Vatanım Sensin: Beni kandıramazsın!*

Vatanım Sensin: Beni kandıramazsın!*
BIRAK DEDİM ABİ, HASTANEYE GİDECEĞİM!
* You Don’t Fool Me – Queen’in Made in Heaven albümünden bir parçadır.
 
Vatanım Sensin’in bir önceki bölümünü, sevdiği adamın canı ile ağabeyinin canı arasında gidip gelen Hilal’in verdiği “can alıcı” kararla kapatmıştık. Bu bölüm yine aynı sekansla açıldığında kaldığımız noktadan devam ettik. Her ne kadar Hilal’e “Nasıl kıydın seni canından çok seven bu genç adama?” diye kızsak da Hilal’in yaşadığı çaresizliğe de kalbimiz dayanamadı. Bir insan kendisini seven birine, kendine itiraf etmese de kendisinin de sevdiği birine işte böyle kıyabiliyordu mecbur kaldığında. Bu yaptığı ile kendine de kıyıyordu, ağlarken atomlarına ayrılıyor, yaptığından duyduğu pişmanlıkla bin kere ölüyor ve diriliyordu. O sırada olay yerine gelen “vatan haini (!)” babaları ise gerçek anlamıyla çocuklarından çekeceği olduğunu bir kere daha idrak ediyor, yerde ölmemiş olduğunu fark ettiği teğmeni öldürmek için tetiği çekmek ve çekmemek arasında gidiyordu. Burada da Cevdet’e her ne kadar kızsak da çocuklarını düşünüyordu o da, hani şu başları bir türlü beladan kurtulmayan biricik çocukları; çakır gözlerinde kendisini gördüğü Hilal’i ve iliklerinden babasının ruhu akan Ali Kemal’i.
 
Bence Hilal’in kendini kaybetmesi, Léonidas’nın hayatta olduğunu duyduğu için inatla kendini hastaneye gitmek ihtiyacında hissetmesi, Ali Kemal’in kardeşinin hayatından duyduğu endişe ile ona engel olması bugüne kadar izlediğim bölümler içerisindeki en güzel kardeş sahnesiydi. Sonrası ise malum; sosyal medyadan yayılan buram buram spoiler’lardan duyduğumuz ve kabullenmek istemediğimiz saçmalıklarla bezeli olay, istemediğimiz bir şekilde yaklaşıyordu. Eve resmen ağlama kriziyle giren Hilal’i kucaklayan Yıldız neler olduğunu öğreniyor, Hilal’in ağabeyi Ali Kemal’i kurtarmak için Léon’u vurduğunu duyuyor ve Ali Kemal için tepki bile vermeyip “Benim Léon’u sevdiğimi de mi düşünmedin vururken?” diye soruyor.
 
Bakın bu bir aymazlıktır. Yok gerçekten şaka yapmıyorum. “Vatanım Sensin”in Türkiye tarihinin milli mücadelesini anlatan bir aşk/ dram dizisi olduğunu biz de biliyor ve böyle seviyorduk. Amma velakin zaten o dönem için zor olduğunu bildiğimiz bir Yunan-Türk aşkına bir de böyle bir saçmalık eklemek, olayı Yaprak Dökümü hikayesine çevirmek gerçekten aymazlıktır; böyle bir ilişkinin üçgene/ dörtgene/ beşgene çevrilerek Arap saçına döndürülmesinin gereği yoktur.
 
Bu bölüm yine adeta bir Age of Empires köylüsü olarak gözlerimizi dolduran Yüzbaşı Yakup ise bu sefer de bir İngiliz notunu deşifre ederek olayların örgüsünü bozdu. Yüzbaşım da olmasa, Albay Cevdet ne yapardı Allah bilir. Adam Binbaşı Cevdet’in psikoterapistliğinden, can dostluğuna, Mors alfabesi decoder’lığından fotoğraf banyosu yapmaya kadar her türlü yeteneği sergiledi. Geçen hafta öleceğini zannederek bizi kara yaslara büründüren ve yine senaryodaki mantıksızlık dolu anlarla fırlattığı bombadan tek bir çizik veya geçici sağırlık gibi bir zayiat almadan kurtulan Yüzbaşı Yakup’a buradan selam yolluyor, başarılarının devamını diliyoruz.
 
Has been… has been… şimdi bu past perfect tense di mi?
 
Bana kalsa, gerçekten de fragmanı hazırlayan arkadaşın inatla sosyal medyadaki Hilal <3 Léon severlere oynadığı dakikalardan ziyade bu bölümün en önemli notu ve en önemli alkışı Eşref Paşa’nın attığı fake’e geliyor (Fake atmak basketbolda kullanılan bir terim olup, yapacakmış gibi gösterip yapmamaktır). Charles Hamilton ile el sıkışan Eşref Paşa, hem Yüzbaşı Yakup (Dolayısıyla da Albay Cevdet’i) hem de Charles Hamilton (Ve dolayısıyla Miralay Tevfik’i) yanılgıya düşürür, silahları İngilizlere teslim edecek-miş gibi yapar. Asıl Mustafa Kemal’e yazdığı mektupla, ekran başında benim gibilerin bir kutu mendil tüketmesine neden olur. Vatanın her bir karışı için bin defa ölmeye razı gelecek biri, Eşref Paşa, hayatının belki de en iyi fake’ini Charles Hamilton’a atarken, Mustafa Kemal’e yazdığı mektubu dinleriz biz de.
 
Bir de Ademoğlu Eşref…
 
Hamilton’ın açtığı her bir kasadan Türk bayrakları çıkarken yanında da gerçek bir vatan haini olan Tevfik vardır. Paşa’nın zikrettiği her bir isim nakşolurken seyirciye (Kadiroğlu Mehmet, Cumaoğlu Hamit, Alioğlu Hasan, Hacıoğlu Mustafa, Salihoğlu Emin, Hüseyinoğlu Eyüp, bir de Ademoğlu Eşref), sandıklar adeta birer tabut, bayraklar adeta birer kefendir. Biz unutmadık bu vatan uğruna çarpışan dedelerimizi, ninelerimizi. Biz sizi unutmadık. Kim ne derse desin, bu diziyi zaten bu yapan en önemli noktalardan biri de bu sahneler zaten, bize unutmamamız gerekeni hatırlatanlar.
 
Önce Léon sonra Dimitri…
 
20. bölümde o kadar çok yıldıran ama bir o kadar çok da duygusal sahne oldu ki, birini atlasam kendimi mutsuz hissedeceğim… Léon’un başında bekleyen Veronika’nın yanına gelen Vasili’nin “O benim de oğlum.” deyişi, yere yıkılması, karısının yanında diz çökmesi. Üzücü olan ne biliyor musunuz? Aynı şeyi hala bizler de yapıyoruz. Çok sevdiğimiz insanlara onları sevdiğimizi belirtmiyoruz, söylemiyoruz, onlara bunu hissettirmiyoruz. Ölüm döşeğinde ya da çok kötü durumda olduklarında bu aklımıza geliyor. 

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER