Hiç kuşku yok ki son
zamanlarda ekranda sık görür olduğumuz dönem yapımlarının sezondaki en iddialı
örneklerindendir Vatanım Sensin. Gerek ele aldığı dönemin hassasiyetiyle gerek
esas hikâyenin yanı sıra yardımcı hikayeleriyle, gerek dev oyuncu kadrosu ve
genç yetenekleriyle adından sıkça bahsettiriyor bu şahane yapım.
Enfes bir
girişle daha ilk bölümden buram buram kalite ve özgünlük kokan dizi ilerleyen
bölümlerde de seyirciyi yanıltmadı ve çıtayı gittikçe ileri seviyelere taşımaya
devam etti; ta ki seyircinin aklıyla dalga geçercesine sunulan o pusula
sahnesine dek. Sanıyorum, yapımın; seyirci ile arasında soğuk rüzgarlar
esmesine sebebiyet veren ilk vukuatının bu olduğu hususunda herkes benimle
hemfikirdir. Gidişattaki bu aksaklık seyirci kitlesini öfkelendiren ilk hadise
olsa da peşi sıra patlak verip hikâyenin bir anda bütün o özgünlüğünden
sıyrılmasına sebep olan klişeler silsilesi ve seyreltilen milli mücadele ruhu
da bir kısım seyirciyi kızdırdı.
Hikâyenin esas
kahramanlarından olan Azize ve Cevdet cephesinde ipler malum pusula
hadisesinden sonra iyiden iyiye gerilirken, yardımcı hikayeler de uyumsuz bir zincir oluşturmaktan öteye gidemeyen
klişeler silsilesi yüzünden gerildiğini söylemek mümkün. Hikâyenin en başında
gerek sahip olduğu meziyetler gerekse bu meziyetlerin onlara kattıklarıyla
esasında ne kadar derin kişilikler olduğu imaları yapılan karakterlerin bir
anda sığlaştırılması ve aptallaştırılması da hiç şüphesiz buna bir örnektir.

Yıldız… Ah Yıldız…
Yıldız karakteri seyirciye en
başından beri kibirli ve bencil olarak aktarıldı. Daha küçücük bir kız çocuğuyken
güzelliğinin kız kardeşi tarafından onaylanması uğruna ona zarar verip duygularını
hiçe saymaktan çekinmemiş, küçük Hilal için oldukça mühim bir armağan olan
tokasını ondan alıp sobaya atacak kadar acımasız davranışlar sergilemiştir.
Henüz küçük bir çocukken dahi kendi arzularını diğer insanların hislerinden
mühim sayan Yıldız, elbette ki büyüyüp genç ve güzel bir hanım olduğunda da bir
nebze olsun değişmedi. Aksine küçük
Yıldız’ın serpilip büyümesiyle çevresinden gördüğü ilgi ve alaka neticesinde
hanım kızımızın kibirli bencilliği de iyiden iyiye bilendi; bu
ilgiyi kendilerinde kocaman bir ego balonu olarak barındırmakta da hiçbir
sakınca görmedi!
Dolayısıyla böylesine bencil,
kibirli ve yer yer küstah bir karakterin daha birkaç hafta evvelinde zorla
evlendirilmek istendiğinde “Özgürlüğü olmayanın istikbali de olmaz.” şeklinde
beyanlarda bulunup hemen ardından ona onu istemediğini açıkça belirten bir
adama “istikbal” umudu ile yanaşmaya kalkışması, elbette ki
şaşırılacak bir olay değildir. Yıldız her vakit kız kardeşinin sahip olduğu
meziyetleri görmezden gelmiş ve onu güzelliğiyle ezmeye kalkmış olması
yetmezmiş gibi kız kardeşinin âşık olduğunu anladığı adamla, o adama karşı
hiçbir his beslemeksizin, yalnızca ve yalnızca statü, güç, servet gibi
sebeplerden ötürü nişanlanmakta da hiçbir sakınca görmemiş, hatta ve hatta bu
konuda kendini sonuna dek haklı görmüştür. Gel gelelim hırslarının onu
sürüklediği bu çirkin yerden hezimete uğrayarak ayrılmak zorunda kalan da yine
kendisi olmuştur.
Üstelik bu mevzunun devamında
gelen bir “Benim bütün hatalarımın sebebi sensin.” fecaati var ki, adeta
seyircinin zekasıyla ikinci kez alay edilmiş gibi oldu! Tıpkı Mustafa Sami’nin ölümüne sebep
olduktan sonra “Ben ne yaptım?” deyip pişmanlıktan ağlamak yerine “Hepinizden
nefret ediyorum!” diyerek ağlayan Yıldız gibi, Yıldız işte… Yine yıldızlığını
yaptı ve sözüm ona kırılan gururunun sorumlusunu yine kendisi hariç tüm ailesi
ilan etti. Yine “Hepinizden nefret ediyorum!” naraları havada uçuştu, yine
kimsenin haberi, onayı, rızası, olmaksızın kalkıştığı bu işin sorumlusu,
olaydan bihaber diğer herkes oldu.
Açıkçası başlangıçtan bu
yana ben dahil, pek çok kişi Yıldız karakterinin yavaş
yavaş düzeleceği, samimi bir pişmanlık gösterip kendini sorgulayarak, öz eleştiri vererek değişime uğrayacağı ve seyirciye
güzel bir mesaj vereceği yönünde epeyce umutluyduk. Fakat olaylar gelişip hikâye
ilerledikçe böyle olmayacağı kesin bir şekilde tescillendi. Yıldız karakteri bu
vakte kadar seyirciye öylesine sevimsiz göründü ki kendisini hiç sorgulamadan,
bir parça dahi pişmanlık belirtisi göstermeden “Ben değiştim.” tavırları, onu
koruyup kollama güdüsüyle hareket eden ailesine karşı kalkan gibi
kuşandığı bencilliği, sorumsuzluğu ve daha pek çok olumsuz davranışı yüzünden
izleyici ile arasındaki buzları eritmesi biraz zaman alacak gibi görünüyor.

