Aşk öylesine güçlü bir duygu ki, hiç görmediğimiz
insanların yüzyıllar önce yaşadığı aşkların hikâyelerine bile halâ kayıtsız
kalamıyoruz. Bu özel hissin promosyonu olan bazı semptomları vücudunda
hissetmiş, her bir anıyı hatta bir anı kırıntısını dahi zihnine kazımış
insanların birbirlerinin aşk acılarını birkaç saniyelik göz temasında bile
sezebilmeleri tesadüf olamaz. Çünkü aşk dev bir projeksiyon gibi kalbinde ne
varsa göz bebeklerine taşır. Ne yazık ki ne bilinen bir çaresi ne de bir
doktoru vardır bu derdin. Gerçi olsaydı da hastanenin "aşkoloji"
bölümünü arayıp kimse randevu almazdı. Çünkü kimse benim neyim var doktor diye
sormazdı. Herkes neyi olduğunu bilir. İşte aşk bu sebepten kendi kendinin
doktoru olduğun özenilesi bir sevme halidir. Düşünsenize altı yıl okumamış,
hipokrat yemini etmemişsiniz ama neyiniz var çok iyi biliyorsunuz! Bilmiyorum
kelimesini pek sevmeyen bir millet olarak bunun kıymetini bilir miyiz?
Bilemiyorum.
Gelelim aşkın en sevdiğim özelliğine. Aşk; sadece
sevmeye yeteneği olan kalplere salgılanan bir hormondur bundan mütevellit
aşığını "seçilmiş" kılar. Bir aşkın gelebileceği en yüksek mevki ise
karşılık bulmasıdır. İşte "efsane
aşk" bu ve birçok bileşenin toplamıdır benim için. Bununla birlikte
bulunduğu yerin en rütbelisidir. Gönlümdeki en özel örneği de Poyraz ve Ayşegül
yani göbek adlarıyla Ahmet ve Müzeyyen'dir.
Peki efsane aşkın ayırıcı özelliği nedir? Hiç
düşündünüz mü onu ne "efsane" yapar? Bana kalırsa bunun birden fazla
sebebi var. Gelin inceleyelim.
Bir
Olmak
Bizler iki aşığa hep çift yakıştırmasını yaparız. Hatta
birbirlerine ne kadar yakışan bir çift olduklarını söyler dururuz. Belki de aşk
bünyesinde iki kişiyi taşıyan bir kavramdır bu yüzden de bir çift olmayı
gerektirir. Oysa efsane aşk iki
kişiyi ‘bir’leştirir ve bütünler. Hatırlarsanız Poyraz da Ayşegül’e bundan
bahsetmiş ve “Ayşegül biz seninle bir çift değiliz biz seninle tekiz tek!”
diyerek bu konuya noktayı koymuştu. Bu iki aşığın birbirleri için vazgeçilmez
olmalarının sebebi de budur bence. Çünkü ayrı olmak yarım olmak demektir. Ve
anlaşıldığı üzere efsane aşk küsüratlardan
hiç hazzetmez.
Zamana
Ve Mesafeye Yenilmemek
Her ne kadar anlatmaya çalışıyor olsam da aşk tarifi
çok zor bir duygu. Aslında özü misafirliğe gittiğinde sana ikram edilen
çikolatalı kek gibi bir şey. Annen tarifini aldığında asla yediğinin aynısı
olmuyor. Muhtemelen ev sahibi tarifini eksiksiz paylaşmıyor seninle. Sanki
büyüsü kaçacak, kendinden bir şeyler verecek de eksilecekmiş gibi. Aşk da dile
düştüğünde kalptekinden daha dar bir yer kaplıyor ne yazık ki. Yani ne kadar
anlatırsam anlatayım bu sebepten bir noktası mutlaka noksan kalacak. Yine de bana
gerçek aşkın ölçüsü nedir diye soracak olsalardı kesinlikle zamana ve mesafeye
yenilmemek cevabını verirdim. Ayşegül ve Poyraz gibi. Bir ara 97 gün ayrı
kalmışlardı hiç unutmuyorum. O zehirli akşamları, yarım yamalak uyunan
uykuları, gözlerindeki daimi sızıntıyı unutmuyorum. Meğer onlar iyi günleriymiş.
Güncel ayrılık rekorlarının iki yıl olduğunu hatırlatmak isterim. 720 günden
bahsediyorum, lafta bile kolay değil. Zaman; iki sevgilinin birbirini unutması
ve kalplerinden yolcu etmesi için ne kadar da kolaylaştırıcı bir etken, değil mi? Kesinlikle
öyle. Ama Poyraz ve Ayşegül için değil işte. Onlar için değil. Koskoca iki yıl
dahi geçse, araya kırgınlıklar, acılar bile girse hatta ikisinden biri evlenmiş
de olsa onlar için değil. Çünkü gönülden sevmek kalpte kalıcı iz bırakan bir
eylemdir. Sevdiğine, içinde tapusu ona ait olan bir yer yaratmışsındır artık.
Sana en yakın kişi olması tesadüf değil. Aşk o yenilince senin de yenildiğin
bir dünya savaşıdır. Bu yüzden her seçimde onun tarafını tutman tesadüf değil.
Ortak
Bir Gelecekten Bahsedebilmek
Bence efsane
aşk kafa rahatlığıyla gelecek planları yapabildiğin aşktır. Tabii ki o
klasik “Kendini beş yıl sonra nerede görüyorsun?” tarzı mülakat sorularından farklı bir şeyden
bahsediyorum. Çünkü o soruların cevapları panik içinde verilen yüzde 90
ihtimalle de gerçekleşmeyecek uç hayallerdir. Ben gerçeklerden bahsetmek
istiyorum. Günümüz ilişkilerinde ilişkiler ay sonunu zor görebiliyorken mesela Poyraz
ya da Ayşegül kendini 20 yıl sonra nerede ve kiminle görür? Cevabı hepiniz
tereddütsüz verdiniz kutlarım. Hatırlarsanız bir keresinde Poyraz diz çöküp
“Ayşegül sana benimle ölmeyi teklif ediyorum.” demişti.
“Dünyayı
yutmuş olarak çıksa da ortaya
Ölüm
çok iri bir sözcük değil bayım.
Kasımpatları
kadar acı kokuyorum biliyorum.
Ama
siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen
Yoksul
bir aşkın güzelliğini bilir misiniz?”
Hem de çok iyi bilirsiniz bayım, iyi bilirsiniz.
Pastırmalı yumurta ve şarap ikilisini bildiğiniz kadar ya da ayın sonunu zor
getirdiğiniz kadar iyi bilirsiniz. Bunlar sizin gerçekleriniz.
Kısacası üzgünüm Poyrazcım
Karayel, sana katılmıyorum çünkü Ayşegül’ün onunla sonsuza
kadar mutlu yaşamanı öneren teklifi çok iç açıcı. Hem biraz mutlu olsanız hiç
de fena olmaz. Ara sıra metabolizmayı şaşırtmak lazım.
Ölümsüz
Olmak
Bundan önceki maddeler sıradan aşklar için de geçerli olabilse bile ölümsüz olmak sadece efsane aşklara nasip olan bir
şeydir. Çünkü kitleler tarafından hatırlanmak daha büyük daha derin bir sevgi
gerektirir. Ayrıca ölümsüzlük demişken Poyraz'ın bir türlü ölememesinden de
bahsetmek istiyorum. Korkarım ölümsüzlük iksirini kana kana içmiş ve dünyadaki
tüm yaşamları içine çekmiş canım Poyrazcım
Karayel. Belki de ölmeyi becerememesi Oğuz Atay’ın “Hayattan çıkarı
olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır.” sözüyle doğru orantılıdır. Biliyorum
ki bu koca yürekli adam tek bir oyunda dahi olsa hayatı bir kez yenmeden
ölmeyecek.
Son olarak, bir aşkı efsane yapan onun imkânsızlığıdır. Yoluna çıkan ve hiç kesilmeden
yağan o engellerdir belki. O halde her mevsimi kış olan aşklardır en büyük
aşklar. Mutsuz sonla biten aşkların daha çok hatırlanmasının sebebi de bu değil
midir? Çünkü onların yüzü her iki dünyada da gülmez. Onların yollarına hep
çığlar düşer. Poyraz ve Ayşegül efsanesinde de olduğu gibi. Muhtemelen onların da
sonu mutsuz bitecek. Ben yine de başından belli olan o malum sondan önce
mutluluklarına tanık olmak istiyorum.
Ve ekliyorum:
Belki
mutluluktan da bahsedebiliriz bir gün
Çok
boyutlu bir mutluluktan
Aklımız
almaz da deliririz belki
Alışkın
olmadığımızdan ona
Ve
yadırgandığımızdan bir suçlu gibi
Onun
tarafından.