… O vakit cevap versin aşk sualime ‘’Hürriyete kurşun işler mi ?’’ diye
sorarken girmişti aramıza bu zorunlu ayrılık. Şimdi cevap verme zamanı bu soruya…
Hürriyete kurşun işlemez, hele ki o kurşun vatanın ilan ettiğin kişiden
geliyorsa, hiç işlemez. Hangi ırktan, hangi milletten gelirsen gel, vatanın
değeri birdir herkes için. Üstüne basacak bir vatan toprağın yoksa istikbalinin
de hürriyetinin de bir kıymeti yoktur. Şayet üstüne basacak bir toprağın varsa,
vatan, istikbal göklerdedir dercesine bakan bir çift mavi gözdür, yeşermesini
istediğin çorak topraklarına, sol göğsündeki kurşun boşluğundan akan kanın
bereketiyle, o toprakları yeşerten hürriyetindir… Ona yazdığın her satırda kendi
hakikatini kaybettiğin, onu düşündükçe yok olduğun, koynuna sokulduğun bir
kadın gibi sevdiğindir vatan.
Dünyevi dertlerinde boğuşurken uhrevi bir
sevdaya esir düşmektir aşk. Mavinin tonlarını gökyüzünde ve denizlerinde
taşıyan Smyrna’nin bir çift gözde var olmasıdır, ya da varlığından haberdar
olmadığın çorak toprakların, bir insanı sevmeden bilmeyeceğin vatan toprağının
kahvesinde saklı olmasıdır aşk. Daha önce evvelinde olmayan hislerin ezelin
olmasıdır. Usulca hareketlenen dalgaların berrak suyu gibi, sıcak toprakların
tozlarının kor bir ateşe dönmesi gibi öngörüsüzdür. Bir zaman gelir denizlerin
dalgası yetmez olur kendine, öte türlüsünü yani sıcak topraklarla buluşturmak
ister sularını. Her bir kor taneciğini tuzuna hapsedip bir olmak ister. Senin
sevdan su onun sevdası ateş deseler de dinlemez... O akan su damlacıkları
sevdiği adam için dökülürken gözlerinden ha zavallı bir aşık olmuşsun ha deli.
‘’Sevda nasıl başlar bir yürekte?’’ diye
soran Hilal’in sevdasını gördüğümüzde de ne üniforma vardı aklında ne de o kara
gemilerin geliş sebebi. İlk defa bu kadar açmıştı kalbini bize. ‘’Memleketi sevmek kadar acıtmaz mı bir
insanın canını başka bir insanı sevmek?’’ sorusunu sorarken kendine böylesi
bir acıyı tahmin edebilir miydi? Onun elinden ateşlenen bir silahın mermisinin
boşluğu aynı anda nasıl kendi göğsünü kanatabilirdi?
Cevapsız sorular...
Ateşlenen bir mermi iki ayrı bedeni aynı
acıyla paramparça ederken gitmesi istendi. Tek gayesi onu yaşatmak olan adamın
yaşaması için ölümü göze almaz mıydı? Gidemedi… yüreğini ellerinde alarak
kaldı. Vatanperver Hilal olarak değil, babasının serçesi Hilal olarak değil,
kara boranda ayakta durmaya çalışan bir gülün toprağa olan sevgisi ile kaldı.
Kalmalıydı, çünkü giderse yaşayamazdı.
Daha önce hissetmediği, tatmadığı yabancı
duyguya karşı tecrübesizdi Hilal. Ellerinden kayıp gidecek olması ona
gerçekleri göstermişti. Artık bu fırtına da tek başına değildi Leon. Yoluna
yoldaş olan biri vardı, öyle biri ki gerektiğinde ‘’ölüme de aşka da ‘’ diyecek kadar gözü kara. Ama içinde ki ürkek
kız çocuğu da orada bir yerlerde duruyordu hala. Bu yüzden onu ondan hem uzaklaştıran
hem de şah damarı kadar yakın olmasını istettiren hisleri bulduğu o gözlere
bakarak söyleyemedi pişmanlığını. ‘’Lütfen
uyanma. Eğer uyanırsan ben bunları senin gözlerine bakarak söyleyemem’’
dedi. Hep öfkelerini gösterdiği Leon’a ilk defa sevdasını gösterdi. ‘’Sen hayatla ölüm arasındayken ben
yaşamıyordum aklımı yitirmiş gibiydim’' derken ilk itirafını yapmıştı
Leon’a.
Bu topraklardan defolup gideceksiniz dediği, o silah bende olsa bir an
bile tereddüt etmez vururdum seni diye öfkesini kustuğu Teğmen için
şükrediyordu Yaradan’a. ‘’Çok şükür… Çok
şükür Allah’ım çok şükür yaşıyor’’ diyordu teşekkürlerine ortak olan Leon’u
bilmeden. Onu vurduğu için altında çok başka anlamlar taşıyarak dilediği özrün
kabul edilmesi ile uyandı gerçeklere. Karşısında ona umutla bakan Leon’u gördü.
Her gün bu anın hayali için uyandığını bilmediği Leon’un gözlerinde hissettiği
sevgisi, o ateşe benzeyen sevdasını avuçlarında hissederken son buldu. Kendi
yüreğini yaksa da avuçlarında ki bu kor, yüreği yangın yeri olan Leon’un
acısını dindirmek için kavuşturdu ellerini, suları ile serinletti bu sevdayı…
hafifletti yükünü.. Acıtacağını bile bile ateş ve suyun birlikte olma
mücadelesi başladı.
Yazı devam ediyor..