Poyraz Karayel’in
yayınlandığı ilk günden beri izleyicileri farklı bir biçimde kendine
bağladığı bir gerçek. Diziyi farklı kılan özellikleri, son günlerde
akademik bir çalışmanın konusu oldu. Çalışmanın merkezinde dizinin Oğuz
Atay romanlarıyla arasındaki sıkı fıkı ilişki yer alıyor. Boğaziçi
Üniversitesi’nden Nükhet Sirman ve Feyza Akınerdem, edebiyat
dergisi Monograf'ta bu konuyu uzun uzun irdeleyen "Melodram ve Oyun: Tehlikeli Oyunlar ve Poyraz Karayel'de bir temsiliyet rejimi sorunsalı" adında bir makale yazdılar. Makalenin
RaniniTv okurları için ilginç olan kısımlarının altını çizip,
ilgilenenleri makaleyi okumaya davet edelim dedik.
Makale,
Oğuz Atay’ın romanlarına sinen ve ölümü nedeniyle nihayetlendiremediği
bir projesi olan “Türkiye’nin ruhu”nu, Poyraz Karayel’in ortaya çıktığı
dizi atmosferinde arıyor.
Bu
atmosferin tarifi de oldukça ilgi çekici: Amerikan, İskandinav, Kore,
Japon dizilerinden gelen hikayeler, türler, formatlar yerli dizileri
etkilese de, makaleden Türkiyeli dizilerin kendine özgü bir döneme
girdiği anlaşılıyor. Yeşilçam’dan tanıdığımız, iyiyle kötünün çatışması
ve iyiliğin kötülüğü yenmesi üzerine kurulu melodramların yanısıra; oyun
üstüne oyunların kurulduğu, iyilik ve kötülükle derdi olmayan, biteviye
bir çatışmanın yer aldığı dizilerin son dönemde ekranı doldurmasına
dikkat çeken çalışma, Poyraz Karayel’in melodramı oyunla başarıyla
birleştiren bir dizi olduğunu öne sürüyor. Oyunbaz, sık sık yalan
söyleyen, farklı kimliklerin arkasına saklanan Poyraz, bütün bunları
kötülere karşı iyi kalma mücadelesinin bir parçası olarak yapıyor.
Burada altı çizilen faktör ise tabii ki bütün melodramların merkezinde
yer alan aşk: Ayşegül Poyraz’ı sürekli iyiliğe davet ediyor.
Makalede Poyraz’ın iyi kalma çabası ve adalet arayışı, Ayşegül’le kurduğu ilişki üzerinden irdelenmiş.
Çalışmada
dikkat çeken diğer bir analiz de Poyraz’ın, Tehlikeli Oyunlar’ın
Hikmet’iyle benzer tiratlar seslendirmesi üzerine. Bildik iyilik ve
kötülük kriterleri, Poyraz’ın ironik diliyle alaya alınırken,
Türkiye’nin ruhuna dair de bir resim çiziliyor. Tıpkı Hikmet’in emekli
albay Hüsamettin Tambay’la karşılıklı yazdığı oyunlar gibi. Hikmet’in
“Ülkemizde güneş olmasa toz olmazdı” naifliğinin, Poyraz’ın dilinde oğlu
Sinan’a ve komşusu İsa’ya yaptırdığı ödevlerle benzerliğine dikkat
çekilmiş. (belki buraya bir ödevin videosunu koyarız?).
Poyraz’ın
Ayşegül’le olan ilişkisinin yanısıra, Hikmet-Albay ve Poyraz-Albay
ilişkileri de dizi ve roman arasındaki diyalogun önemli bir parçası
olarak ele alınıyor: “Albaylar
hem Poyraz’a hem Hikmet’e eski Türkiye ya da Cumhuriyet’in düzeninin
içinden konuşurlar. Ve Poyraz da Hikmet gibi her başı sıkıştığında, her
buhrana girdiğinde ya Albay’ın yanına koşar ya da Albay’ı yanında hayal
eder… Hikmet’in albayı onu mevcut düzene; Poyraz’ın albayı ise
unutulmaya yüz tutmuş değerlere çağırır. Bu yüzden adı Cevher’dir. Bu
adlandırma, diziyle roman arasındaki metinlerarası diyalogun en görünür
olduğu yerlerden biridir” (alıntı).
Tehlikeli
Oyunlar’ın Hikmet’iyle Poyraz’ın serüvenlerinin hiç benzemeyen
taraflarına da makalede dikkat çekilyor. Dizi izleyicileri açısından
çalışmanın bu kısmı dikkat çekici olabilir. Zira Poyraz Karayel’in
gündeme getirdiği iyi kötü çatışmasını çözmeye çalışmasının izleyiciye
en cazip gelen tarafı olarak ele alınmıştır. Tehlikeli Oyunlar’ın ise
trajik bir anlatı olduğu öne sürülüyor ve Hikmet’in iyi olmaya
çalışırken yokolma hikayesi olarak nitelendiriliyor.
Makalenin
bizim açımızdan en güzel tarafı, izleyicinin dizilerde üstlendiği role
dikkat çekmesi. Genellikle televiyon eleştirisinde beğenileri aşağılanan
izleyici, bu çalışmada dizilerin oyunlarına gönüllü katılan ve bu
oyunlarla eğlenen aktif bir katılımcı olarak nitelendiriliyor. Ve sonuç
bölümünde yazarlar kendilerini izleyicilerin arasına yerleştirip şu
soruyu soruyorlar: “Bu
kadar kırılgan ve kaygan bir zeminde bildik normların iş görmediği bir
anlatıda iyiler nasıl kazanacak? Neye göre kazanacak? Bütün bu oyunların
sonu nereye bağlanacak?”.
Makalenin tamamını okumak için tıklayınız!