Öte yandan bir de Ali Kemal ve
Yıldız meselesi var, sevenlerinin Doğu tarzı bir aşka benzettiği. Şahsım adına
konuşmam gerekirse, ilk birkaç bölümdeki Ali Kemal - Yıldız cilvelenmeleri ciddi manada rahatsız eden bir durum oldu. Henüz hikâyeye giriş aşamasındayken esas kahramanlarımızın çocukları olan iki karakterle böyle tanışmamız hoş olmadı. Ali Kemal ve Yıldız arasında genetik bağ olmadığının altı çizilse de bir arada "kardeş gibi" büyüdükleri imajı çizilerek yapılan hikaye hatası bazı seyircilerin gözünde karakterler arasında hoş görülemeyecek, etiğe aykırı bir vaziyet
olduğu yorumları yapılmasına sebep oldu.. Ali Kemal'in de, Yıldız'ın da başına gelenler temelde yapımın hatası olmalı ki zaman içinde bu hatadan vazgeçmeye çalışırken karakterleri kırıp döküp, yerle bir ettiler.
Nasıl mı? “Beni, aileni
bırakıp gidemezsin Ali Kemal!” diye ağlayan Yıldız’a bakalım... Yıldız’ın kırılgan,
hassas yanını ve hisleri yüzünden aile bellediği insanları geride bırakıp çekip
gitme kararı alan Ali Kemal’in suçluluk hissini, çaresizliğini ilk bu sahnede
gördük. Sanırım bu sahnede herkesin içi şöyle bir cız etmiştir. Kendisini
izlediğini bildiği Ali Kemal’i kıskandırmak için Leon’a alaka gösteren Yıldız da anlaşıldı, e gençtir; o kadar hata
da yaptırır sevda dedikleri, denildi. Bir yere kadar Yıldız’ın tüm
hatalarının geri dönüşü, telafisi olabilirdi ta ki Mustafa Sami’nin ölümüne
sebep olup beş dakika evvel mezarı başında zırıl zırıl ağlarken hemen
sonrasında Veronika’nın karşısına geçip göğsünü gere gere “Ben yaptım!” diyene
kadar. Seyircinin büyük bir kısmı kayışları orada kopardı sanıyorum. E tabi
bir de bu sahneden önce “O vakit beraber ölürüz!” diyen Ali Kemal’e sırtını
dönüp Leon’un boynuna sarılarak “İyi ki geldin.” diyen Yıldız var.

“Benim bütün hatalarımın
sebebi sensin!”
Şahsen benim beklentim Dimitri
mevzusundan evvel Ali Kemal ve Yıldız’ın hikayesine girilmemesi, bu hikâyenin o
vakit gelene dek ikilinin içinde sızlayan bir yara olarak bırakılmasıydı.
Evvela Ali Kemal ve Dimitri gerçekleri gündeme gelecek, genç adam benliğini
bulma mücadelesi içerisinden galip çıkarak kendi kimliğini oluşturacak,
ardından iki genç arasındaki bu fırtınalı ilişki zamana yayılarak, usul usul
anlatılacaktı. Şayet böyle olsa ve bu süreçte Ali Kemal, Eleni ile oynamayı,
Yıldız’da Leon'la oynamaya çabalamayı bıraksa bu hikâyenin bir oluru olurdu,
çok da güzel olurdu.
Özetlemek gerekirse Ali Kemal
ve Yıldız’ın bir aşk hikayesi olmamalıydı kanımca. Mevzu bahis hikâye ancak ve
ancak Dimitri ve Yıldız için yazılabilir, yalnızca böyle bir durumda kabul
görülebilirdi.
Efendim, neymiş? Kardeş
olmadıklarını bilerek büyümüşler.
Hadi oradan!
Neyse neyse, bu arada size sevdiği kadının bileklerini bir bebeğinkini tutar
gibi tutan, Kafka’dan, Aristo’dan kelamlar edip bedenini de yüreğini de vuran
kadını her seferinde affeden Leon ile bir yandan ailesine, bir yandan sevdiği
kadına, bir yandan da vatanına sahip çıkmaya çalışan Cevdet’ten bahsetmiş
miydim? Bir ara size Leon ve Cevdet hakkında bir iki kelam etmek isterim.
O
vakte kadar da esenlikler dilerim efendim, görüşmek üzere!