Vatanım Sensin: Aşk; bir meydan savaşıdır

Tarifini sorsalar...
Her baktığımda, ilk defa görüyormuşum gibi... 
Az kalsın ölüyormuşum gibi... **
 
Bolca neden diye sorguladı Hilal, karşısında "İsyancı bir Türk kızına his beslemem kabil değil." diyen adam neden her fırsatta soluğu onun yanında alıyordu? Biliyordu Hilal, hissediyordu her şeyi lakin duymak istiyordu kulakları, oradan girip bütün benliğine yayılsın istiyordu çünkü. Bütün o sözleriyle uyuşmayan davranışlar anlamlansın, ses olsun yankılansın istiyordu hiçbir ikilemde kalmadan. Tek gayesi sevdiği o isyancı kızı hayatta tutmak olan ve bu uğurda kavuşmaktan bile vazgeçmiş olan Leon’un söyleyemediği her cümle aslında bakışlarıyla "Gözlerini oya oya ilerledi zihnine"1 Hilal’in. Şimdiye kadar olduğu gibi ve o an yine.
 
"Bir hikâye tersinden düzünden kurar durur kendini, hayat derler adına."1 işte hayat her şeyi tekrar ve tekrar kurup, Hilal’i abisini bulmaya gönderirken büyük bir oyunun ortasına itti yeniden ve karşısına vazifesini yapmakta olan Teğmen’i çıkardı gecenin kör bir vakti. Bütün kötülüklere gebe bir karanlığın ortasında, simsiyah bir silah tutuşturdu eline.
 
Kalemiyle çok güzel pasif bir direniş gösteren Hilal’in elinde eğreti durdu o silah, yakışmadı eline. Hali hazırda savaş bir insanlık suçuydu ona göre, bu yüzden ölen Yunan askerlerine dahi üzülen o vicdanlı Hilal’in elinde asla onla bir bütün olmadı o silah, zorla geldi yerleşti oraya, mecbur bıraktı kendine. Abisinin canına karşın sevdiği adamınkini koydu ortasına amansız bir düellonun. Ve her zaman eğer seçmemiz gereken şeyler varsa ortada, vazgeçmemiz gereken şeyler de oluyordu tam karşısında. Bir abiyi seçti Hilal, ailesini, onun için gözünü kırpmadan bir zamanlar ölüme gidecek olan abisine duyduğu vefayı seçti. Zor, çetin bir karardı bu, yalvarışları ile gözyaşlarına eşlik eden, vicdanının süzgecinden geçip son ana kadar gelmeyen bir karardı. Leon hali hazırda onu bir manevi abiden etmişti daha ilk geldikleri gün ve şimdi tekrarlamakta bunu ısrar ediyordu bir vazife uğruna. Vazifesini bu aşkın umudunu da çöp edecek kadar mı seviyordu? Cevap hayırdı biz biliyoruz lakin orada vurulmuş yatan yunan askerleri de onun vicdanını deliyordu. Onlar da evlattı ve onların da hesabının sorulması gerekiyordu Teğmen’in nezdinde.  Kim suçlayabilir ikisini de seçimlerinden dolayı?
 
Nasıl olmuşsa bilmiyorum / Vurmuşlar bizi, biz vurmamışız… ***
 
Aşk yeniden bir meydan savaşına döndü, iki tarafın da güçlü ve âşık olduğu, acısı çoğaldıkça yarası da gururu da çoğalan ve mağlubiyetleriyle görkemli, sonunda iki tarafında aslında kaybettiği bir savaşa döndü. Karşı karşıya, birbirlerini görerek, gözlerinin içine bakarak savaştılar. Yalvarışları, gözyaşları karşılık bulamayınca, Teğmenin kalbinde her geçen gün biraz daha büyüyen yaraya bir de göğsündekini ekledi Hilal. Ömür boyu onunla yaşayacak bu yara, kötü bir ihtimal onları farklı kıyılara çıkarsa da onunla olacak her daim. Geride şoka girmiş kesik kesik ve boğulurmuşçasına ağlayan Hilal, batmakta olan bir gemi gibi ayrıldı ortadan ikiye, yıkıldı düşüşüyle Teğmen’in.
 
Tam yıkıldığımız anda gelen tanıtım, umut tohumları ekti yüreğimize. Bir itiraf, baharı yeniden müjdeler bize. Belki Hilal sessiz sessiz ancak yüreğinde fırtınalar koparacak kadar derinden, artık onu memleketi kadar sevdiğini haykırır.
 
Bu masalsı aşktan çıkıp biraz da gerçeklerden konuşmak istiyorum. Aralarında ölümlerin, işgalin ve bin bir türlü imkânsızlığın olduğu bu ikilinin bir diğer yamacı var, onlardan uzak durması gereken, kendi yolunu bambaşka bir şekilde çizmesi gereken Yıldız. Bu görkemli aşka gölge düşüren, bütün o masalsılığından çıkarıp standarda bürüyen bir ilişki üçgeninin gereksiz ayağı. Bu bölüm başında dilenen özürler, ne istersen alacaksın vaatleri yaklaşan bir trajedinin ayak sesleri gibi. Kardeşlerin iki köşesini oluşturdukları hangi aşkın şimdiye kadar birilerini etkilediği görülmüş, insanlık bu olur belki bazen ama çirkin ve yakışmıyor bu hikâyeye. Üstelik hiç özgün değil, bir açmaz yaratmaya çalışırken kuvvetle bu aşka bağlanmış insanları bir anda koparıp atabilecek kadar güçlü bir klişe. Uzak durulması gereken bir yol, önünün tıkanıp sonsuza dek kapanması gereken bir yol. Bunun için de umudumuz var, diğer her şey için olduğu gibi.
 
"Aşk bir meydan savaşıdır" Milan Kundera
*Murat Menteş
** Murat Başaran
*** Cahit Zarifoğlu
1 Onur Akyıl, Dün Gece Çok Gençtim kitabından alıntıdır. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER