Karanlığın
içinde ona umut olan bir ışığı sevmişti Kral These. Rüzgarda savrulmaktan
korkan bir yaprak gibi savruluyordu bu sevda da. Nereye gideceğini bilmeden
yüreği ellerinde ilerliyordu. Yolunun üstünde sadece yeşertmek istediği çorak
topraklar vardı. O topraklar ki ona yaşadığını hissettiren o topraklar ki onu
yaşarken canlı canlı gömen.
En zorlu
sınavlarından biri ile karşılaştı Leon. Vicdanına ayna tutan, gökyüzünü
gözlerine sığdırabilen kadının yüreğine başka topraklar konması istendi. Sesi
titreye titreye okudu bildiriyi. Her kelimesinde içi acıyarak her kelimesinde içinde
zincirlendiği üniformadan nefret ederek. Bu savaşın ortasında babasının bile
yanında olmadığı ürkek bir serçeyi korumak istiyordu Leon. Komutanın bir
kalemde silebildiği ailesini, serçesini korumak istiyordu. Lakin bu durumun
fırtınayı şiddetlendireceğini de biliyordu. Öyle de oldu zaten ‘’Bayrağa da mı saygınız yok Teğmen!‘’ Pusulası,
her güne uyanma sebebi, başkasının bakma ihtimalinde bile yüreğinin sızladığı o
gök mavisi gözlere bakamamasının nedeni de buydu. Dinginleştirdiği dalgaların
kabarmasını izledi arkasından. Öfkeli dalgalarının bu fırtına da kendisini
alabora edeceğini biliyordu. Kimseye üzülmeye hacet yokken, sadece emirleri
uygulamak zorundayken neden yüreğindeki ateş bütün hücrelerini kor gibi
yakıyordu?
Bu
fırtınanın içinde yolunu bulmaya çalışırken onu varmak istediği kıyılardan uzaklaştırmak
isteyen babasını, verdiği mücadelede onu yalnız bırakan annesine ilk defa sesli
dile getirmişti. ’’Sen de esirsin, hiçbir
farkımız yok!’’demişti sesindeki yılların yorgunluğu. Çabalamaktan, iyi bir
insan olmak istedikçe onu barbarlıkla suçlayan, karşı karşıya geldikleri ilk
olayda tekrardan ‘’Siz benim yerimde
değilsiniz Teğmen siz işgalcilerin yanındasınız.’’ maskesini yüzüne
yerleştiren Hilal karşısında yorulmuştu.
Kaybettiği
şeyler vardı Kral These’nin içinde. Yüreğine basa basa ezip geçen Smyrna’nin
kaybettirdiği şeyler. Kederleri de sevinçler gibi biriktirmekte sevdanın gereği
değil miydi? Yorgun ve yenilmiş insanlığının kaybetmeye cesareti kalmamıştı
belki de. Hilal’in her kaçışında ona bir adım yaklaşıp yoldaş edemediyse
karşısında olup savaşacaktı. Esir düşen Kral These artık şehre onun adını
vermek istiyordu. Zincirlerini kırmıştı artık. Vicdanını görmezden gelmeye
çalışacaktı. Zira Smyrna’nin yüreğine ektiği sevda tohumlarının hala orada
olduğuna inanmak istiyordu. Kırılmıştı, sözleri boynuna dolanan bir urgan gibi
soluğunu kesmişti lakin ona umudu hatırlatan bu gözlerle çok savaşamayacağını
da biliyordu.
‘’sen
esirliğim ve hürriyetimsin,
çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin,
sen memleketimsin. .’’*
Esir düşmekten korkan Smyrna
mızrağını bilevlemiş indirmeye başladığı kalkanını daha çok siperetmişti
göğsüne. "Ben karşındayım, buradayım işte!" diyordu. Hazır
değildi çünkü, böylesine uçurumlar varken aralarında kendini teslim etmek
istemiyordu. Bu yüzden öfkeliydi, o kadar ki kuşandığı gardında püskürttüğü
acımasızlığının boyutunu göremeyecek kadar öfkeliydi.'’Ne
bekliyorsun vursana hadi.’’ derken Leon’un ona kendini açtığını biliyordu. Kral These’nin sadece
kendisinin yanında Leon olduğunu da biliyordu. Yaralanmış ruhunun vicdanı ile
verdiği savaşa öylesine hakimdi ki nasır tutmuş kalbine "Yapamazsın,
vuramazsın!" diye
saplarken mızrağını bile isteye yakmıştı canını. Bir adım ötesinde ona çaresizlikle
bakan adamın ona bir o kadar uzak oluşu onun nasıl canını acıtıyorsa, Leon’un da
canı öylesine yansın istemişti.
Şayet
Hilal’in elinde olsa ne olmasa ne o tabanca. Dili bir tabanca olmuş ‘’Bir an bile tereddüt etmeden vururdum seni
Teğmen!‘’ diye mermisini savururken Kral These’nin yüreğine, ‘’Vurdun zaten.’’
bakışları gerçek bir merminin canını böylesine yakmayacağını göstermemiş miydi
Hilal’e? Leon’un gözlerindeki kırgınlığı kendi yüreğinde hissedince fark
etmişti Smyrna acımasızlığını. Hırçın dalgalarının öfkesine ev sahipliği yapan
gözlerinin pişmanlığı gardını gevşettiği için dönüp gitmek zorundaydı. Şayet
kalsaydı eğer Kral These’nin çaresizliğini hissettiği bakışlarına esir
düşecekti. Sığındığı, huzur bulduğu göğsü, ona her zaman bir ümidin olduğunu
hatırlatan gözleri, sesi ile onu çocukluğuna götürdüğü Leon’u, memleketini
sevdiği gibi sevmekten korktuğu Leon’u arkasında bırakıp, eli ile kalbini tutup
oraya saklayarak gitti. Zira biliyordu tutuşturduğu kıvılcımın nasıl bir ateşe
dönüşeceğini. Bu kor ateşe dayanmak zorundaydı. ‘’Vatanın işgaline, mazlumun çığlığına nasıl dayanıyorsa yüreği sevdaya
da öyle dayanacaktı.’’ Çünkü kendisine
‘’Bir dahaki sefer ben de ateş edeceğim
Hilal. Bu namlunun ucunda kim olursa olsun hiç tereddüt etmeden!’’ şeref
sözünü veren Teğmen’in vicdanına prangaları takıp gittiğini biliyordu.
Yazı devam ediyor..