Vatanım Sensin: Sen aydınlatırsın geceyi

Vatanım Sensin: Sen aydınlatırsın geceyi
İçmek! Gözlerinde içmek ay ışığını. Varmak! Gözlerinde varmak can tılsımına. Gözlerin hani?*

Yaşamak… Bir tek insan için zamanı durdururcasına,en güzel cümlelerin sona bağlandığı bir noktada buluşmuşçasına yaşamak. En karanlık gecelerin karamsarlığına umut olan ayın ışığına tutunurcasına devam etmek bir sonraki güne. Her gün daha fazla çoğalarak her gün daha fazla teslim olurcasına yaşamak. Birbirlerinden habersiz bir sevda büyütüyorlardı içlerinde. Öylesine bir sevda ki bu biri için yüreğindeki memleket aşkı ile eş değer, diğeri için ise hürriyetine bedel.

Nereye, kime ait olduğunu bilmediği bir boşlukta yaşarken çıkmıştı karşısına Smyrna. Bir yudum sevgiye muhtaç iken, uğrunda feda ettiklerini bir üniformaya hapsetmişken tutulmuştu onun rüzgarına. İstediği tek şey birazcık sevgi olan bu nasırlı kalp, anlık ellerde aramıştı merhemini. Farkında bile değildi oysa yaptıklarının. Ait olamamışsa hiçbir zaman, gönlüne yerleştiremediyse bu yüzden farkında değildi pek çok defa ona merhem olmak isteyen yabancı bir ele fırsat verdiğinin. Çünkü elle tutulur, gözle görülür bir şey istemiyordu Leon. İçinde akan coşkun ırmaklara eşlik edebilecek, onun ruhuna dokunabilecek birini arıyordu. Koşulsuz, şartsız sadece kendisi olduğu için sevilmek istiyordu. İçinde hapsolduğu üniforması için değil.

O hapsolduğu üniformasını bir sedye üzerine bırakıp, ruhunu özgürlüğün serin dalgaları ile buluşturduğunda tanıştı gerçek sevda ile. Hem nasır tutmuş kalbine dokundu o yüreğine ait eller hem de eksik kalan derin yaralar ile örselenmiş ruhuna merhem oldu. Yarasını sardığı sargı bezini her dolamasında iyice bağladı kendisine onu. Kral These’nin içindeki coşkun ırmaklar kendilerini teslim ederek dökülebilecekleri denizini bulmuştu artık. Nasıl sedyede arkasında bıraktıysa o üniformayı Leonidas’ı da arkasında  bırakmıştı. Onun karşısında her zaman Leon olmuştu. Onu kendi dünyasına sokmuştu, ait olduğu yere; içinde edebiyatın yol gösterici olduğu, müziğin neşe kaynağı olduğu naif dünyasında yoldaş etmişti kendine. Herkesten saklamak zorunda kaldığı vicdanına ortak etmişti. Masum bir askeri birlikte kurtarırken vicdanının penceresini aralamıştı ona. Bütün bir kalabalığı arkasına alıp ona kendini açtığı naif tarafı ile tehdit edilirken bile engel olamıyordu Smyrna’nin çekimine. Biliyordu karşısındaki küçük kız çocuğunun yüreğindeki kuraklığı. Bir insanı sevmeyi bilmediğini biliyordu. Çorak bir ülkeye benzeyen aşksız yüreğine doğru akan kendi ırmaklarının farkındaydı. Nasıl ki Leon bir insanı sevmeyi öğretiyorsa Hilal’e, hürriyetin kıymetini de Smyrna öğretecekti ona. İçine hapsolmuş üniformasında boyun eğmemeyi öğretecekti. Herkesin ondan beklentilerine cevap vermemeyi öğretecekti. İlk adımı da atmamış mıydı annesinin gözlerin içine bakarken. Sürekli kimi sevmesi, kimden uzak durması gerektiği konusunda onu sıkboğaz eden annesinin gözlerinin içine bakarak ‘’Mesele Hilal’’ dememiş miydi?

İmkânsızları yaşamak mıdır sevmek, yoksa severken imkânsız mıdır yaşayabilmek?**

Ona uzattığı bir bardak su gibi temiz kalbini, kendisine örttüğü battaniyeyi onun sevilmemekten buz tutmuş ruhunu ısıtırken öğretecekti boyun eğmemeyi Smyrna. Neyi sevdiğini bile bilmeden bir şeyler okuması için Tevfik Fikret getiren bir insan nasıl kötü olabilirdi sahi? Ya da yüreğini bir kor gibi yakan Hasan abisi için önünde diz çöküp özür dileyen birinin vicdanını teğmen rütbesi karalayabilir miydi?

Karşı tarafında gibi gözükse dahi onun pes etmesini istemeyen o ölüme bir adım yaklaştıkça içindeki üniformada nefes alamayışını görmeyi reddetmesi, teslim olmayı istemeyişindendi. Ama direnemedi daha fazla. Umudunu kaybetmişken onu pes etmemesi için çabalarken düştü yüreğine ilk cemreler.Boynundaki urganı çekip tüm zayıflığını onunla paylaştığında ruhuna dokundu. Bu yüzdendi her şey bitti sandıkları anda kendinden önce onu teselli etmesi. Ruhunun yorgunluğunu biliyordu, onun koluna dokunup güç vermek istemesi bu yüzdendi. Ama bilmiyordu ki Leon’un pes etmeyeceğini. Ufacık bir umut uğruna onu kurtarmak için hayatını riske attığında öğrenecekti. Karşısında Türklerden nefret ettiğini düşündüğü bir Yunan Teğmen’inin ‘’Önemli olan sizin iyi olmanız.’’ demesi ile öğrenmişti.

Çorak ülkesine sevda tohumları ekmekte ısrarcı olan ‘’Bir ihtiyacınız, müşkülünüz olursa ben buradayım.’’ demesi ile pekiştirecekti. Zira bilmiyordu onun üzerindeki etkisini. Onun yüreğine sonsuz bir cesaret aşılayan gözlerinin etkisini bilmiyordu mesela.
Gökyüzünün bütün ihtişamını gözlerine taşıyan bir kadındı Smyrna. O gözler ki içinde nefreti taşıyan, o gözler ki öfkeli hırçın dalgalarını kayalara vuran o gözler ki gün gelecek her gün taparcasına sevdiği adama aşkla bakacak… Böylesine derin iken bir çift göz Kral These’nin onla konuşurken bir adım daha yaklaşıp, esir olması normal değil miydi ? Peki ona böylesine sevda ile bakarken Kral These, hapsolduğu gökyüzünü cıvıldayan kuşlar ile doldurduğunu fark etmemiş miydi ?

Biliyordu artık Smyrna. Kral These’de gördüğü şeyin bir üniformadan çok daha fazlası olduğunu biliyordu. Yüreğinin kapısını aralayıp ilerlerken her adımından emin olmak istiyordu. Kaybettikleri askerlerinin günahları için Tanrı’dan af dileyen Leon’a tereddütle sormuştu. ‘’Mustafa Sami ile ilgili de aynısını düşünüyor musunuz Teğmen?‘’ Zira ne kadar bilse de Leon’un vicdanını ondan duymak istemişti. Onun etrafını çevreleyen yıldızlardan etrafını göremediği için sormuştu belki de. Kalkanını hazırlamış beklerken yine hiç beklemediği yerden vurmuştu onu Leon. İlk defa böylesine kendinden emin ilk defa böylesine gerçekti.

Yazı devam ediyor..
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER