Vatanım Sensin: İmkânsıza âşık olmak

İki kalp arasında en kısa yol:
Birbirine uzanmış ve zaman zaman
Ancak parmak uçlarıyla değebilen
İki kol**
 
Uyuyor numarası yapıp, duydukları karşısında hafifçe gülümseyen Teğmen, muzur bir çocuk gibi bekledi ne söyleyecek diye Hilal. Biliyordu o da çünkü gözlerini açarsa susardı Hilal, söylemezdi içindekileri. Sonra karşısında yaşadığı için şükreden ve özür dileyen Hilal'e daha fazla acı çektirmemek için ne güzel söyledi "Özrünüz kabul edildi Küçük Hanım." diye henüz gözlerini bile aralamamışken. Yine süzüp, bakışlarıyla gitti buldu ellerini. Hiçbir söze gerek yoktu artık, parmaklar dokunurken birbirine, eller kenetlenirken, okşarken birbirini. Parmaklarıyla itiraf ettiler, bakışlarıyla her şeyi. Bir cümlenin hiç anlamı olmaz da bir bakış deler geçer ya duvarları, öyle baktı Leon yine Hilal'e. Öyle gülümsedi Hilal Leon'a, belki de ilk kez gerçekten içini açarak. Duvarlarını yıktı, kalbinin kilidini çözdü.
 
Masal burada son buluyor ve yine gerçeklere dönüyoruz. Bir önceki yazıda yazmıştım Yıldız'a verilen vaatler yaklaşan bir trajedinin ayak sesleri gibi diye, işte bu bölüm o ayak sesleri bando takımına döndü, yeri göğü inletti.
 
İlk bakışmalarında daha birbirlerine yazılmış oldukları ayan beyan ortada olan bu çift, içlerinde barındırdıkları benzerlikler ve zıtlıklar ahenkle dans ederken, mıknatıs gibi birbirlerini çekip bütünleştiler. Öyle güzel yazılmışlar ki, ciddi bir kitlenin aşka olan özlemini, sosyolojik bir incelemeye tabi tutacak kadar derinden gidermeye başladılar. Günümüzde tüketim toplumu olarak her şey gibi aşkları da çarçabuk tüketen, sıfırlayan bu düzende, imkânsızlıklar içinde adım adım büyüyen, bir bakışla, tek bir dokunuşla, bir alıntıyla sadece bir kaç dakika gösterilmesine rağmen ilaç gibi geldi izleyene. İnancımızı tazeledi.
 
Bu aşk yazanın da çekenin de ellerine sağlık dedirten ve içimizde dâhil olmadığımız, öznesi olmadığımız halde fırtınalar koparan, kelebekler uçuran, sevincine ortak edip üzüntüsüyle ağlatan bu aşk, abla-kardeş-enişte üçgenine sokularak çok büyük yara alıyor. Deyim yerindeyse yazık ediliyor. Bu çatışma yaratılırken karakterler tutarsızlaşıyor. Veronika gibi akıllı bir kadın okuduğunu anlamıyor, yeni uyanmış oğlunun üzerine pimi çekilmiş el bombası gibi mektubu bırakıp, ne söyleyeceğini dinlemeden odadan ayrılıyor. Üstelik Leon'un "Sen haklısın, yanlış ümit vermiş olabilirim ona." dediğini bir akıl tutulması ile unutuyor. Sadece hikâyeyi oraya yönlendirmek için, Leon gibi zeki bir adam Yunanca bir yazı yazıyor (Bence mektup değil), ancak kime yazıldığı belli olmayan bu kâğıdı sanki bir mektupmuş gibi zarfa koyuyor. Tabii ki de tesadüf bu ya(!), kadın gidip şak diye bu zarfı buluyor.
 
Yıldız'ın ise, biri Ali Kemal, diğeri Hilal, hayatının iki önemli parçası idam tehlikesi ile yeniden karşı karşıya iken, hala durumun vehametini algılayamayıp, evlilik kelimesini duyar duymaz hülyalara dalması abesle iştigal değil de nedir? Üstelik birkaç bölüm önce hem yazıyla hem Leon'un ağzından sevilmediğini duymuş olmasına rağmen, sırf "Kimse benimle oyun oynayamaz." cümlesinin arkasında durulsun diye bu işin içine sokulması oldukça sıradanlaştırıyor her şeyi. Oysa hayatta her zaman söylediklerimizin arkasında duramayız, bırakın bir kere de söylenmiş bir cümle boşa gitsin. Bu bölüm Yıldız'ın Leon'u gerçekten sevmediğini de bir kere daha gösterdi üstelik. Leon henüz gözlerini dahi açmamış ve yaşamla ölüm arasındayken duyduklarından nasıl bu kadar mutlu olabilir?
 
Geleceğini bir evliliğe ve aslında sevmediği bir adama kanalize ederek, kendine inancı olmayan, ancak bir evlilikle toplumda bir yer edinebileceğini sanan zayıf bir karaktere çevrildi Yıldız, o dobra ve her şeyi umarsızca söyleyen, ben her istediğimi alırım kafasının altında. Hürriyeti ve istikbali için söylediği o cümlelerin altı keşke daha dolu olsaymış.
 
Bu dizinin en güzel özelliklerinden biri hiçbir karakterin siyah ve beyaz diye net ayrılmaması iken, hatta neredeyse siyah olan Tevfik'e bile sempati besleyen insanlar varken Yıldız'ın bu hikâyeye zorla dâhil edilerek seyircinin gözünde kötüleştirilmesi yarın bir gün normale dönse dahi silinmez, unutulmaz. Üstelik onun Hilal ve Leon'un arasından çekilip, kendi hikâyesine yönleneceği zamanı bekleyecek kadar sabırlı da değil insanlar. Bu güzel aşka musallat edilen bu karakter seyirci kaybettiriyor, kan kaybettiriyor ve bütün büyüyü bozuyor. İnsanlar bu aşkın masalsılığını seviyor, ikinci sınıf kardeşler arası dramaya çevrilen halini değil. Bu yola doğru büyük adımlar atıldı iki bölümde, nasıl çıkılır, nasıl sağ kalınır ve bu tertemiz aşk kirlenmeden, yara almadan devam eder bilmiyorum. Lakin yine de her zamanki gibi umut ediyorum.   
 
Küçük değil çok büyük bir parantez açmak gerekir ama uzatmamak adına, Miray Daner ve Boran Kuzum, harikasınız. O ustaların yanında hiç sırıtmadan, her geçen gün daha da devleşerek oynuyorsunuz. Yolunuz çok açık, çok.
 
* Nurullah Genç-Pişmanlık ve Hüzün
** Cemal Süreya- İki Kalp
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER