Yaşamak…
Bir tek insan için zamanı durdururcasına,en güzel cümlelerin sona bağlandığı
bir noktada buluşmuşçasına yaşamak. En karanlık gecelerin karamsarlığına umut
olan ayın ışığına tutunurcasına devam etmek bir sonraki güne. Her gün daha
fazla çoğalarak her gün daha fazla teslim olurcasına yaşamak. Birbirlerinden
habersiz bir sevda büyütüyorlardı içlerinde. Öylesine bir sevda ki bu biri için
yüreğindeki memleket aşkı ile eş değer, diğeri için ise hürriyetine bedel.
Nereye, kime ait olduğunu bilmediği bir boşlukta
yaşarken çıkmıştı karşısına Smyrna. Bir yudum sevgiye muhtaç iken, uğrunda feda
ettiklerini bir üniformaya hapsetmişken tutulmuştu onun rüzgarına. İstediği tek
şey birazcık sevgi olan bu nasırlı kalp, anlık ellerde aramıştı merhemini. Farkında
bile değildi oysa yaptıklarının. Ait olamamışsa hiçbir zaman, gönlüne
yerleştiremediyse bu yüzden farkında değildi pek çok defa ona merhem olmak
isteyen yabancı bir ele fırsat verdiğinin. Çünkü elle tutulur, gözle görülür
bir şey istemiyordu Leon. İçinde akan coşkun ırmaklara eşlik edebilecek, onun
ruhuna dokunabilecek birini arıyordu. Koşulsuz, şartsız sadece kendisi olduğu
için sevilmek istiyordu. İçinde hapsolduğu üniforması için değil.
O hapsolduğu üniformasını bir sedye üzerine
bırakıp, ruhunu özgürlüğün serin dalgaları ile buluşturduğunda tanıştı gerçek
sevda ile. Hem nasır tutmuş kalbine dokundu o yüreğine ait eller hem de eksik
kalan derin yaralar ile örselenmiş ruhuna merhem oldu. Yarasını sardığı sargı
bezini her dolamasında iyice bağladı kendisine onu. Kral These’nin içindeki
coşkun ırmaklar kendilerini teslim ederek dökülebilecekleri denizini bulmuştu
artık. Nasıl sedyede arkasında bıraktıysa o üniformayı Leonidas’ı da arkasında bırakmıştı. Onun karşısında her zaman Leon
olmuştu. Onu kendi dünyasına sokmuştu, ait olduğu yere; içinde edebiyatın yol
gösterici olduğu, müziğin neşe kaynağı olduğu naif dünyasında yoldaş etmişti
kendine. Herkesten saklamak zorunda kaldığı vicdanına ortak etmişti. Masum bir
askeri birlikte kurtarırken vicdanının penceresini aralamıştı ona. Bütün bir kalabalığı arkasına
alıp ona kendini açtığı naif tarafı ile tehdit edilirken bile engel olamıyordu
Smyrna’nin çekimine. Biliyordu karşısındaki küçük kız çocuğunun yüreğindeki
kuraklığı. Bir insanı sevmeyi bilmediğini biliyordu. Çorak bir ülkeye benzeyen
aşksız yüreğine doğru akan kendi ırmaklarının farkındaydı. Nasıl ki Leon bir
insanı sevmeyi öğretiyorsa Hilal’e, hürriyetin kıymetini de Smyrna öğretecekti
ona. İçine hapsolmuş üniformasında boyun eğmemeyi öğretecekti. Herkesin ondan beklentilerine cevap vermemeyi öğretecekti. İlk
adımı da atmamış mıydı annesinin gözlerin içine bakarken. Sürekli kimi sevmesi,
kimden uzak durması gerektiği konusunda onu sıkboğaz eden annesinin gözlerinin
içine bakarak ‘’Mesele Hilal’’
dememiş miydi?
İmkânsızları yaşamak
mıdır sevmek, yoksa severken imkânsız mıdır yaşayabilmek?**
Ona uzattığı bir bardak su gibi temiz
kalbini, kendisine örttüğü battaniyeyi onun sevilmemekten buz tutmuş ruhunu
ısıtırken öğretecekti boyun eğmemeyi Smyrna. Neyi sevdiğini bile bilmeden bir
şeyler okuması için Tevfik Fikret getiren bir insan nasıl kötü olabilirdi sahi?
Ya da yüreğini bir kor gibi yakan Hasan abisi için önünde diz çöküp özür
dileyen birinin vicdanını teğmen rütbesi karalayabilir miydi?
Karşı tarafında gibi gözükse dahi
onun pes etmesini istemeyen o ölüme bir adım yaklaştıkça içindeki üniformada
nefes alamayışını görmeyi reddetmesi, teslim olmayı istemeyişindendi. Ama
direnemedi daha fazla. Umudunu kaybetmişken onu pes etmemesi için çabalarken
düştü yüreğine ilk cemreler.Boynundaki urganı çekip tüm zayıflığını onunla
paylaştığında ruhuna dokundu. Bu yüzdendi her şey bitti sandıkları anda
kendinden önce onu teselli etmesi. Ruhunun yorgunluğunu biliyordu, onun koluna
dokunup güç vermek istemesi bu yüzdendi. Ama bilmiyordu ki Leon’un pes
etmeyeceğini. Ufacık bir umut uğruna onu kurtarmak için hayatını riske attığında
öğrenecekti. Karşısında Türklerden nefret ettiğini düşündüğü bir Yunan
Teğmen’inin ‘’Önemli olan sizin iyi
olmanız.’’ demesi ile öğrenmişti.
Çorak ülkesine sevda tohumları
ekmekte ısrarcı olan ‘’Bir
ihtiyacınız, müşkülünüz olursa ben buradayım.’’ demesi ile pekiştirecekti.
Zira bilmiyordu onun üzerindeki etkisini. Onun yüreğine sonsuz bir cesaret
aşılayan gözlerinin etkisini bilmiyordu mesela.
Gökyüzünün bütün ihtişamını gözlerine
taşıyan bir kadındı Smyrna. O gözler ki içinde nefreti taşıyan, o gözler ki
öfkeli hırçın dalgalarını kayalara vuran o gözler ki gün gelecek her gün
taparcasına sevdiği adama aşkla bakacak… Böylesine derin iken bir çift göz Kral
These’nin onla konuşurken bir adım daha yaklaşıp, esir olması normal değil
miydi ? Peki ona böylesine sevda ile bakarken Kral These, hapsolduğu gökyüzünü
cıvıldayan kuşlar ile doldurduğunu fark etmemiş miydi ?
Biliyordu artık Smyrna. Kral These’de gördüğü şeyin
bir üniformadan çok daha fazlası olduğunu biliyordu. Yüreğinin kapısını
aralayıp ilerlerken her adımından emin olmak istiyordu. Kaybettikleri
askerlerinin günahları için Tanrı’dan af dileyen Leon’a tereddütle sormuştu. ‘’Mustafa Sami ile ilgili de aynısını
düşünüyor musunuz Teğmen?‘’ Zira ne kadar bilse de Leon’un vicdanını ondan
duymak istemişti. Onun etrafını çevreleyen yıldızlardan etrafını göremediği
için sormuştu belki de. Kalkanını hazırlamış beklerken yine hiç beklemediği
yerden vurmuştu onu Leon. İlk defa böylesine kendinden emin ilk defa böylesine
gerçekti.
Yazı devam ediyor..