Gelelim ikilinin bölümdeki sahnelerine. Tepedeki konuşmalarında Hilal,
Leon’un gitmesinin en hayırlı olacağını ve ancak bununla huzur bulabileceğini
söyledi. Çünkü Leon’a duyduğu “o his Leon’un yaşaması arzusunda”ydı. Leon da
çok iyi biliyordu bunu, lakin o sevgiye aç çocuk yanı yine de duymak istiyordu sevdiğinin
dilinden son bir sevda sözünü. Nitekim de duydu, Mehmet’in sarıldığı silahın
önüne geçmesiyle dilinden dökülen sözcükler, Leon’u bir bilinmezliğin eşiğinde
dünyanın en mutlu insanı yaptı.
Başından beri ikisinin karakterinde uyuşan ve çatışan pek çok nokta var, bu
çatışmalardan belki de en çok gözümüze batanı Hilal’in çocukluğundan beri şahit
olduğu olaylarla şekillenen “realist” bakış açısına karşılık Leon’un –her ne kadar bir felaketin gölgesinde büyüse
de– nispeten daha steril, el bebek gül bebek bir ortamda yetişmiş olmasının
verdiği “romantizm”. Bir sonraki sahnede de bu iki bakış açısının çatışmasını
görüyoruz. Leon Hilal’in ağzından dökülen sözlerle tüm yaşantısından bir
çırpıda sıyrılıp yeni bir hayat kurabilecekken, Hilal “Ne demiş uçurumda açan çiçek / Yurdumsun ey uçurum”3
dizelerine yaraşırcasına içinde bulunduğu gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı. Lakin
bu ikisi arasında bir gerilime yol açmadı, aksine Leon Hilal’i çağının
zarifliğine yaraşır bir tavırla bağrına bastı sevdiceğini. Zira Leon
“Hilal’deki bu tutkunun nereden geldiğini biliyor ve en çok ondaki bu tutkuyu
seviyor”.
Mahzendeki sahnede ise en başından vurulduğumuz o naiflik yine buram buram
hissettiriyor kendisini. Öyle ki Leon “Sana mektup yazabilir miyim?” deme
nezaketini gösterirken Hilal belki de ondan bir daha haber alamamayı göze
alarak, sırf onun yaşaması için bu isteği geri çevirmeye kalkıyor içi giderek.
İlk öpücüğün Hilal’in Halit İkbal itirafı ile gelmesine karşılık Leon’un ikinci
öpücükten saniyeler önce Andreas Zackis itirafında bulunması da, ikisinin bu kâbusu
yalnızca sevdaları ve kalemleriyle atlatabileceklerinin hoş bir yansıması
olarak göze çarpıyor. Nihayetinde verilen o ömürlük sözlerin ardından –sözler,
ah o sözler– her şey bir öpücükle taçlanıyor. İlki ne kadar tutku, arzulara gem
vuramama ve susuzluksa, ikincisi de o denli huzur, zamanı durdurma arzusu ve
sevda… Ve veda sahnesi: Kelimeleri artlarında bırakıp yalnızca gözlerle aşkı
doyasıya haykırdıkları, bilinmezliğe ve hasrete yelken açacakları için kederli
ancak sevdanın bilinci ve umudun gücüyle mutlu.
Veda sahnesi demişken, ikilinin Ali Kemal’le olan sahnelerinden yola
çıkarak bir kez daha anladım ki Ali Kemal’in bireysel hikâyesini izlemeyi de
çok seviyormuşum. Evet, onun da kendince hataları var lakin ben tüm tez
canlılığına, agresifliğine ve tedbirsizliğine rağmen vicdanlı, ailesini
canından çok seven, afacan tavırlarını izlemeyi seviyorum. Nitekim bu bölüm hem
Hilal’in hatırına hem de silahlar mevzusuna ithafen Leon’a yardımda bulunması
da ona olan sempatimi bir nebze daha arttırdı. İleride Ali Kemal – Leon
ikilisinin abi kardeş sahnelerini de merakla beklemekteyim.

‘Bu günleri de mi görecektik?’ dediğinizi duyar gibiyim…
Leon’un bundan sonra yaşayacakları ise tam bir muamma. Eğer Veronica ile
Vasili haricinde kimse onun yaptıklarından haberdar olmasaydı Leon’un kurtuluşu
çok daha kolay olacaktı. Lakin şu an başta Albay Stavro olmak üzere Yunan
ordusu da bu vakadan haberdar. Bu noktada Cevdet’ten gelecek bir hamle
bekliyorum, çünkü Leon’un üç olayda –Hilal’in idam sehpasından dönmesi,
Hilal’in Leon’u vurması, Afyon’a giden silahlar– sergilediği tavırlara kayıtsız
kalmayacağını düşünüyorum. Öte yandan Leon’un idam riskini atlattıktan sonra,
sıcak savaş başlamadan –bunun takriben sezon sonuna denk gelmesini
bekliyorum– üniformasını çıkarması da
izleyicinin beklediği bir olay. Hem Hilal’e duyduğu aşk, hem de şahit olduğu ve
olacağı olaylarla savaşın ona göre olmadığını anlaması ve kalemine sarılarak “yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek”4
tüm insanlığın barışı ve kardeşliği için mücadele etmesi onun için biçilmiş bir
kaftan olacaktır. Bekleyip göreceğiz.
Son olarak, final sahnesi… Cevdet’in ve özellikle de Azize’nin artık
Tevfik’in karıştırdıklarından haberdar olması derin bir “oh” çektirdi, zira her
ne kadar Onur Saylak’ın eşsiz performansını izlemek başlı başına bir zevk olsa
da karakterin sürekli dört ayak üstüne düşmesi senaryoda bir kısır döngüye yol
açmıştı. Bu bölümden sonra hem ikilinin iki bölümdür yaşadığı içe işleyen
duygusal sahneler hem de Azize’nin şüphe oklarının Cevdet’ten ziyade Tevfik’e
yönlenmesi ile Azize’nin sezon sonunda Cevdet’in görevinden haberdar olacağını
ve bundan böyle “partners in crime” modunda hareket edeceklerini düşünmekteyim.
Bu tarz aksiyonu bol sahneleri şimdiden merakla bekliyorum. Öte yandan bölüm
sonunda Rıza Bey’in payitaht yanlısı olmasının ortaya çıkması ile yaşadığımız
ters köşenin altından başka şeylerin çıkması da mümkün, bölümün başından beri
insaniyetiyle ön plana çıkarılan Rıza Bey’in bu hamlesinin Cevdet’inki gibi bir
tür “gizli görev” olabileceğini bir ihtimal olarak aklımın bir kıyısında
duruyor.
Bu çifte birlikte mücadele çok yakışacak.
Sözün özü, Vatanım Sensin gerek Milli Mücadele cephesi, gerekse
karakterlerin ve çiftlerin işlenişi bakımından üzerindeki ölü toprağını
silkerek yüksek tempolu ve keyifli bölümlerle yeniden yükselişe geçmiş gibi
gözüküyor. Sezon finaline kısa bir süre kala bu yükselişi tam gaz sürdürmesi en
büyük temennimiz.
1 Yaşar Kemal – “Demirciler Çarşısı Cinayeti”nden.
2 Durul Taylan, Episode Dergi Aralık 2016 – Ocak 2017 sayısında yer alan
Taylan Biraderler röportajından.
3 Cemal Süreya – “Uçurumda Açan” şiirinden.
4 Adnan Yücel – “Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek” şiirinden.