı’nın ikizinin olduğunu düşünüp yıkılmıştım ama olay sandığım gibi değil
anlaşılan. İşin içinde yeniden yaratılan güçlü kadın karakter varsa; bayılırım! İşte bu sebepten dolayı, umarım oluşan merak olumlu gidişatın habercisi olur da seven ne yapar, ne yapmaz görmek için sabırsızlanarak bölümleri beklemeye devam ederiz.
Yönetmen koltuğunda oturan -benim de severek takip ettiğim- Metin
Balekoğlu dizi için büyük bir artı. Safranbolu’nun güzelliği ve dizinin içinde
yer alan müziklerin uyumu da on numaraydı, bence. Serhat Parıl, Şeyla Halis, Sertan Erkaçan gibi isimlerin de etkisiyle Seven Ne Yapmaz, Çarşamba günleri karşısında daha güçlü bir yapımla karşılaşmazsa epeyce gideri var gibi görünüyor. Hayırlı, uğurlu, reytingi bol olsun.