Vatanım Sensin: Kat’i surette sevemem seni

Kat’i surette sevemem seni…
Léon’un bu bölümde Hilal ile olan diyaloğu ise muhteşemdi. Kendisini yanlış anladığını düşünen Hilal’e üstelik “beni vurduğunu bir ömür boyunca aklımdan çıkarmayacağım” demesi içinde taşıdığı aşkın, duygularının öylesine bir gençlik hevesi olmadığının en iyi kanıtıydı. Bugüne kadar izlediğimiz en güzel çiftlerden biri olabilir Léon ve Hilal’in aşk hikayesi. Hilal’in ise “mesele zannettiğiniz kadar basit değil, hiçbir vakit de öyle olmadı” demesi aslında bu olayın aşk üçgeni (çokgeni ya da nasıl adlandırırsanız o) olmaktan öte çok daha zor ve imkansız olduğunu kanıtlar nitelikteydi. Bizim de uzun zamandır dillendirdiğimiz buydu işte. Hilal’in kendine itiraf etmekte zorlandığı duygularını görmek istiyorduk. Adeta Léon’a “kat’i surette sevemem seni” demek için çabalıyor, üstü kapalı laflar ediyor ama içten içe de bunun tam tersini düşünüyor. Ne demişler Léon? Dışı seni içi beni yakar J Ben buradan gelecek bölümde Cordelia’da (Bunun da cœur du lion yani aslan kalbi olduğundan bahsedilmiş) bir buluşma olacağını ve bunun bizlere ipucu olarak verildiğini düşünüyorum. Yalnız Cordelia = cœur du lion meselesi tamamen tesadüf. Yok artık, senaristler Léon’un aslanlığından İzmir’deki aslan yüreğine atıfta bulunmuş olamazlar, değil mi?
 
Kendinde olmayana özenmek: Bir kıskançlık örneği olarak Yıldız
 
Psikolojide narsisizm yani kendini beğenme durumunu bilmeyen yoktur herhalde. Narsist Yıldız’ın karakterini övenlere seslenmek istiyorum burada. Bu dizinin daha ilk bölümünde faytoncuya “İstesem beni Kordon boyunca gezdirmez misin” ayağı yapıp seyahatini bedavaya getiren, ağabeyi Ali Kemal’e gerdanını uzatıp kolyesini taktıran, her istediğini güzelliği ile yaptırdığını iddia eden ve her istediğini de yaptıran bir insandan bahsediyoruz. Bakın Yıldız’ın bu yaptıkları ne hümanistliktir ne de feministliktir. Mustafa Sami ile evlendirilmesi meselesinde ise “zorla evlendirme” konusunda kendisine üzülebilirdik, oysa sağolsun yine mükemmel bir bencillik örneği sergileyerek kendinden soğutmayı başardı. Bu bölüm Eleni’nin haçına gözünü dikmesi ise ne kadar tıynetsiz bir karakter olduğu konusunda bizlere bir fikir vermiştir umarım. Ya da ikna olmayanlara bu bakışın “dinine ve milletine hıyanet” olduğunu kanıtlar diye düşünüyorum. Bir abla olarak Hilal’e bu bölümde ettiği sözleri, inceden inceden iğnelemesini korkunç buldum. İnsan kız kardeşine, karındaşına bunu yapmaz, yapamaz.
 
Bu bölümün benim için Highlight’ları:
 
*Cevdet’in Yıldız’a verdiği ret. Kızını aklını başına almaya teşvik etmesi.
*Hilal’in Léon’a söyledikleri, neden aşklarının imkansız olduğunu açıklaması.
*Hilal’in ablasına “neden bu kadar zaafın var teğmene… abla?” derken aslında kendisinin zaafı olduğunu fark etmesi ve o an çark ederek ablasına sorması. Miray Daner’in bakışlarındaki minicik ufacık değişim ile aslında karakterinin neler hissettiğini çok güzel yansıtması.
*Eftelya’nın Tevfik’e attığı “Angela” golü.
*Léon’un Hilal’in her söylediğini anlamasına rağmen aşkına inatla sahip çıkması ve Cordelia’daki bekleyişi + cep saati (Şık giydiriliyor azizim, teğmen şıklığıyla göz dolduruyor).
*Léon’un ailesine ve Yıldız’a verdiği tarihi cevap, izdivacı reddedişi. Fandom’ın deyimiyle “aslan gibi” kükremesi :) Bu noktada Boran Kuzum’un tonlaması, vurguları ve aşağılar bakışı ile mimiklerini de takdir ettim.
*Halit Ergenç’in rolünün hakkını kat be kat vermesi. O da olmasa, Cevdet’in akıl kârı olmayan son hareketlerini kabullenmek zaman alacaktı…
*Haluk Levent’in söylediği Bir Fırtına Tuttu Bizi türküsü…
 
Zaman ağır ol henüz erken, demek için güle güle. Sesini özledim, özledim çok; haberim yok durmuş dünya niye.*
 
Bölümün eksi(k)leri:
 
*Gereksiz uzatılan Azize ve Tevfik sahneleri, halen daha Cevdet ve Azize meselesinin çözüme kavuşturulamayışı.
*Üstüne üstlük tüy diker gibi Tevfik ve Azize’nin evlenmesi.
*Anlamadığım sebeplerden ötürü inatla Cevdet’in Azize’ye bir kıvılcım bile vermemesi, ya bir kıvılcım yeter o umudu o duyguyu ateşlemeye.
*Sivas Kongresi hakkında hepi topu iki kelam edilmesi. Nerede o Erzurum Kongresi’nin taş plaktan dinlenmesi, nerede bu meydanda iki-üç insana okunması, iki-üç Kuvaycıya bildirilmesi ya da Yunan karargahında dinlenmesi… İnandırıcı değil.
*Dizinin artık vatan-millet-Sakarya üçgenini boşlar oluşu.
*Ali Kemal’e hakettiği rolün biçilmemesi ve üstelik Ali Kemal’in Yıldız’a endekslenmesi. Artık Ali Kemal’i Eleni ile daha sık görmeyi hak ediyoruz sanırım.
*Azize’nin halen Cevdet’le ilgili gerçekleri öğrenmemesi insanı resmen boğuyor. Uzata uzata bir konu daha ne kadar uzatılır? Herhalde sezon sonuna kadar bu kadın gerçeği öğrenemez, çünkü YERLİ DİZİ YERSİZ UZUN, değil mi?
       
Bu bölümün başlığından kastım: Hilal’in Léon’a kendisini kat’i surette sevemeyeceğini belirtmesi ve Azize’nin de artık Cevdet’e kendisini bundan sonra “izin ver mutlu olayım” diye bırakmasını istemesi ile ilgiliydi.


 
Bu hafta içimizin yağlarını eriten sahne: İZDİVACIMIZ SÖZ KONUSU DEĞİL.

 
 
Bu hafta içimizi dağlayan sahne: O BİZİM KAVUŞMALARIMIZ YARİM MAHŞERE KALDI.
 
 
* Şebnem Ferah - Bugün
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER