Vatanım Sensin: İmkânsıza âşık olmak

Vatanım Sensin: İmkânsıza âşık olmak
Zaman çığlık dolu; bu son geceden
Aydınlığa indi bütün kederler
Bir ses 'uyan' diyor, 'ölüm gelmeden*
 
Nedamet... Kör, dipsiz bir kuyu. İçinde aşk, söylenmemiş ve asla söylenmeme ihtimali olan cümleler, içinde itiraflarla ve acı ile dolu bir kuyu. İşte o kuyunun içinde açtı gözlerini Hilal bir karanlığa. Fazlaca ışık gibi, bu kör karanlık da yaktı gözlerini. Gözyaşlarıyla doldurdu o kuyuyu ve kendi gözyaşlarında boğuldu. Gecenin bir vakti, bir sokakta, hıçkıra hıçkıra hastaneye gitmek için çırpınışlara dönüştü, ancak bir tokat getirdi kendine, çılgına dönmüş beyni ancak o vakit susup, yerini çaresiz bir bekleyişe bıraktı. Sadece sevdiği adamı değil, bir insanı vurmuş olmanın da verdiği derin pişmanlık vardı yüreğinde, yüzünde, gözlerinde. "Ölüler yaşayanlardan daha çok çiçek alır, çünkü pişmanlık minnetten daha güçlüdür." der Anne Frank; pişmanlığı, onu korumak için her şeyi yapan Teğmen'e olan minnetinden çok daha fazla olan bir Hilal'i tasvir edercesine. Gözlerini açarsa şayet, savaşa da aşka da razı edercesine.
 
Şimdiye kadar çokça Leon gördük, onun sevdasına, sevdası için yaptıklarına şahitlik ettik. Ne çok, ne güzel seviyor dedik. Peki, Hilal, daha bu yaşında, vatan aşkıyla atan kocaman bir kalp taşıyan, karıncaya bile kıyamayan Hilal? Kimin daha çok sevdiği nasıl ölçülür ki, bir teraziye koyamazsın ya sevdalarını. Üstelik kimi giderken daha çok seviyordur, kimi kalırken daha az. Kimisi de vururken öyle çok seviyordur ki kendi yüreğini de onunla birlikte lime lime ediyordur. Kimi "...kabil değil derken.", kimi de "...vururdum seni Teğmen." derken ölesiye seviyordur da bir türlü doğru cümlelerle dile getiremiyordur. İşte böyle bir mücadelenin içinde, geri dönüp bakmamak için kendiyle mücadele eden Hilal, içinde büyüyen aşka karşı şimdiye kadar düşmana verdiği savaşın aynısını veren Hilal, artık mağlup olduğunu kabul etti.

Bir dönüm noktasıdır kaybetme korkusu insan hayatında. O korkuyla burun buruna gelmeden önce söylediklerimiz öyle anlamsız kalır ki, vatan haini de olsa, manevi abimizin katili de olsa sevdiklerimiz, her şey o kaybetme korkusunu yaşadığımızda anlam bulur. Hilal de onunla yüzleşti en acı biçimde. Bir mucizeye kalmıştı kurtulması yüreğini işgal eden Teğmen'in, defalarca karşı karşıya geldiği, ilk öpücüğünü tattığı, cevabını bildiği soruları sorduğu Teğmen'in. Kalbini Leon ile kilitlemişti artık Hilal, anahtarı onun yaşamasıydı, gözlerini açması. Ancak bu sayede açabilirdi o kilidi ve o zaman akardı yüreğinden Teğmen'e doğru, bağlardı birbirine ikisini bir sevda yemini ile her şeyi geride bırakıp ve sadece aşka odaklanıp.

Diğer tarafta ise sevdiği kadını hem vatanı hem bayrağı yapmış olan Teğmen, bunu satır satır kendi kaleminden sonsuzluğa bırakmıştı yazıya dökerek. Artık annesi de şahitti bu aşka, öznesini çok saçma bir biçimde yanlış anlamış dahi olsa şahitti (O konuya sonra değineceğim).

Kendisini onunla yeniden tanıyan Teğmen bir imkânsıza âşıktı. Yabancı bir ülkede, yabancı bir dili konuşurken, Hilal'in mücadeleci ruhunu, tutkusunu görüyor ve onu seviyordu. Bir Türk düşmanı olarak yetiştirilmiş bu Teğmen, bir zamanlar nefret ettiği bu milletin bayrağının kırmızında bir kadın için boğuluyordu. Onu düşünmek daha da insan yapıyordu Teğmeni, sadece insanlar kalıyordu değerli olarak diğer her şeyden bağımsız; milliyetten, dinden, renkten ve bizleri ötekileştirip farklılaştıran diğer her şeyden. Bir insanı sevmek savaşın, öldürmenin ne kadar anlamsız olduğunu görmesini sağlıyordu. Onu düşündükçe bir Yunan Teğmeni olmaktan çıkıyordu, üzerine yapışmış kimliğini bir kenara bırakıyor ve yok oluyordu.
 
Sonra mucize hayat buluyor ve gerçeğe göz kırpıyordu. Evet, uyandı Teğmen ve yine tek derdi Hilal oldu. Kapının arkasından gözlerinde birikmiş yaşlarla bakan Hilal ise bir kez daha şahitlik etti Leon'un onu ne kadar sevdiğine ve tek gayesinin onu hayatta tutmak olduğuna. Gözlerinden akan yaşlar, yine bir idamdan kurtulduğu için değildi, bu sevdaya ortak olduğu içindi. Zira Leon orda onun adını verse, idam edileceği için değil de, sevilmiyor olduğunu düşünmekten, Leon'u kaybettiğini düşünmekten harap olurdu Hilal.
 
Sonra Hilal kendini onun yanında buldu, aslında hep olmak istediği yerde, tüm imkânsızlıklara ve yaşadıkları acıya küfrederek belki de. Seslendi önce, öyle tedirgin, hem cevap verirse diye hem de cevap alamayınca nabzını ölçecek kadar korkarak.

Çok daha derin bir itiraf beklerdi yürek, ancak belki daha güzel bir itiraf ikisi karşı karşıyayken, ayakta ve diri, kaybetmenin eşiğindeyken değil de, bulmuş olmanın verdiği sakinlikle edilecek tekrardan. 

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER