BluTV’nin ilk yerli online dizi projesi olarak yola çıkan
Masum, 8 bölümlük yolculuğunu tamamladı. Dijital dünyaya merhaba demenin heyecanıyla Masum’un yollarını gözlemiş fakat ilk 2 bölümde biraz hayal
kırıklığına uğramıştım. 4. bölümle tanıştıktan sonrası ise su gibi aktı.
Peki Masum’un ardından bana neler kaldı?
Masum, alabildiğine yavaş açılan hikayesini ikinci
yarısında önü kesilemeyen bir harekete teslim etmiş. İlk 3 bölümü ne kadar
eksik bulduysam, son 4 bölümde o kadar doydum. Ortada 8 bölümlük bir hikaye
var, eldeki konu da belli. Elbette duraksayan yerler olacak ama bu duraksayan
yerler ilk iki bölümde kalmamalıydı. Giriş, gelişme, sonuç olarak
düşündüğümüzde hızla konuya girilen bir bölümün ardından orta kısımda
soluklanmayı isterdim. Açıkçası Masum, sadece 8 bölüm olarak ve internette
yayınlanmasaydı, televizyona yapılmış bir iş olsaydı ilk iki bölümdeki
temposuyla beni sonraki haftalara -heyecanla- taşıyamazdı.
Seren Yüce’nin anlatım diline sinemadan aşina olmama rağmen
konu dizi olunca biraz daha farklı bir yorumla karşılaştım. Biraz sinemanın
derinliği, biraz televizyonun dinamiği derken tertemiz, su gibi akan bir reji
izledim. Ellerine sağlık, özellikle bazı
sahnelere bayıldım! Fakat henüz Masum'u izlememiş olanlar için bu sahneleri kendime saklıyorum.
Masum’un kadrosunu duyup da heyecanlanmamak mümkün değildi
zaten. Öyle bir kadro oluşturulmuş ki, 8 bölüm boyunca şahane performanslar
izledim.
Haluk Bilginer’in sakin, yer yer gök gürültülü karakterleri
yorumunu öyle çok seviyorum ki. Sanki aynı adam gibi ama değil. Cevdet de öyle
bir karakterdi. Haluk Bilginer’in ses tonunda, duruşunda, bakışında insanı dinlendiren,
huzur katan bir şeyler var.
Okan Yalabık, duygu geçişleriyle ve -iki farklı hayatıyla-
muazzam bir Tarık izletti. Her bir sahnesine bayıldım! En çok hangi karakteri ve oyunculuk performansını sevdin diye sorarsanız hiç düşünmeden Okan Yalabık derim.
Serkan Keskin’in her bir karakteri ayrı heyecanla
canlandırmasına hayranım. 8 bölüm boyunca nokta atışı sahneleri olsa da özellikle 7. bölümde döktürmüş!
Ali Atay’ı yıllardır takip eden, Mecnun karakterini de çok
seven biriyim. Biliyorum ki, Ali Atay’da Mecnun’dan çok daha fazlası var. Ama
inatla neden Mecnun’u oynuyor, inanın anlayamıyorum. İlk bölümde aldığım Mecnun
tadı zamanla azalsa da ara ara Yusuf’un içinden çıkan Mecnun’la karşılaşmak
hoşuma gitmedi. Kimi oyuncular tek tip roller dışında karakterlere bürünemez, Ali Atay da öyle biri olsa söylenmezdim ama ilerleyen projelerinde bir kez daha Mecnun'u izlemeye razı gelir miyim? Sanmıyorum. Ali Atay'dan bu hissi almasam Masum'dan aldığım keyif de bir tık daha artardı sanırım.
Nur Sürer’in hiçbir an duraksamayan anne karakterine bayıldım. Hem karakter tasarımıyla hem de Sürer'in oyunculuğuyla muhteşem bir karakter çıkmış ortaya.
Mehmet Özgür’ün
gizemli tavırları ve Bartu Küçükçağlayan’ın takıntılı Selim’i yine Masum’un çok
sevdiğim detaylarıydı. Tülin Özen’in Emel’ine ise biraz mesafeliyim. Doğrusu sesini
yükselttiği sahnelerde bilgisayarın sesini kısmak istedim.
Jeneriğe bayıldım. Hatta her bölümün ardından başa alıp
jeneriği tekrar izledim. Müzikler de şahaneydi.
Masum’un hikayesinin beni şaşırttığını söyleyemem. Finaldeki ‘sürprizi’
de çok öncesinden anlamıştım mesela. Belki bunda biraz da çok fazla dizi-film
izlemenin etkisi vardır ama tüm bu sürprizsizliğine rağmen kurgusunu çok
beğendim. Yine son 4 bölümde kurgudan dolayı bir anda karşıma çıkan sahnelerle
şaşırdığım zamanlar oldu, bunu da belirtmem gerek.
İşte Masum’un bende bıraktığı izler böyle. Yolculuğum
sırasında ara ara yağmur yağsa da yolun sonunda ışıl ışıl parlayan bir güneş
karşıladı beni. Masum, “Ee şimdi ne olacak?” diyeceğim bir yerde noktaladı 8
bölümlük macerasını.
Bu keyifli yolculukta emeği geçen herkesin emeklerine sağlık. Dijital dünyada niceleriyle karşılaşmak dileğiyle...