Poyraz Karayel: “Dünya küçük, sevgi ise sonsuz...”

Poyraz Karayel: “Dünya küçük, sevgi ise sonsuz...”
Tahammül edemiyoruz. Genelleme yapacak olursam topyekün insanlığa tahammül edemiyoruz. Yeri geldiğinde sevmiyoruz. Sevmek için nedenler bulacağımıza sevmemek için nedenler buluyoruz. Nefret ediyoruz. Benciliz de... Bazen de sevmelerimiz karşılık bulmuyor. Sevgimiz bazı haksızlıklara uğruyor, görünmez bir engele çarpıyor sanki. Çarptıktan sonra bize geri dönmüyor ama. Böyle böyle eksiliyoruz biz. Eksiltiyorlar bizi. Peki nereye gidiyor bu sevgi?

Enerji korunumu yasasına göre evreni izole edilmiş bir sistem olarak düşünürsek alamadığımız geri dönüşler elbet bir yerde toplanıyor. İşte bu bizden çıkan ama bize geri dönemeyen, bizi eksilten sevgiler bazen bazı insanlarda toplanıyor. Bazı insanlar bu yetim sevgileri mıknatıs gibi çekiyor. Tıpkı Ayşegül ve Sinan gibi aslında birbirlerini sevmek zorunda olmayan ama sevdikçe çoğalan insanlarda olduğu gibi... İlk sezona geri dönelim. Ayşegül annesini, kardeşini kaybetmiş. Babasıyla yıllarca görüşmemiş, hayatın bir ucuna tutunmaya çalışan bir kadın. Sinan ise gözlerini sorunlu bir evlilikte açmış; küçük bedeni, kocaman aklıyla rüzgarda ordan oraya savrulan minik bir çocuk. Annesi alkol bağımlısı ve çok uzaklarda bir klinikte tedavi görüyor. Babası Poyraz ise işlemediği bir suç yüzünden hapis yatmış, üstüne çocuğu elinden alınmış bir kaybeden. Gördüğümüz üzere ceplerde kocaman bir “yalnızlık” var. Gel zaman, git zaman Ayşegül ile Poyraz’ın tanışması sonucu Ayşegül ve Sinan arasında içimizi sızlatan bir bağ oluştu.



Sinan herkesten kaçmak istediğinde Ayşegül ablasına sığındı. Onun için huzurlu ve güvenli bir dünyaydı Ayşegül. O dünyada çok güzel bir arkadaşlık buldu. Ayşegül onun ufak dertlerini anlıyordu, Sinan’ın hayat hakkındaki serzenişlerini dinliyordu. Uzaklarda, bir gün gelecek olan annesinin yerine koymamıştı Sinan Ayşegül’ü. Ayşegül’e kalbinde başka bir yer yarattı. Annesinden arta kalan sevgiyi ve şefkati oraya koydu Ayşegül. Artık her fırsatta sığındığı Ayşegül ablası vardı. Bir de pizza faktörünü unutmamak lazım. :) Yetişkin bir Ayşegül, Poyraz’ın ne zaman başı Sinan’la sıkışsa adeta bir ilk yardım ekibi gibi duruma el atardı. Poyraz’ın Sinan ile arasının kötü olmasına dayanamazdı. Sanırım Bahri’yle arasındaki bu eksi 273 dereceyi andıran soğuk muhalefeti Sinan’ın yaşamasını istemiyordu. Kendi yaşadığı problemleri Poyraz-Sinan ilişkisinde çözüyordu Ayşegül. Bu ilişki ona da iyi geliyordu. İçten içe bazı şeyleri tartıyordu. Poyraz’ın babalık beceriksizliğinden, Sinan’ın minik suçlamalarından kendine pay çıkarıyordu.



Ayşegül Sinan için bazı ilklerdi aynı zamanda. Sinan ilk “nemenem”i Ayşegül ablasından yedi. Bu sahneyi sevmeyenimiz yoktur. Sinan’ın küçük ama bilmiş tavırlarından tutun devamında Poyraz’ın dahil olmasıyla birlikte içimizi ısıtan, görmeye alışkın olmadığımız anlara şahit olduk. Ayşegül yalnızlığını bu baba oğulla paylaşırken, dağılmaktan bitap düşen Poyraz’ın Sinan’la sığındığı bir dünya olmuştu Ayşegül.



