* You Don’t Fool
Me – Queen’in Made in Heaven albümünden
bir parçadır.
Vatanım Sensin’in bir önceki bölümünü, sevdiği adamın canı ile ağabeyinin
canı arasında gidip gelen Hilal’in verdiği “can alıcı” kararla kapatmıştık. Bu
bölüm yine aynı sekansla açıldığında kaldığımız noktadan devam ettik. Her ne
kadar Hilal’e “Nasıl kıydın seni canından çok seven bu genç adama?” diye kızsak
da Hilal’in yaşadığı çaresizliğe de kalbimiz dayanamadı. Bir insan kendisini
seven birine, kendine itiraf etmese de kendisinin de sevdiği birine işte böyle
kıyabiliyordu mecbur kaldığında. Bu yaptığı ile kendine de kıyıyordu, ağlarken
atomlarına ayrılıyor, yaptığından duyduğu pişmanlıkla bin kere ölüyor ve
diriliyordu. O sırada olay yerine gelen “vatan haini (!)” babaları ise gerçek
anlamıyla çocuklarından çekeceği olduğunu bir kere daha idrak ediyor, yerde
ölmemiş olduğunu fark ettiği teğmeni öldürmek için tetiği çekmek ve çekmemek
arasında gidiyordu. Burada da Cevdet’e her ne kadar kızsak da çocuklarını
düşünüyordu o da, hani şu başları bir türlü beladan kurtulmayan biricik
çocukları; çakır gözlerinde kendisini gördüğü Hilal’i ve iliklerinden babasının
ruhu akan Ali Kemal’i.
Bence Hilal’in kendini kaybetmesi, Léonidas’nın hayatta olduğunu duyduğu
için inatla kendini hastaneye gitmek ihtiyacında hissetmesi, Ali Kemal’in
kardeşinin hayatından duyduğu endişe ile ona engel olması bugüne kadar
izlediğim bölümler içerisindeki en güzel kardeş sahnesiydi. Sonrası ise malum;
sosyal medyadan yayılan buram buram spoiler’lardan duyduğumuz ve kabullenmek
istemediğimiz saçmalıklarla bezeli olay, istemediğimiz bir şekilde
yaklaşıyordu. Eve resmen ağlama kriziyle giren Hilal’i kucaklayan Yıldız neler
olduğunu öğreniyor, Hilal’in ağabeyi Ali Kemal’i kurtarmak için Léon’u
vurduğunu duyuyor ve Ali Kemal için tepki bile vermeyip “Benim Léon’u sevdiğimi
de mi düşünmedin vururken?” diye soruyor.
Bakın bu bir aymazlıktır. Yok gerçekten şaka yapmıyorum. “Vatanım Sensin”in
Türkiye tarihinin milli mücadelesini anlatan bir aşk/ dram dizisi olduğunu biz
de biliyor ve böyle seviyorduk. Amma velakin zaten o dönem için zor olduğunu
bildiğimiz bir Yunan-Türk aşkına bir de böyle bir saçmalık eklemek, olayı
Yaprak Dökümü hikayesine çevirmek gerçekten aymazlıktır; böyle bir ilişkinin üçgene/ dörtgene/ beşgene
çevrilerek Arap saçına döndürülmesinin gereği yoktur.
Bu bölüm yine adeta bir Age of Empires köylüsü olarak gözlerimizi dolduran
Yüzbaşı Yakup ise bu sefer de bir İngiliz notunu deşifre ederek olayların
örgüsünü bozdu. Yüzbaşım da olmasa, Albay Cevdet ne yapardı Allah bilir. Adam
Binbaşı Cevdet’in psikoterapistliğinden, can dostluğuna, Mors alfabesi
decoder’lığından fotoğraf banyosu yapmaya kadar her türlü yeteneği sergiledi.
Geçen hafta öleceğini zannederek bizi kara yaslara büründüren ve yine
senaryodaki mantıksızlık dolu anlarla fırlattığı bombadan tek bir çizik veya geçici
sağırlık gibi bir zayiat almadan kurtulan Yüzbaşı Yakup’a buradan selam
yolluyor, başarılarının devamını diliyoruz.

Has been… has been… şimdi bu past
perfect tense di mi?
Bana kalsa, gerçekten de fragmanı hazırlayan arkadaşın inatla sosyal
medyadaki Hilal <3 Léon severlere oynadığı dakikalardan ziyade bu bölümün en
önemli notu ve en önemli alkışı Eşref Paşa’nın attığı fake’e geliyor (Fake atmak basketbolda kullanılan bir terim olup, yapacakmış
gibi gösterip yapmamaktır). Charles Hamilton ile el sıkışan Eşref Paşa,
hem Yüzbaşı Yakup (Dolayısıyla da Albay Cevdet’i) hem de Charles Hamilton (Ve
dolayısıyla Miralay Tevfik’i) yanılgıya düşürür, silahları İngilizlere teslim
edecek-miş gibi yapar. Asıl Mustafa Kemal’e yazdığı mektupla, ekran başında
benim gibilerin bir kutu mendil tüketmesine neden olur. Vatanın her bir karışı
için bin defa ölmeye razı gelecek biri, Eşref Paşa, hayatının belki de en iyi
fake’ini Charles Hamilton’a atarken, Mustafa Kemal’e yazdığı mektubu dinleriz
biz de.

Bir de Ademoğlu Eşref…
Hamilton’ın açtığı her bir kasadan Türk bayrakları çıkarken yanında da
gerçek bir vatan haini olan Tevfik vardır. Paşa’nın zikrettiği her bir isim
nakşolurken seyirciye (Kadiroğlu Mehmet, Cumaoğlu Hamit, Alioğlu Hasan,
Hacıoğlu Mustafa, Salihoğlu Emin, Hüseyinoğlu Eyüp, bir de Ademoğlu Eşref),
sandıklar adeta birer tabut, bayraklar adeta birer kefendir. Biz unutmadık bu
vatan uğruna çarpışan dedelerimizi, ninelerimizi. Biz sizi unutmadık. Kim ne
derse desin, bu diziyi zaten bu yapan en önemli noktalardan biri de bu sahneler
zaten, bize unutmamamız gerekeni hatırlatanlar.

Önce Léon sonra Dimitri…
20. bölümde o kadar çok yıldıran ama bir o kadar çok da duygusal sahne oldu
ki, birini atlasam kendimi mutsuz hissedeceğim… Léon’un başında bekleyen
Veronika’nın yanına gelen Vasili’nin “O benim de oğlum.” deyişi, yere yıkılması,
karısının yanında diz çökmesi. Üzücü olan ne biliyor musunuz? Aynı şeyi hala
bizler de yapıyoruz. Çok sevdiğimiz insanlara onları sevdiğimizi belirtmiyoruz,
söylemiyoruz, onlara bunu hissettirmiyoruz. Ölüm döşeğinde ya da çok kötü
durumda olduklarında bu aklımıza geliyor.
Yazı devam ediyor...