Beraber kar küresi temizlemek de sevdaya dahil mi albayım?

Kar küreleri bana hep “iyiliklerin” temsili olarak gelmiştir. Biraz umut, biraz çocuk masumiyeti ve bolca peri tozu barındırırlar. İçindeki güzellikleri korur kar küresi.İstediğin kadar salla, ters çevir asla kendinden ödün vermez. Dağılmaz, yıkılmaz, hayal kırıklığına uğratmaz. İşte bu bolca anlam yüklediğim kar kürelerini temizlemek; sınırsız çikolata yeme hakkına sahip olmak gibi bir metafor. Bir cam kadar saydam güzellikte. Tıpkı Ayşegül ve Sinan ilişkisinde olduğu gibi...



Poyraz’ın ölmediği anlaşıldıktan sonra Ayşegül ile Sinan’ın ilk konuşması...Hatta en duygusal konuşmaları diyebilirim. Sinan’ın Ayşegül’e kızıp kızmayacağı ve Ayşegül’ün Sinan’ın her şeyden haberi olduğunu öğrenmesi o dönem hepimizin merak konusuydu. Verecekleri tepkiyi ve bu konuşmayı iple çekmiştim.

Sinan’la Ayşegül’ün bağı o kadar kuvvetli ki sezon başında bizim saçlarımızı yoldurtan Ayşegül’ün evlenmesine kızmamıştı bile. Neden evlendiğini anlamamış ama kızmamıştı da. Kızgınlığın yerinde neden evlendiğine dair merak vardı. İşte bu nokta biraz afallatmıştı. Daha da afallattıran kısım ise Ayşegül’ün Sinan’ın her şeyi bildiğini öğrendiğine Sinan’a acı bir gülümsemeyle “En azından sen benim çektiklerimi çekmedin.” demesi olmuştu. Ardından kocaman bir sarılma, biraz gözyaşı içimize içimize ağlatmaya yetmişti. Bu sahne, bu konuşmalar, bu içtenlik yazının başında bahsettiğim o sevgilerin bu ikilide toplandığının işaretiydi. Sevmek konusunda bu kadar beceriksizken küçük bir çocukla; kaybettiği, doğmamış bebeğinin yerine koyan bir kadının birbirlerini bu kadar güzel sevmesi bize bir yerlerde hala sevginin var olduğunun göstergesi değil mi? İşte bu nokta da Poyraz Karayel’in sadece bir dizi olmadığının en büyük kanıtı.

Bu haftaki bölüme gelelim. Fragmanı izlediğimde bu yazıyı yazmaya karar verdim. Sanırım Ayşegül-Sinan ilişkisini yazmam için böyle bir sahneye ihtiyacım vardı. O izbede Sinan’ın Ayşegül’ün dizine yatması, Ayşegül’ün şalını Sinan’ın üstüne örtmesi, konuşurken saçlarını okşaması, Sinan’ın Ayşegül’ün elini tutması... Çok güzel detaylar. Bir şey öğrendiysem o da detayların sevgi istemesi. Bunlar da sevgi kokan detaylar.

Ayşegül ile Sinan kalplerinden geçenleri birbirlerine söyleyememişlerdi. Bakışlarında, sarılmalarında, öpmelerinde vardı cümleler. Söylemelerine gerek de yoktu zaten. Onların sevgisi gökyüzü kadar sonsuz. O gökyüzünden yeri geldi yağmur bulutları geçti, yeri geldi o gökyüzünde fırtına çıktı ama hep en sonunda güneş açtı. Sonsuz, küçük bir kısır döngü... Bir annenin belki de çocuğuna hissettiremediğini Ayşegül hissettirdi. Sinan ise Ayşegül’e hep daha sıkı sarıldı. Başlarına ne gelirse gelsin birbirlerinden vazgeçmediler. Vazgeçmek korkaklara mahsus. Onlar ise bütün insanlığı utandıracak sonsuz sevme cesaretine sahip.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER